Emsallerine faiktir

Nisan 17, 2011

Süreyya Paşa'nın Bakireler Tapınağı ve Patates Baskı


Ey Türk Genci,
Dizlerinin üstünde "ölmei" tercih edeceğine Türkçe'yi Öğren!
Bu yazı “Nerde o Eski Güzel İstanbul” kokulu değil. Onu daha iyi yapanlar nasıl olsa gırla. Toplumsal cehaletin yarattığı yarım yamalak ikonlar ve giderek birer patates baskısına dönüşümlerinin iç burkuculuğu hakkında. Benim gibi bir akılsız bile bunların farkına kolayca varabiliyorsa durum oldukça kötü olmalı. Esasen, yetişkin bir Türk olarak kaba saba şematizmin, okul öncesi indirgemeciliğin beni şaşırtmaması gerek. Öyle ya, ülkemin kasaba ve kentleri bu davranışın örneği “eser”lerle dolu. Kangal sucuk, cağ kebabı [1] veya köpüklü ayran heykeli gezegenin başka bölgelerinde rastlanır şeyler mi?Epey zamandır işyerimizin bir köşesini işgal eden Maltepe Belediyesi müstesna hizmeti, “geri dönüşüm kutusu” üzerindeki acemice logo dikkatimi çekiyor; sıvı olduğu kesin maviliğin üzerinde uçan kanatlılar ve yan yana batan biri çok büyük diğer ikisi “eh idare eder” üç adet güneş beni işlerin günlük şeyinden sıyırıp alıyordu. Üç güneşli bir gezegen sistemiydi tasvir edilen, anlamıştım tabii. Ortadaki yapı da, şüphesiz Flash Gordon’un soyunma kabiniydi. Sonra bir gün e-beş’de giderken o kabinin apartman yüksekliğinde ve cam olanını gördüm! Uzak galaksiden yeni gelmiş, basamaklı bir tepenin üzerine konmuştu. Hemen Miki’yi arayıp, dünya dışı yaşamın kanıtlarına e-beş kıyısında rastladığımı deklare ettim. Yapan bir homo sapiens olamazdı elbette. En azından normal bir homo sapiens! Bu cahil ve vizyonsuz kadın anlamadı işte yine beni… O zaman kendim araştırayım, en kalbi hislerle aydınlanayım dedim.
Maltepe Belediyesinin kendine logo olarak seçtiği nesne hakkında kısa bir araştırma [2], Türk indirgemeciliğine alışabilmek, sindirebilmek için daha çoook fırın ekmek yemem gerektiğini ortaya çıkardı. Halbuki, İtalyanların her lafa “mamma mia” diyerek başladığını, İskoçların cimri olduğunu, en cömert, cessur ve misafirperver olanın biz muazzam ve muhteşem Türkler olduğu, üstelik Avrupalı kadınların Türk zekeri (yarağı) yeme maksatlı her yaz ülkemize koştuğunu biliyordum.
Şef Vesta Rahibesi
Formun kökleri Süreyya İlmen Paşa’nın bin dokuz yüz otuzlarda batıdaki örneklerinden esinlenerek; kendi adını taşıyan plajın biraz açığına diktirttiği, betonarme “Bakireler Mabedi”ne dayanıyor.

Sanırım o devirlerde namlı orospu değil, bakire olmak öneme haiz olduğundan anıtı dikilmiş. Kırkların sonlarına kadar ne bu plaj ne de “mabed” bitirilemiyor. Bilgi olarak “bir takım nedenler” söyleniyor. Ayrıntılı bir bilgiye ulaşamadım. Ama esas ayrıntıya dikkatinizi çekeyim: Türk milleti genel olarak anasının fercinden (amından) şakır şakır Fransızca konuşur doğduğu için, internetteki her zamanki, Türkçe birbiri ardına kopyala-yapıştır saçmalıklarda “Temple de Vierges anıtı” olarak ek bilgi geçiliyor. Esasen şu bakire rahibeler masalı kökleri epey eskilerde bir motif. Vesta Rahibeleri yani kimseye vermeyen; kendilerini devletin, milletin bekasına adamış evde kalmış Romalı kız kuruları cemiyeti, Antik Yunan’a dayanıyor. Vesta Rahibelerinin bizim bürodaki kullanılmış kağıtların toplandığı kutunun üstüne nasıl çıkıp oturduğu sorunuza yare olur mu bilmiyorum ama, merak ediyorsanız, “parthenos” diye aratın internette.

Roma'da Vesta Tapınağı,

Neyse, konumuz o değil. Konumuz; Süreyya Bey’in sonunda bitirebildiği ve hizmete açılan, plaj. “Lüks ve konforlu plaj kabineleri”, “fevkalade caz”, “hususi motor servisleri” [3] ile kıyıdan az uzakta, içinde bir de heykel olduğu rivayet olunan “tapınak”.

 Kısa süre önceki ziyaretimizde kubbenin merkezindeki bezeme ve düzenekten gece de ışıklandırılmış olabileceğini düşündüğüm Bu yapıcığı artık ayaklarınızı ıslatmadan ziyaret olası… Çünkü kıyıdan epey geride, kubbeyi taşıyan sütunların   önemli bir bölümü yapay taş zeminin altında kaldığı için, zarifçe oranları iyice bozulmuş olarak bir alışveriş merkezi otoparkında duruyor! (David Lynch filmleri geldi mi sizin de aklınıza?) Ama Maltepe Belediyesi, kimsenin hakkında bir bok bilmediği, kenara atılmış bu zavallı betonarme rotundayı o kadar benimsemiş ki, 21 trilyon harcayıp replikasını yaptırmış! Otopark köşelerinde göreceğim diye kıvranacağına… Al işte sana e-beş üzerinde sekiz katlısı.

Kubbenin Merkezi. Çengele Dikkat

“E-5'i Gülsuyu'ndan çıkın..Hemen göreceksiniz..Görmemek mümkün mü?..İşte aynen o Bakireler Anıtı mimarisi nerdeyse bire bir karşımda duruyor, ama bu defa devasa, 8 katlı bir bina var, sütunların arasında ve kubbenin altında, o bronz Venüs heykeli yerine..” [4]

İfade ve imla yanlışları ile aynen aldığım bu metinde işin anlamsızlığı muharrir’e bile fazla gelmiş olmalı. Alçak sesle de olsa “Harika merkezi gezdim. O plajdaki anıt da, Migros oto parkından, bu merkezin önüne taşınmaz mı acaba?.” [5] Diye sormadan edemiyor.
Yetmişlerde, ilkokul arkadaşlarımdan birinin Güzelyalı’ daki yazlık evine gidişlerde banliyö treni çok kısa bir süre Süreyya Plajı adlı istasyonda dururdu. “Emekçi Sınıf”ın çay bardağında rakı içip, piknik tüp üzerinde menemen yaptığı, kabinlerinde para karşılığı veya sevabına cinsi münasebette bulunduğu, artık iyice gözden düşmüş, kırık dökük bu plajın demiryolu tarafındaki duvarına işlenmiş, denizle ilgili aktiviteler içinde genç kadın ve erkek rölyeflerine hayran olurdum. Çok güzeldiler. Yıllar sonra Ayfer Tunç’un [6] kitabını okuduğumda, onlara hasta olanın tek ben olmadığımı anlayıp sevinmiştim. Şimdi neredeler bilen yok. Tahminen bulundukları yer, şurası…

Nasıl bir akıl orijinali halen ayakta ve fakat maskara edilmiş, yüzüne bile bakılmayan nesneden kendine muazzam paralar ödeyerek simge üretir? Üstelik simgeyi yaratan kişinin tuhaf mezarı çaresiz, unutulmuş ve acıklı bir durumda iken. [7]

Bizim geri dönüşüm çöp kutusunun üzerindeki amblemin köklerinin; Süreyya Paşa’nın alışveriş merkezi otoparkı konuşlu “Temple de Vierges Anıtı” mı, yoksa E-beş Gülsuyu üzeri “T.C. Maltepe Belediyesi Prof. Dr. Türkan Saylam Kültür Merkezi” mi olduğu konusunda halen şüphelerim var (amblemin üzerindeki kütlenin kapısına bakarak, aklıma arketipin değil de, 21 trilyonluk replikanın seçilmiş olduğu geliyor).

Sembol üretme/üretebilme becerisinin dayandırılması gereken birikim zenginliği ve yöntem üzerine bir tartışma –her zaman olduğu gibi- benim aklımın, birikimimin boyutlarını aşan işlerden. Fakat yazının başında da söylediğim gibi, bu işlerin patates baskısına indirgenişini görmek içimi burkuyor.


Plaj ve "Mabed". 1950'ler


En kalbi hislerimle,
BvP

Edited By Miki

Fotoğraflar BvP,
Roma’da Vesta Tapınağı rekonstrüksiyonu  internet.
Plajdaki “mabed”in orijinal fotoğrafı : BvP arşiv.


[1] Akıl fikir sahibi mümtaz insanlardan birinin ne ibret verici sitesidir şu, spektakulersehirheykelleri.tumblr.com

[2] Gülten, Ediz. Süreyya Plajı’ndan Günümüze: SÜREYYAPAŞA http://www.stargazete.com/istanbul/yazar/ediz-gulten/sureyya-plaji-ndan-gunumuze-sureyyapasa-333884.htm
“Bugün karada ve otoparkın ortasında olan Bakireler Tapınağı’ysa plajın simgesiymiş. Kıyıdan 50 metre kadar uzaklıkta, denizin ortasındaki kayalar üzerine yapılan heykelin yapımında Eski Yunan mitolojisinde evlenmek isteyen genç kızların Bakireler Tapınağı’nı ziyaret ettikleri efsanesinden esinlenilmiş. Altı direk üzerine oturtulmuş yuvarlak bir kubbeden oluşan eserin ortasında bulunan heykelin akıbetiyse belirsiz” (vurgular yazı sahibine ait)
Esasen tüm hikaye üç aşağı beş yukarı bundan ibaret. Fajita (okunuşu fahita) olayını da ihmal etmemek lazım tabii. Büyük olasılıkla internette dolaşan; konu ile ilgili yazıların ana kaynağı nispeten ipe sapa gelir metin için : http://sureyyaplaji.maltepetml.k12.tr/anasayfa.html Süreyya Paşa’nın yaşam öyküsünde nedense hep ıskalanan yönlerden biri, o’nun 1930 yazındaki Serbest Fırka macerasının aktörlerinden biri olduğu.

[3] Gülten, Ediz, a.g.y.

[4] Uluç, Hıncal, “Bravo Maltepe Belediyesi’ne” http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/uluc/2010/04/06/bravo_maltepe_belediyesine

[5] Uluç, Hıncal, a.g.y.

[6] Tunç, Ayfer. Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek. 70’li Yıllarda Hayatımız. YKY. 2001

[7] http://www.maltepeekspres.com/haber.php?haber_id=1987

Nisan 10, 2011

Yapılar


Sümerbank Genel Müdürlüğü -
 Martin  Elsaessler 1938
  Emek İşhanı - Orhan Bolak 1955,
Ankara
Bunker, Bolayır 1940'lar
 Büyük Efes Oteli, İzmir
Paul Bonatz- Fatin Uran 1964
Yenileme 1989. İç Avlu,
Seramik Pano Atilla Atilla Galatalı
Yapımı Devam Eden Cami,
Demirci Köyü, İstanbul
Büro Yapısı
 Hannover, Almanya
Sinagog, Sardeis
Viyadük Ayağı, Ataşehir,
İstanbul
İsmet Paşa Kız Enstitüsü,
Enst  A. Egli  1930
 Devşirme Malzeme
Kullanılmış Yapı, 1940'lar
Balkon Dizisi,
Denizcilik Bankası Yapısı,
İstanbul
Sıklıkla, parçası oldukları kenti değil ama yapıları, onların tekil parçalarını seviyorum. Daha genişçe söylemeli; her zaman tümünü sevmesem de, tümü her zaman ilgimi çekiyor! Bir yapı ve onu oluşturan detay kümesi sonsuz zaman dilimlerinde benzersiz ve bağımsız devinime sahip. Böyle bakıldığında yapılar canlı mı?
Evet. Hareketsiz durup yapının belli bir bölümüne bakın, sonra gözlerinizi kapayıp bir daha bakın… Aynı mı göründü? Önündeki insan hafifçe kıpırdamıştır, çatısına konan kuş belli bir yere sıçar, güneşin yeri aynı değildir. Gökyüzündeki bulutlar farklı bir konumdadır. Geçen anlık süre içerisinde bile geri dönülmez biçimde yıpranmıştır. Kısaca, gözlenen her an diğerinden farklıdır. Yapılara ilişkin anlık hafızanın bu zenginliği belki hoşuma giden. Her türden yapıyı görmek, anlamaya ve hakkında bir şeyler öğrenmeye, anlamaya çalışmak doyurucu, zengin bir eylem. Ama mimar olmayan biri için her zaman çok kolay değil. [1]

Mimarlık eğitimi içinde hacimlerin ve özel olarak yapıların nasıl okunmaları gerektiğine ilişkin kuramlar geniş yer tutuyor. Öğrencilerin ve meslekten olanların bir tür refleks oluşturmaları bekleniyor. Çoğunlukla oluşuyor da. Ama o çok değişkenli ve karmaşık nesnelerin dilinden anlama ve anlatma çabası -çoğu zaman- kendi içinde bile anlaşılması zor bir retorik ve literatür üretiyor.[2]

Bu sıkıntının nispeten aşılabildiği yayın gruplarından biri, tuhaf görünse de, ilgili meslek Odaları tarafından üretilmiş, derli toplu kent rehberleri. Mimar olmayan, ama konuya ilgi duyanların işine yarabilecek malzeme ipe sapa gelir şekilde anlatılıyor.[3]
Mimarlık temeli olmayan canlı grupları için yapılar hakkında bir şeyler öğrenme, anlama isteği ise zorlu bataklar demek… Yazılanları kavrayabilmek için gereken/ya da gerekmeyen o apayrı entelektüel jargonu anlayacak şekilde eğitilmemişsindir. Soyut kavramsal tartışmalar, tuhaf ve fiyakalı planlar, kesitler ilgilendirmez seni. Sorular çok basittir: “Bu hacmi-yapıyı-detayı böylesine ilginç kılan ne?”, “ne anlatıyor?”, “neden böyle yapılmış?”. Yorumlar da öyle: “Çatısı ve/veya cephesi ne güzel!” Bunda bence yanlış bir şey yok. Cumhuriyetin ilk yıllarına dair mimarlık eğitiminden bahsedilirken, eleştirel bir tavırla Güzel Sanatlar Akademisi’nde Proje derslerine giren Mimar Mongeri’nin “planları değil, evvela fasadları (cepheleri) görelim kuzum” [4] demesinden bahsedilir sıkça. Bay Mongeri’nin çok akılsız olduğunu düşünmüyorum artık.

Son söz:
Doğru, mimarlık, özel olarak yapılar hakkında ilginç, kavranabilir ve zekice yazmak zor bir iş. Hem de pek zor. Bunu ustalıkla başaran Muhterem - hem insan hem mimar- kişilerden biri de, Gürhan Tümer. [5] Mesela, “Mea Architectura, Mea Culpa” adlı kitabını edinip okumakta yoğun yarar var.









BvP.

Edited By Miki


Devşirme Malzeme Kullanılmış BinaFotoğrafı BvP Arşiv.

Diğer Fotoğraflar: BvP



[1] Buradaki “biri”nin, konuya normalin ötesinde ilgi duyan bir eleman olduğunu varsayıyoruz elbette.

[2] Eh, anlaşılabilir bir durum aslında. Yapıyı tasarlayan, üreten, sahiplenen ve çevresinde bulunanların bireylerin her birinin, üstelik sürekli değişen algılarını ortak bir dil ve anlam çerçevesine oturtmanın güçlüğü açık. Hem, tasarımcı dışındakilerin (basitçe söyleyeyim: zihninden çıkaran dışındaki herkesin) yorumları ne kadar nesnel olabilir? Bazen bu kabullerin (yorumların) ortak bir yargıdan çok sorgulanmadan tekrarına, giderek mitoslaşmaya dönüşüyor galiba. Oysa, bir yapı veya ondan artakalanlar ile karşılaşan en sıradan insanın bile gördüklerine bağlı olarak söyleyecek şeyleri var.

[3] “Kent Rehberi” derken, yapı kataloglarından bahsediyorum. Bunlar bir kentin yapı stoğunu mimarlık akımlarına, yapılış dönemlerine göre irdeleyen, size bir kentte nelerin dikkate değer olduğunun tüyolarını veren ya da, dikkatinizi çeken yapılar hakkında bilgiye bir parça karıştırarak ulaşabileceğiniz zeka ürünleri. Bildiğim kadarıyla şimdilik İstanbul Büyük Kent Mimarlar Odası ve İzmir Mimarlar Odası tarafından hazırlanıp basılmış iki kent mimarlık rehberi var. (Bilin bakalım hangi oda hangi kenti ele alıyor?) İkisi de iyi hazırlanmış, işe yarar kitaplar.

- Güner, Deniz (ed). İzmir Mimarlık Rehberi 2005. Mimarlar Odası İzmir Şubesi, 2005.

- Batur, Afife (ed). İstanbul Mimarlık Rehberi, 4 Cilt., Mimarlar Odası İstanbul Büyük Kent Şubesi, 2006

Son derece ilginç olabilecekken, Ankara için nedense yok. (Ya da, ben bilmiyorum). Arkeolojik yapı grupları içinse her zaman daha bol ve kapsamlı malzeme bulmak olası.

[4] Ünsal, Behçet. “Mimarlığımız 1923-1950” içinde, s.35. Mimarlık. Sayı 2, Şubat 1973.

[5] Profesör Gürhan Tümer İzmir’de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden 1970 yılında mezun oldu. 1971 yılında İzmir’de Ege Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi’nde asistan olarak göreve başladı. Aynı yıl, Fransız Hükümeti’nin verdiği bir bursla, 1 yıl süreyle, Paris’te, Vincennes Üniversitesi’nde doktora dersleri aldı. Doktorasını İzmir’de, Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde tamamladı. Halen, Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’nde öğretim Üyesi.

“Mimarlığın Özü ve Sözü”, “İnsan Mekan İlişkileri ve Kafka”, “Bir Başka Mimarlık”, “Aynalı Binalar, Nöbetçi Mimarlar”, “Ve Mimarlık” kitaplarından bazıları. Çeşitli tasarım, edebiyat ve mimarlık dergilerinde yayınlanmış sayısız makaleleri, incelemeleri ve denemeleri var. Çok dolu, çok alçakgönüllü, çok muhterem, öğrencisi olunmaktan çooook gurur duyulacak bir zat.

- Tümer, Gürhan. Mea Architectura, Mea Culpa. Mimarlar Odası Genel Merkezi Ankara, Mart 2006.

Nisan 09, 2011

Balen

“İşbu ova ve dağda avlanmaktan çok usandık,
gemiye bineydik ve deniz avına çıkaydık ki
 denizde acaibler çoktur.”*
Balina alt çene kemiklerinden yapılmış bu güzel aydınlatma elemanı Bremen kentinin halen kullanılan eski belediye binasından. Balina avcılığı ve endüstrisi yüzyıllar boyu kentin temel uğraşı olmuş.

11. Yüzyıldan beri yaygın olarak avlanan balinaların yağı mutfaklar ve özellikle zengin sınıfın pek rağbet ettiği mum için önemli bir madde. Ancak, 1700’lerin sonundan itibaren yenilenen ve gelişen kentlerde sokak lambalarının yaygınlaşması ile balina yağına talep inanılmaz şekilde büyür. Çünkü bu lambalarda yakıt olarak, is vermeyen ve son derece parlak şekilde yanan ispermeçet balinası (Physeter macrocephalus) yağı kullanılmaktadır!

Durun… Daha kötüsü de var! Hem yağı için hem de vücudundaki başka bir özellik yüzünden talihsizlikler yaşayan bir başkası da, balin balinası (Balaena mysticetus) denen tür. Bu hayvanların sudaki organizmaları süzerek beslenmesine yarayan, üst çenede tabakalar halinde oluşmuş, uçları fırçamsı devasa taraklara genel olarak “balina kemiği” ya da “balen” deniyor. 18. - 19. Yüzyıllarda kendisine, korse desteği, yaka bilmemnesi, ayakkabı çekeceği olarak epey yaygın kullanım alanları bulmuş. Kuzey Atlantik’te bu canlıları hepten tüketmiş insan evladı. Şimdi anladınız mı, plastik destekli olanlara neden “balenli sütyen” dendiğini? Ya da, dilimizdeki “balina” kelimesinin kökenini ?



*Kısas-ı Enbiya, Orhan Duru Sunumu. Ada Yay. Nisan 1978.
BvP

 



 
Edited By Miki
Sütyen fotoğrafı internet. Diğerleri BvP.
 
 
 
 


Nisan 05, 2011

KÖPEK !

http://video.cnnturk.com/2011/haber/4/5/mucize-kopek-sahibine-kavustu



Bir köpek.


Ev yıkılınca denizin ortasına sürüklenmiş...3 hafta orda kalmış,


Havadan tespit etmişler,


Kurtarma ekibi gitmiş helikopterle.


Hayvanı kurtarmışlar… Sahibini bulmuşlar.


Yani... Dememişler ki…”Ulan binlerce insan ölüyor, nükleer santral anamızı sikti”


Bir itle ne uğraşacaz !


Herhalde insan olmak mı artık?


Neyle ilgili bilemedim bu davranış biçimi…




Hem dostum hem de insan olan Batur’dan. Noktasına virgülüne dokunmadan…

BvP