Emsallerine faiktir

Mayıs 10, 2014

Boston'un Belediyesinden İstanbul'un Aksaray’ına



Boston City Hall | Kallman McKinnel Knowles | 1963 | İnternet
İnsanoğlu çift yaratılmıştır” denmekle beraber, anlaşılan bazı binalar da çift hatta, üçüz - belki de – dördüz olarak var oluyorlar. Farz-ı mahal, Şimal-i Amerika’nın Boston nam vilayetinde “Boston City Hall” tesmiye olunan şehremaneti binası  işte tam da bu örneğe uyuyor.
Fakat nedense orijinalin ardıllarına, “çift yaratılmış”larına çoğunlukla Küçük Asya’da  denk geliyorum. İşin tuhafı, ayrıntılı ve ölçekli, usta işi tasarlanmış cepheleri ile bu brütalist lenduha ne yapıldığı dönemde ne de daha sonra mimarlık çevreleri tarafından beğenilmiş sürekli eleştirilmiş, zaman zaman -af buyrun- itin kçına sokulup çıkarılmış bir yapı. "Fosilize olmuş bir uzay gemisi", "onu yıkmak için kontrollü bir nükleer patlatma gerekir" filan deniyor. Kentin sakinleri ondan düpedüz utanıyor. İnternette yüzlerce eleştirel yazı var. Bana sorulsa;  “ulan aferin, ulan iyi; yapanın eline, koluna sağlık” derim, o ayrı.
Kastamonu | Doğanyurt Hükümet Konağı| 2013 | İnternet
Bir yandan sürekli olarak b.k atılması ama her türden mimar elinde yorumlanarak tekrar tekrar vücut bulması (sanki bu yapıyı beğenmemek entelektüel ve duyarlı olmanın bir tür olmazsa olmazı) azıcık dikkati hakkediyor. Kamu binalarında şimdinin o gazetelerin çocuk eklerinde verilen kartondan “bina yapıyoruz” eklerini andırır post-neo Selçuklu/Osmanlı revivalizmi (aslında barok istedim biliyomusun) ve bir parça gerinin post modern hezeyanlarından evvel yurdumda da hiç beğenilmez, ama nedense hep sevilerek taklit edilirdi. Dünyada halen sayısız örneği var.


Le Corbusier | La Tourette | 1960 | İnternet 
Şimdi az beriye dönelim: çünkü işin evveliyatı derin. Kendimizi entelektüel duruşun dar ve kısıtlı bakış açısında kurtarıp, “her şeyin bi şeyi var” diyerek konuya girmek belki de en iyisi. İşte o “şey” Tam adı Charles Edouard Jeanneret olan İsviçreli mimar bir beyefendinin Lyon’lu Dominikenler için tasarladığı  Sainte Marie de La Tourette – veya kısaca “La Tourette” isimli manastır.
Charles Eduard-Jeanneret 1887-1965
Referans Resmin Sağ Altında! 
Bizim mimar daha çok “Le Corbusier” olarak biliniyor. Maalesef Türkçede bu isim talihsiz bir şekilde “kor_büzüye” olarak söyleniyorsa da, adamcağızın dehasına bu yüzden en ufak bir halel gelmiş değil. Mimar güruhu arasında halen ciddiye alınıp; neyi yapmak istediği, neyi yapamadığı ve/veya yaptıklarının nedeni  üzerinde kafa yoruluyor mu yoksa, o çok karizmatik gözlüğünün taklitleri ile mi yetiniliyor (pipo ve papyon sanırım artık iyice maskaralık malzemesi oldu) bilmiyorum.

Ne olursa olsun, Yirminci Yüzyıl mimarlığı ile, ya da genişçe sanatı ile ilgilenen herkesin hakkında fikir ve bilgi sahibi olması gereken bir zat. Etkileyici bir kilise yorumunu üç taraftan manastır kütlesi ile çeviren bu çok güzel brüt beton yapı 1960’da tamamlanmış. Rahipler ve mimar tarafından geniş bir arazinin istedikleri yerine yapma şansı verilmiş olduğundan -doğal olarak- en güzel yere inşa edilmiş. Yumuşak bir eğimle aşağıdaki akarsu vadisine inen çimenlik tepenin yukarıdaki koru ile birleştiği yere… Bu yüzden hemen hemen tüm fotoğraflarda manastır güney ve batı cepheleri ile ve düşük bir koddan çekiliyor. Başka bir deyişle ayrı bir bina niteliğindeki o şık kilise ve teras çatıdaki  meditasyon alanı pek görülmüyor.

Le Corbusier | La Tourette | 1960 | İnternet 
Çatıya gezinti/meditasyon terası fikri, Corbusier’i oldukça etkilemiş başka bir manastırdan, “La Thorenet”ten esinlenme. Fakat avanak Dominikenler o güzelim çatıda manzaranın ve güneşin tadının çıkaracaklarına etraftaki korulukta meditasyon yapmayı tercih ediyorlar. Günümüzde halen kullanılmakla birlikte, artık daha çok mimarlık öğrencilerinin gezegenimizdeki hac yerlerinden biri. Naçiz fikrim diğer bir yapının da  yakın zamanda Konya Adalet Sarayı olacağı… Mübareğe bak. Hey maşşallah!

Konya Adalet Sarayı | İnternet
Doğu Akdeniz mimarisini ustaca yorumlamış bu yapı biter bitmez onlarca değişik fonksiyonda yapının cephe biçimine ve plastik özeliklerine akıl hocalığı yapıyor. Üniversite yapıları, kamu yapıları, bürolar, hatta katlı mağazalar! Yorum çabalarının yanı sıra kimi zaman da düpedüz taklit ediliyor. Yıllar içerisinde bu taklitlerden onların ardılları başka bir repertuar oluşturuyor filan… Araştırması hayli ilginç bir konu yani.
Kallman, McKinnel ve Knowles’in 1963 tarihli Boston Belediye Binasına bir daha bakalım: asık suratlı ve otorite empoze etmesi (talep edilen)  bir kamu binasının cephe özelliklerinin hepsi var. İnsanı ezip, bireyselliği sonsuz dek yok edecek ağırlıkta brüt beton kütle, içine girmek isteyenin iyice cüceleştirecek birkaç kat yükseklikte portallar, onun üstünde vatandaşa tepeden ve tam kafası üzerinden bakabilme imkanı veren çıkmalar, pencere boşluklarını derinleştiren güneş kırıcıları (tek başlarına kalınlıkları yetmezmiş gibi ikişer ikişer konup iyice kalınlaştırılmış) Derin boşlukların yaratacağı keskin gölgeli derin karanlıklar… Kulağa korku şatosu gibi gelse de, her şeye rağmen daha önce de dediğim gibi, güzel ve usta işi bir yorum. Hem etrafa ve çevreleyen yapılara bakınca adamcağızların elindeki malın yine de en iyisi olduğunu düşünmemek mümkün değil!

Eee, N'apsın Adamlar? Şu Etrafa Bak  | İnternet
Bu yazıyı yazabilmek için yırtınmamdaki esas amaç Burgonya’daki bir manastırın Boston üzerinden yurduma gelip ne den bu kadar da çok sevildiğini, tekrar edildiğini açıklamaktı. Şu arka plan işi bitti de  esası gözden kaçırmadan konuya gireyim:  

Dedim ya, bizim dahi üstad Doğu Akdeniz mimarisinin bazı ögelerini yorumlamış diye;  brüt betonun pütürlü yüzeyinin kendi dokusunca yaratılan gölgelerden kaynaklanan güneş kırıcı etkisi ( bu hep söylenir de, bodrumdaki kaba sıva evler vs, hiçbir zaman ikna edici bulamadım), pencerelerin derin güneş kırıcılarla sert güneş etkisinden, dolayısıyla aşırı ısınmadan uzaklaştırılmaları, birbiri üzerine binen kat çıkmaları. Tüm bunlar Marmara'nın batısından başlayarak, İç ve Kıyı Ege’deki  vernaküler mimarinin de  temel özellikleri aslında.
Kula | 2009 | BvP 
İki kat üzerinde yükselen çıkmalı yapı formu ve prekast dikey güneş kırıcılar, özellikle İç Egede insanı kusturacak kadar çok tekrarlanan bir sakız. Örneğin Kula evleri ve onun “yorum”ları insanda kafasını pencerelerin o prekast güneş kırıcılarına çarparak intihar etme isteği uyandırır (bende). Civardaki tüm kamu yapıları, hastaneler,  iş hanları, oteller hep bu tekrar üzerine bina edilmişlerdir. Bunu vernaküler mimariyi aşağılamak için değil, “ehliyetsiz yorum lisansı” diye bir şey olduğunu vurgulamak için söylüyorum.
Bu ehliyet herkeste yok, ama belli ki manastırı güzelce yorumlayan bizim Bostonlularda var. Bilmeden etmeden Türk Kamu mimarisinin ilerideki otuz yılına damgasını vuracak bir şablonun  müellifi oluyorlar.  O kostüm büyük bir tesadüf eseri hem bu coğrafyanın genel mimari çizgileriyle, hem de hakim devlet anlayışı ile uygunluk gösteriyor. Aynı tekrarı kullanan ve kazanan yarışma projelerinin hemen hemen tümünün 1980 sonrasının yarı askeri hükümet etme egzersizinde yeşeren  ürünler olduğunu unutmayalım.
Hükümet konağı yarışmalarında sayısız kere tekrar edilmiş bu şablonun kayda geçmiş ilk taklidi bildiğim kadarı ile 1968’deki Kars Hükümet Konağı yarışması. Şeref, birincilik ödülünü alan Vedat Özsan ve Umut İnan’a ait. Yapı uygulanıyor da ve açık söyleyeyim, son yılların diğer örnekleri ile kıyaslandığında hiç de kötü değil. Tabii Kars gibi güneşin az bulunur bir nimet olduğu, sıcaklık değerlerinin Ağustos ayında bile yirmili dereceleri geçmediği bir coğrafyada güneş kırıcıların ve altlarındaki derin gölgelikler oluşturarak binayı serinletmesi beklenen iki kat yükseklikteki kolonların anlamını tartışmadan.
Aliağa Hükümet Konağı | Nuran - Merih Karaaslan | 1983
Yüklenici MFE  İnşaat  İnternet Sitesinden 
Zonguldak Hükümet Konağı | Nuran - Merih Karaaslan | 1984 | internet
Sonraki dikkate değer örnek 1983 tarihli Aliağa Hükümet konağı. Burada o güneş kırıcıların da kaba sıva yüzeylerin de, bina altı gölgeliklerin de anlamı var  elbette.  Müellifleri  bir dönem yarışma ve uygulamalarda fırtına gibi esen Nuran – Merih Karaaslan. Boston’un oldukça düz bir taklidi niteliğindeki bu proje de uygulanıyor ve hem Karaaslan ailesi hem de bakanlık bu şemayı çok sevmiş olacak ki, 1984’ tarihli Zonguldak Hükümet Konağı yarışmasında tekrar kullanıp yine kazanıyorlar! Bu arada Giresun Hükümet Konağı da aynı şema  ile – ama renk farklı bak – bizimle birlikteliğini sürdürüyor. 1986 tarihli bu çok özgün çalışma Semra ve Özcan Uygur isimli mimar aileye ait.

Giresun Hükümet Konağı | Semra - Özcan Uğur  | 1986 | İnternet 
Fakat bildiğim  en arsız  taklit  İstanbul, Aksaray’daki İSKİ binası. Müellifine ait bilgiye ne yazık ki ulaşamadım (belki adamcağız o gün bu gündür saklanıyor). Ancak, binayı yapan müteahhidin sitesinde oldukça güzel fotoğraflar var. Otuz yılı aşkın süredir kullanılıyor ve adındaki “kanalizasyon” kelimesine yaraşır bir şekilde bozundurulmaya devam ediliyor. Şu anda üzerine bir bile değil, iki kat çıkılıp,  acayip bir renge boyamış durumda (o acayip mavi renk her halde suyu simgeliyor). Öyle ki, insanın hizmete açılmadan önce çekilen fotoğraflara bakıp “ulaan o kadar da kötü değilmiş be” diyesi var. Bence her mimarlık fakültesi bu yapıya geziler düzenlemeli. Üzerine tezler yazılmalı ve sempozyumlarda bildirilere konu olmalı.

İstanbul Aksaray İSKİ Genel Müdürlüğü | 1984 - 1985
Yüklenici Çakır İnşaat İnternet  Sitesinden 

İstanbul Aksaray | Su ve Kanalizasyon İdaresi| Mart 2014 |BvP
Son Söz:
Yazıya konu yapı tarzı Türk Mimarlık tarihinin fenomenlerinden biri olmakla beraber, günümüzün taşra beğenisini baş tacı eden yeni yerel ve merkezi yönetim anlayışının – “tarihi ve kültürel dokuyu yansıtan, yöresel mimariyi ön plana çıkartan aynı zamanda vatandaş odaklı hizmet anlayışını yansıtan, kimlikli ve kişilikli Hükümet Konakları yapmaya özen gösteriyoruz” -  kağıt üzerindeki ve uygulanmış örnekleri ile (“Kimlik ve kişilik” konusunda Hakkari Merkez ve Sinan Paşa Hükümet Konaklarını hasseten tavsiye ederim) kıyaslandığında acaba ne kadar kötü ve çapsız? Bu sorunun cevabını,  yapacak daha iyi bir işi olmayıp da şu yazdıklarımı okuyanlara bırakıyorum.

BvP
............ 
Meraklısına bir iki laf:

Gerçekten de 20. Yüzyıl mimarlığının belki de en önemli ismi, Uluslar arası üslubun  ilk kuşak temsilcilerinden Le Corbusier hakkında İnternette ve Türkçede basılmış olarak epey bilgi var. Mimarlığa ve Dünyaya bakışını yansıtan erken  tarihli önemli kitabı “Bir Mimarlığa Doğru” Yapı Kredi Yayınları Tarafından 1999 ve 2001’de iki baskı ile yayınlandı.  Benim La Tourette ve genel olarak Mimar hakkındaki bilgileri tazelerken kullandığım kaynak S. Gideon’un çok işe yarar ve her eve lazım kitabı “Space Time and Architecture”. Bay Gideon kitabın bir bölümünde İsviçreli’nin mimarlık serüvenini anlatıyor. Türkçeye bin bir türlü saçmalık çevriliyorken neden bu önemli kitabın halen  çevrilmemiş olduğunu anlayabilmiş değilim.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin yayınladığı “Yarışmalar Dizini 1930-2004” adlı kitap (Ekim 2004) geçmiş yılların yarışmalarını genel olarak Arkitekt  ve Oda yayın organı Mimarlık üzerinden tarayarak oluşturulmuş bir yayın. Merak edene Türkiye’nin mimarlık serüveni hakkında çok şey söylüyor. 

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Herr Plastik ilk kez stad oteli yazinizda bir mimari uslup oldugunu anladigim brüt beton kütle ve brutalizm gibi laflarla ifade edilen bu durumun ciddiye alinmis olmasi ben8 sasirtiyor. Zira begenilecek herhangi bir yani olmadigini dusunuyorum. En sade vatandas halimle ne sekilde ve hangi saikler, yaratici fikirlerle vs yaratilmis olursa olsun bu binalarin nihayetinde birer beton yigini oldugunu dusunmekten kendimi alamam. Sevgiler.

steerpike dedi ki...

nefis bir yazı. kahkahalarla okudum.