Emsallerine faiktir

Eylül 21, 2012

Vedat Tek ve Hobyar Mescidi ve Vlora Han

Sirkeci’den Cağaloğlu’na doğru İstasyon’un karşı sırasından yukarıya doğru yürürken, süfli yiyecek içecek çok katlı mağazaları, ucuz lastik ayakkabı, gereksiz cep telefonu mağazaları, camış sürüleri gibi ve ırgalanarak yürüyen lüzumsuz Arap turistleri, şalvarımsı incecik  pantolonu içinde  pembe, yıpranmış pamuklu donu  rahatça okunabilir, çatlak topuklarına yıpranmış sandalet donatılı Avrupalı  beş parasız zibidileri atladıktan sonra yukarılara doğru  yürek ve akıl bir parça rahatlamaya başlar. Geriye dönüşü ve karşıya geçişi olmayan bir yola girilmiştir artık. Nedense "Ankara Caddesi” denilmiş, giderek sertleşen  bu yokuşa birbirinden ilginç - az çok - paralel caddeler  açılır.
Bu caddelerden biri, şimdilerde  pek yaratıcı bir şekilde otele dönüştürülerek yine  yaratıcı şekilde “Legacy Ottoman” ismi verilmiş  Mimar Kemalettin Bey’in eseri IV. Vakıf Han’ın [1]  bulunduğu  “Mimar Kemaleddin Sokağı”, nedense tam da bu  yapının bittiği yerden Ankara Caddesi’ne kadar olan bölümün adıdır. Hanın üzerinde yer aldığı bölüm “Hamidiye Caddesi” olarak bilinir. Hoş şimdilerde Kemalettin Bey’i filan pek skine takan yok ya,  tümüne Hamidiye Caddesi denip geçilmekte. 
 Hamidiye Caddesine paralel, bir parça yukarıda, o zamanki adıyla “Yeni Postahane”, şimdiki adıyla “Büyük Postane” caddesi vardır ki, bu iki caddeyi birbirine başka bir mimar sokağı bağlar: Büyük Postahane’yi tasarlamış Mimar Vedat Tek Bey’e matuf “Mimar Vedat Sokağı”.  Sokak –cadde diye okuyun- Ankara Caddesine açılmadan az önce çatallanır. İşte o üçgen alanda floral  Art Nouveau stilin İstanbul’daki en ilginç ve mükemmel örneklerinden birini görürsünüz: Bugün harap, bakımsız ve kapkara  “Vlora Han”.Ne tasarlayanı bellidir ne de yapım tarihi. Balkon ve balkon elemanlarının kıvrımlı çiçeksi tarzı merdivenlerinde de devam eden bu muhteşem şeyle  taşaksal olarak ancak Tünel’deki Botter Apartmanı [2]  boy ölçüşebilir. Ama o da zavallı Vlora Han gibi bakımsız harap ve kararıktır.   “Nancy Okulu” denen bu stil etkisinde İstanbul’da başka yapılar var mı bilmiyorum. Ama bildiğim ikisinin de geleceğinin fazla parlak olmadığı. O civara her gidişimde Vlora Han’ın fotoğraflarını çekiyorum ama Botter Apartmanı’nın adam gibi bir tane fotoğrafını çekemedim yıllardır. Her geçişte bir parça daha yıprandığını görüyorum ve  içim burkuluyor. 
Vlora Han, Kapkara ve Yıpranmış
Mimar Vedat’a dönelim: bizi bu yazıda özellikle o ilgilendiriyor. Bay Vedat Tek Türkiye’nin formel eğitim görmüş [3] , bugünün meslek anlayışı içinde “mimarlık tasarımı ve uygulaması” yapmış ilk Türk mimarı olması rağmen yapıtları fazla önemsenmeyen bir gariban.  Bu saçmalığın bir veya birkaç nedenini Bay Süha Özkan Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş döneminde yaşamış olmasına,  Osmanlı devrinde mimarlığın yalnız Müslüman olmayanlara özgü bir meslek sayılması, dolayısı ile bir Türk olarak pek adam hesabına alınmamasına bağlıyor ki, çok inandırıcı değil. Daha inandırıcı olarak öne sürdüğü; 1923 sonrasının ilk süreli mimarlık yayınının 1931’de çıkışına bağlı olarak bu yayının batı dünyasındaki gelişimi, Cumhuriyet ortamının yarattığı “yeniden doğuş” heyecanı. Bu heyecanın etkin öğesi de Cumhuriyet mimarlığının  oldukça etkin biçimdeki yenilik arayışları[4]. Bauhaus, kübizm, de stijl, konstrüktivizm vs…. Eh, bizim Vedat Bey’in bu taraklarda bezi olmadığı yaptıklarına bakınca kolayca anlaşılabiliyor. 1905 tarihli Büyük Postane Binası en çok bilinen eseri [5]. 


İnsana sanki Kardeşlerinden biri, Yusuf Razi Demirbel’in Posta ve Telgraf Nazırlığı, Nafia Nazırlığı yapmış olmasının bu bina işini  almasında etkisi var-mış gibi geliyorsa da,  mimarlık ve güzel sanatlar alanındaki becerisi ve gördüğü eğitimin kalibresi kimsenin yardımına, eski deyişle “tavassut”una ihtiyacı olmadığının göstergesi.  Hem zaten, imparatorluktaki pek az sayıda seçkin [6] de hep birbiriyle hısım akraba zaten. Örneğin İttihat ve Terakki hükümeti tarafından atanan ilk şehremini Halil Edhem Bey’de  Arkeoloji Müzesi’yle Sanayi Nefise Mektebi’nin kurucusu Osman Hamdi Bey’in kardeşi… Doğal olarak tüm bu insanlar,  Sirkeci Garı’nın yapımında çalışmış ve Jachmund’un öğrencisi Mimar Kemalettin Bey’de dahil yurtdışında eğitim görmüşler. Kemalettin bey Berlin’de, Vedat Bey Paris’te eğitim görmüş.
 Osmanlı Klasik Mimarisinden esinlenen, Osmanlı milliyetçilerinin resmi üslubu olmuş ve Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar pek çok resmi yapı tasarımını belirlemiş, adına “Birinci Ulusal” denen bu akımın önemli iki  öncüsünün de yurtdışında eğitim almış kişiler oluşu dönemin Batılılaşma çabalarının tuhaf görüntülerinden biri. 19. Yüzyılda köhne bir  tarım toplumu olan  Osmanlı İmparatorluğu içinde başkentin   sürekli olarak ileri ülke standartlarını kollayan bir toplum kesimini barındırdığını düşününce belki de o kadar tuhaf değil.  Yirminci yüzyıl başında İstanbul’daki resmi görevlilerin batıyı çok iyi tanıdıkları, bir veya birkaç batı dilini akıcı bir şekilde konuşan bu beyefendilerin Batı Dünyasına  21. Yüzyıl başında Anadolu taşrasının sivil görevlilerinden çok daha  entegre oldukları söylenebilir.
Ancak, Eminönü sokaklarına adları verilmiş bu iki mimarın da sorunu sanki burada: Berlin veya Paris’teki entegrasyon Osmanlı mülkünde sökmüş mü, bakalım?  Üslup çabaları çoğu kez “kubbeli, ojiv kemerli, saçaklı ve çini panolu” bir akım ve “mimarlığımızda  geç kalmış bir Türk revival” denemesi [7]  tanımlarıyla  güdükleştirilmeye çalışılsalar da, Batıdan aldıkları eğitimin sonucu olarak edindikleri yabancı kökenli bilgi ve değerler sistemi ile Türkiye geleceğini ve koşullarını uzlaştırmak gibi güç bir durumda kaldıkları düşünülmeli. “Bizdenliği” sağlam temellere oturulamamış, bu eklektik çabalar, sonunda bol miktarda yabancı mimar ithalinin  nedenlerinden sayılarak suçlanmalarına da sebep olmuştur [Özkan, Agm].
Al Sana "ojiv" Kemer !, Peki n'oldu ?
Büyük Postahane, Arka Cephe Pencere Detay
 Evet, farkındayım laf uzadı epey ama, bu da bir blog yazısı nihayetinde. Hobyar Mescidine geliyoruz.  Vlora Han’ın olduğu caddeden, Ankara caddesinde yukarıya doğru  bir parça yüründü mü sağda, köşesi köhne görünüşlü ama vitrini pek şık çerçevelerle dolu gözlükçü bulunan  bir cadde açılır: Aşir Efendi Caddesi [8].  Tam büyük postanenin arka cephesine paralel bu genişçe alana hafta içi günlerde  kırmızı Fargo/DeSoto/Chrysler kamyonet, hamal, bağırış çağırış, küfür kıyamet  ve  kumaş topu yığınları yüzünden biz insanların girmesi pek mümkün değildir. Başka bir yer kalmamış gibi İstanbul’un bu son ve en iyi korunmuş 19. Yüzyıl   bölgesinde nişan bohçası, tüylü metres terliği, nişan  tuvaletleri için kumaş toptancılığı yapılır  sabahtan akşama, haftanın beş günü… İş bu caddenin ortalarına doğru ve tam postanenin arkasındadır bizim Mescid.
Fatih Belediye Başkanlığını yapının duvarında yer alan  ve sayfaları yıpranmış eski kitap aromalı plaketine göre (üstünde, adını gösterir plaketin tam ortasından doğal gaz borusu iniyor aşağıya doğru, dolayısıyla  okumak  o kadar da kolay değil!) Yapının aslı 1473 yılında yapılmış, anlaşılan ilerleyen yıllarda da tümüyle harap olmuş. Yeni postane inşaatı  (1905-1909) sırasında da  Vedat  ve Mimar Muzaffer Bey’ler [9]  tarafından yeniden yapılmış.
Osmanlı Neoklasizmi ile  inşa edilen bu yapının eski yapı ile hiçbir benzerliği yok doğal olarak. Dikkat çekici olan, egzotik, oryantalist ve  klasik Osmanlı yapı  detaylarının, yenilikler üretmeye açık  akademik bir klasisizmle yeniden üretilmesi.  Bunun da baş dönmesi, mide bulantısına neden olmayacak tarzda kotarılmış oluşu.  
Ampir tarza göndermeler yapan çatı formu, Osmanlı klasik saçak dikmeleri, mukarnaslar ve dış cephedeki çinileri, Arap, Hint Mimarisi kokulu minaresi ile ilginç,  zengin ve özenli  bir yapı. Bütün bu eklektik form ve biçim yakışıklığına tek uymayan, yapının doğu bölümüne 1987’de yapılmış ek! Açık renk ahşap kapısı, acemice saçak-dikme tekrarı ile yapının zarafetini bozmaya and içmiş bir görünümü var.  Moraliniz bozulmasın diye fotoğrafını basmayacağım.

Mimar Kemalettin Bey’in Kamer Hatun, Yeşilköy, Bostancı, Bebek  camilerinin  aksine, Hobyar Mescidi Vedat Bey’in projelendirdiği tek cami.  Halen rahatsız edilmeden (yapılan o eki, o eke çakılı “plaketi”, o ekin duvarından inen doğal gaz borusunu saymazsak) durup dururken, gidip keyfine varmakta yarar var.

Nur içinde yat Vedat Bey.
BvP

Edited by Miki

Fotograflar: BvP
…………………………….

[1] Bu IV. Vakıf Hanı  İstanbul'a beyaz bir atla girme heveslisi Mareşal Franchet d'Espérey'nam pezevenk'te  pek beğenmiş olmalı ki,  İstanbul'un işgali sırasınca Fransız Kuvvetlerince karargah olarak kullanılıyor.

[2] Raimondo d'Aronco' tarafından tasarlanan bu muazzam apartmanın sahibi Bay Botter II. Abülhamid  Han Hazretleri Efendimizin hususi terzisi! Ne kadar süre ile hükümdar’a o sıkıcı siyah paltoları dikti bilmiyorum ama,  ısmarlama elbise işinde -en azından- bir zamanlar iyi para  olduğunu söylüyor yapının her tarafı.
 [3] Vedat Bey’in eğitimi gerçekten pek fena... Galatasaray Lisesi’nin ikinci sınıfından Paris’e gider, “Ecole Monge”den sonra “Academie Julien”de resim, “Ecole Centrale”de mühendislik okur.  Yüzlerce kişinin katıldığı yarışma Sınavını kazanıp “Ecole National de Beaux Arts”a seçilen dokuz kişi arasında yer alır. Mimarlık öğrenimini tamamladıktan sonra Roma Ödülü’ne (Prix de Rome)  çalışmak ister ama yabancı olduğu için kendisine izin verilmez.  Hocasının Fransız Cumhurbaşkanı’na başvurması sonucu izin alınır ve buradaki çalışması sonucu kazandığı “Legion d’honeur” nişanı kendisine sonraları yurda döndükten sonra verilir.
 [4] ÖZKAN, Süha: Mimar Vedat Tek. Mimarlık . Sayı 11-12. S. 45-51 Aralık 1973.

 [5] Geç dönem Osmanlı Mimarlığının bu çok karakteristik ve görkemli örneği hem Posta ve Telgraf Nezareti’nin yönetim merkezi hem de, merkez postane olarak tasarlanmıştır. Yapının biçimlenişinde bu ikili programın etkilerini görmek mümkün.  Detaylara gösterilen önem ve  ileri bir yapı teknolojisi ile (putrelli döşemeleri, orta holü örten strüktür, merkezi ısıtma ve havalandırma sistemleri)  yapılmış göz alıcı bir yapıdır. Genişçe yazmak pek anlamlı değil, hakkında epey malumat var. Bakalım o ne zaman otel olacak!
[6] Seçkin demişken...Unutmayalım;  Vedat Beyimizin babası Giritli Sırrı Paşa, Annesi Leyla Saz Hanım!  Kız kardeşi Piyanist Nezihe Beler. Yusuf Razi Demirel’den başka elektrik Mühendisi bir erkek kardeşi daha var.

[7] Zeki Sayar’ın Mimarlık Dergisinin “Mimarlığımız 1923-1950” araştırmasına verdiği cevaptan alıntı. “Milli karakteri ifade eden mimari üslup için düşünülen temel özellikler neler idi?” Mimarlığımız 1923-1950.  Mimarlık. Sayı 2. S.19-62 1973.
Cumhuriyetin Ellinci yıl hazırlıkları kapsamında Cumhuriyet Döneminin başından beri mimarlık alanında teorik ve uygulamaya dönük girişimlere katılmış kişilerin görüşlerini, değerlendirmelerini herhangi bir yorum yapmadan yansıtmaya yönelik bu araştırma muhtemelen halen konu ile ilgili en zengin makale.

Görüşleri istenen Zeki Sayar, H. Kemali Söylemezoğlu, Behçet Ünsal, Rebii Gorbon, Naci Meltem, S. Sonad, S.H. Eldem, Leman Tomsu, Şevki Balmumcu, Bedri Tümay, Şekip Akalın, Mahmut Bilen’den Sadece Sayar, Söylemezoğlu, Gorbon, Ünsal, Sonad, Meltem cevap vermiş.

[8] Yok, o mimar değil, bir din görevlisi:  18. Yüzyılda yaşamış ve  adına kurduğu kütüphane ile meşhur Şeyhüislam Reiszade Mustafa Aşir Efendi.


[9] Ağabey Yusuf Razi Demirbel’in öğrencisi olan  Mimar Muzaffer, Vedat Bey’in bürosunda çalışmaya başlıyor. Çeşitli projelerde, özellikle de Büyük Postane işinde yardımcı mimar.  En önemli eseri de,  proje yarışmasını kazanıp projelendirdiği Hürriyet Şehitleri Anıtı.