Emsallerine faiktir

Aralık 30, 2012

Didymaion

Helenistik Didymaion  | Apollo Tapınağı | M.Ö. 300 - M.S. 200
2011


Helenistik Didymaion  | Apollo Tapınağı | Kanatlı Griffon |  M.Ö. İkinci Yüzyılın İlk Yarısı
2011

2013 yılının yazılacaklar listesinde... 


Fotoğraflar: BvP

Aralık 16, 2012

Tunalı Hilmi II

Sheraton Ankara
von Gerkan Marg und Partner | 1991 
Kuğulu parkın yanından Tunus Caddesi boyunca ilerleyelim.  Bir parça yukarıda Von Gerkan nam kefere mimarın bina ettiği Sheraton oteli de sırıtıyor, göz kırpıyor filan ya, şimdilik ona bulaşmıyoruz. Zaten o hep gıcır gıcır, saçları taralı efendi  çocuk gibi. Ne doğramaları çürür, ne de bahçesinde gereksiz ot bürür. Üstelik 143 metre boyunda. 
Bu yol hem Atatürk Bulvarı boyunca dizili çoğu iddialı yapıyı ana cephelerinden değil de, arka cephelerinden ve yoğun yapı dokusu içinden seçmek,  hem de, özel kişi ve kurumlara ait nispeten mütevazi yapı örneklerini fark etmek için daha uygun. Çevre verileri göz önünde tutulmaksızın biçimlenmiş  çalışan, çoğu ilginç bu yapıların “tek başına” duruşları  onlara ilginçliklerinden pek bir şey kaybettirmiyor. 
Fakat bulvar üzerindeki güzel bir yapıdan  söz etmesem, bir iki fotoğrafını yazıya sokuşturmasam olmaz. Maalesef Emek İş Hanı’nın  arkasından -afedersiniz- bir bok görmek mümkün değil. 1960 tarihli Emekli Sandığı Mimarlık Ofisi tasarımı Emek iş Hanı. Alçak kütlenin cephesindeki güzel açık/kapalı oyunları,  yerden yükselen sağır betonarme yüzeylerin (plakların diyelim) birbiri ile açısal ilişkileri ve cephedeki şık güneş kırıcılar filan, ancak ön cepheden izlenebiliyor. Çok Katlı büro kütlesi ile de usturuplu,  dönem rasyonalizmine iyi bir örnek bence.  Bu yapı da pek çokları gibi,  çağdaş mimarlığımız içinde önemli bir yere sahip değil  (ama civarda  önemli, ipe sapa gelir örnekler de var hakkaten).  Eh, doğru ama, benzer ve çok bilinen, tekrarlanan birkaç örnek dışında, çağına benzemeye çalışan ve kıvırabilmiş bir yapıyı övmekte de sakınca yok. 
Civarda altmışların güzel ve alçakgönüllü stereotip  konut mimarisi örneklerinden bol miktarda var, nispeten de  iyi korunmuşlar. Bu yapıları zerafetleri yüzünden hep çok beğeniyorum ama, özellikle yapıldıkları dönemde kötü ahşap doğramalarla kaplı tek ve incecik cam geniş yüzeylerin Ankara gibi bir iklimde içindekineler neler yaşatmış olduğunu tahmin etmek beni üzüyor. İnsanlar belki de kış uykusuna yatıyor-du, kim bilir? Yapıldıkları dönemin modern anlayışı özellikle balkonlara vurgu yapıyor,  farklılığı oralarda arıyor. Miki'yle durup durup insanların balkonlarına dik dik bakıyoruz.  Bakmakla kalmayıp fotoğraflarını da çekiyoruz. Bi pencere açılsa aniden; bağırıp çağırmaya başlasa birileri, ne deriz? Günün pek erken bir saati de, bizim bilimsel dikiz işi sarpa sarmıyor.


Biraz ilerde dikkati ilk çeken şey Gündüz Özdeş’in 1992 tarihli  Tübitak Binası. Kulenin üzerinde, havada asılı bir çekmece saplanmış gibi!  Kalın, abartılı  konsolları, yan cephelerde  bu konsolun içine açılı otobüs yazıhanesi pencereleri ile gerçekten tuhaf. Kim oturuyor orada acaba? Esiyordur pencereleri açınca, masa üstünde kaat, maat kalmaz. Yapının mimarının “Tübitak bilimin anahtarı” anlayışı ile, yapıyı  o kabulün bir simgesine dönüştürdüğü, ama biçimi toplum tarafından ne kadar algılandığı sorulduğunda  “söylenmeyince anlaşılmıyor” dediği biliniyor. Yani, o kule uç kısmı göğü işaret eden bir anahtar (ya da, “anaktar”içinizden nası gelirse)! Bulvar tarafı bana hep çocukların şu üstüne bindiği sallanır tahta atları hatırlatmıştır ama neyse. Müellifi "anahtardır" diyor.  Mimarlığa anlamın bir göstergesi olarak bakmak fena bir iş değil, ama öz-biçim ilişkisi tam kurulamazsa… Kurulamazsa,  o vakit iş kof bir dekora dönüşüyor olabilir. 
Tübitak | Gündüz Özdeş | 1992
Tunus Caddesinden Görünüş 
Tübitak | Gündüz Özdeş | 1992
Bulvar'dan Görünüş 




















Şu pek beğenilmeyen (ah evet, epey tatsız örnekleri var da, mimar milleti neyi beğenir ki zaten ?) ikinci milli mimari akımı aromalı, pek  özenli “Derya Ap.” Dikkat çekici. Tümüyle yeni, yerel ve özgün dil yaratma çabalarının,  -hiç olmazsa bir dönem- yaygın, uygulanabilir türde mimari stile dönüştüğü farklı yapılar üzerinde görmek hoşuma gidiyor. Bu dili okuyabilmek, şifrelerini çözebilmek için mimarlık eğitimi gerekmiyor. Zaten yapılar da yalnızca mimarlar için üretilen nesneler değil. Balkon çıkmaları altındaki destekleri, saçakları ve alt kottaki girişe uzanan merdiveni ile gerçekten hoş. Bu terk edilmiş haliyle kısa süre sonra yok olacağını bilmek de o kadar  iç burkucu. 

Derya Apartmanı | Tunus Cad. | 1940'lar

Devam Edeceğim, 

BvP 



Aralık 13, 2012

SALT



 
Bu çok güzel  tavan   Karaköy  Voyvoda caddesindeki Osmanlı Bankası Binası kat merdivenlerinin üstünü süslüyor. Mimar Alexandre Vallaury   (veya Osmanlı Türkçesi  söylenişi ile  “Valluri”)   tasarımı  kocaman göz alıcı yapı yarı yarıya Osmanlı Bankası ile  Merkez Bankasına ait. Merkez Bankası kendi bölümünü paracılık  faaliyetlerinde kullanmaya devam ediyor.  Halen Osmanlı Bankası Binası olarak anılan diğer yarı ise,   içinde bulunmanın insan evladına çok iyi geleceği;  sergi alanı, kütüphane ve kamuya açık geniş bir arşiv, kütüphane ve Banka'nın müzesine dönüştürülmüş. Geçen hafta sonu MKD’yi Miki’ye sepetleyip buradaki Atatürk Kültür Merkezi sergisini gezeyim, iki satır şey  öğrenip, adam olayım diye düştüm yollara. Evcek sabahın köründe uyandığımız için binanın önüne vardığımda güvenlik görevlisi kahvaltı ediyordu.  Doğal olarak böyle entelektüel aktivitelerin meraklısı o saatte uyanamadığından, saat  12:00 de açılıyormuş! Neyse, orada burada biraz  sürttük te vakit geçti.


Bu Manzaraya Karşı Simit mi Yesinler?
Evet, maalesef günümüzde  içine sanat, sergi mergi türü yeni işlevler  giydirilmiş her yapı gibi, bunda  da işemenin ve el yıkamanın çok zor olduğu  modern ötesi tasarıma haiz  tuvaletler, zengin, rafine entelektüel taifesi çoluk çombalak (Aleyna, Ceylin) [1]  pazar sabahları kahvaltı etsin, akşamları da baş başa  sofistike tadlara koşsun diye  kazık ve züppe bir lokanta, kafe mevcut.  Fakat  var ya, o manzarayı da beleşe gazlamazlar adama. Ne olacaktı yani, simit sarayı mı? Eskiden pek ucuza Osmanlı Bankası yayınlarının satıldığı alt kattaki kitap satış girintisinin yerine üst katta şimdi pahalı,fiyakalı kitapların satıldığı genişçe bir alan semirmiş.  (indirim filan yapmıyorlar, gidip Beyoğlu’ndaki robenson kitapçısından  internet marifeti ile alınırsa, onlar indirim yapar-mış, ama orada; membaında, etiket fiyatı neyse o!). Her şeyin bi şeyi var işte. 

Lakin, kitapçıdaki nazik delikanlı "Osmanlı Başkentinden Küreselleşen İstanbul'a: Mimarlık ve Kent, 1910-2010" kitabındaki tek bir makaleyi okuyacağım diye otuz kaat vermekten fazla hazzetmediğimi ossat anlayıp,  kütüphaneye gitmemi, orada okumak için deli gibi kıvrandığım yazının fokopisini çektirebileceğimi, üstelikte beş para almayacaklarını “ekmek musaf çarpsın” diyerekten deklare etti. Hemen seyirttim tabii. Yapının merkezini oluşturan iç avluda çok ustaca üstesinden gelinmiş bir işlev bu kütüphane. Aşağı kata inen kasa dairesinin kocaman kapısı, pleksiglas la korunmaya alınmış nadir kitap rafları, şık masaları, kocaman bilgisayar ekranları ve ortaklıkta ilim irfan , feyz peşinde koşan beybileriyle cennet gibi bir yer. Bankodaki çok nazik hamfendiye (şişmanca bi hamfendi daha vardı, o da nazikti belki ama, konuşamadık. Bişeyler atıştırıyordu)  maruzatımı bildirdim, sağolsun “kılığını kıyafetini gören adam zanneder amma  otuz kaatlık kitap pahalı geldi herhal  yiğenim” diyip aşağılamadı, hemen seyirtip mevzuubahis kitabı elime tutuşturdu. Benden önce fotokopi makinasının önündeki deyyus  tuğla kadar bir kitabın bir yerlerini kopyalamakla meşguldü ama, sevabına sırasını bana verdi. Çok şükür kaat kopyalama  işini hallettikten sonra, burada daha önce gezdiğim  iki serginin [2] gazı ile, yine çok sıkı olacağını düşündüğüm şeye doğru  davrandım yukarı.


Boyuna Kesit Maket | Atatürk Kültür Merkezi | Hayati Tabanlıoğlu |1969
Niyet iyi, malzeme iyi amma, netice nakıs şeklinde özetlenebilecek; bir odaya hapsolmuş karanlık ve izlemesi zor, kulağa mimarlık açısından heyecan verici şeyler üflemeyecek bir sergiydi karşımdaki  maalesef. Tek öğretici yanı Hayati Tabanlıoğlu’nun gerçekleşen projesinin öncesinde tasarlanmışları görmek oldu. Paul Bonatz’ın ve yapılarını çok sevmeme rağmen, Rüknettin Güney’in çizdiklerinin mevcut usta işi modern yapı ile boy ölçüşebilecek kalibrede olmadığını gördüm içim burkularak. Mimarlık adına kulağa bir şeyler üflemiyor dedim ya, her dediğime inanmayın.  Serginin dışında, holde yapının  bir maketi var. Kesit halindeki bu maket son derece öğretici ve etkileyici. Üstelik, oraların mülk sahibiymiş gibi görünen bir bey “fotoğrafını çekebilir miyim” şeklinde  yönelttiğim soruya,  yüreğimin yağlarını eriten “binadaki her şeyin fotoğrafını çekebilirsiniz” cevabını verdi! Genellikle bu tür müze sergi, bok püsürde ne ske hizmet ettiğini anlamadığım bir  fotoğraf çektirmeme modası çıktı kaç zamandır (Sabancı Müzesi pek meraklı mesela, sergilerde fotoğraf çektirmemeye). Kitapçıdaki nazik delikanlıyı, Kütüphanedeki hoş hamfendiyi ve aşağı yukarı süratle hareket eden o cam şeyin bir asansör olduğu konusunda beni aydınlatan güvenlik insanlarını aklıma getirip, “Tuvaletleri bir parça tuhaf  buranın ama, çalışanlarının nezaketi, yardım severlikleri on numara” diye düşünerek güzelce çektim fotoğrafları.

Binadan çıkarken  duvarda güzel, öğretici bir yazı gördüm.  "EXTRA  FORTUNAM EST QUIDQID DONATUR AMICIS; QUAS DEDERIS, SOLAS SEMPER HABEBIS OPES" demiş bilge bir kişi.  Elbette benim aklım ermez böyle şeylere de, sanki serbest çevirisi   "harcadığı ve bağışladığı kişinin kazancı, biriktirdikleri ise kaybettikleridir" olabilir gibi geldi.
Özetle, sergi beklentileri karşılamasa da, yapı ve insanlar itibarı  ile her zaman gidilesi bir yer. SALT’ın internet sitesinin fevkalade sofistike  tasarımı yüzünden belki bulamazsınız, anlayamazsınız diye yazayım :  "Modernin İcrası: ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ, 1946-1977" sergisi 6 ocak 2013’e kadar açık.

Aslında amacım yapıdan ve Vallaury’de genişçe bahsetmekti ya, laf çok uzadı. Ama bir ara  kessin yazacağım, Osmanlı Bankası Binasını da, Voyvoda Caddesini de.

Entelektüalitenin aydınlığı sizlen olsun.

BvP
Fotoğraflar: BvP
............
[1] Bu şık isimler şu güzel blog'dan

[2]  Bunlar 2006 ‘dan “Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor” Türkiye’de Hayat Tarzı Temsilleri 1980-2005 ile  2009 Tarihli,  Sedad hakkı Eldem ile Retrospektif  sergileriydi. Özellikle “Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor”un sergi kataloğunu, ki halen satıyorlar, hararetle tavsiye ederim.

Aralık 02, 2012

Tunalı Hilmi



Büyük Şefler, Camiler, "Rezidans"lar.
Dolu Dolu On Yıl 
Ankara’ya her gidişte  gaza gelip, kentin müthiş yapı stoğu ile ilgili bir şeyler yazmaya kalkıyorum ama, sonu araya giren bin bir türlü başka şey ve –hadi, açığını söyleyeyim- tembellik yüzünden hüsran oluyor. “Müthiş yapı stoğu” ile  kastım,  hangi saiklerle tercih edildiği ve  yapılaşma kararlarının  ne türlü şekillendiği benim için tümüyle anlaşılmaz alanları kaplayan, Orta Anadolu insanının yanıp tutuştuğu türlü özlemin  yâresine melhem çok katlı konut yığınları değil tabii. Bu yığınlar için  esas anahtar türlü geometrik formların yapının orasına burasına – tercihan tepesine – akla ilk nasıl gelirse öyle yerleştirilmesi sanırım. Cephe için de bu yaklaşımın iki boyutlu olanı fazlasıyla yeterli. Son on yılın fazlasıyla zenginleşen/zenginleştirilen başkentinde farklı olma dürtüsü genellikle  postmodern mimarlığın zaten tüketilmiş klişelerinin iç bayıcı bir sığlıkta ve sıklıkta tekrarı ile   ete kemiğe bürünüyor. 
Herkesin kazandığı veya kazanmayı hayal ettiği paraya göre bir şeyler var burada. Yapımı alengirli, dolayısıyla pahalı betonarme tuhaflıklardan, çocuk kakası rengi plastik yüzeylerle kaplı,  bir zamanların btb ile halı deseni sıvalı alçak yol kenarı apartmanlarına  kadar. Yapıları üreten ve tüketenler arasındaki bu zevksizlik ittifakı gerçekten göz alıcı. İş eksen değiştirip, daha iddialı, daha ciddi bürolar tarafından tasarlanmış  ve  kentin her yerinde ossuruk ağacının süratini yine aynı ağacın sefaleti ile birleştiren,  bok sineği gözü tonlarında yeşilden maviye çalan camlarıyla  “plaza”lara gelince şaka olmaktan çıkıp, düpedüz korkutucu  bir hal alıyor.  Ama esas ürkütücü olan; bu yapıların bir kısmının yeryüzünün en acayip, işlevleri en anlaşılmaz hükümet ajansları tarafından işgal ediliyor oluşu.  

Pis hastalıktır haaaa. 
Yıllarca “Şap Enstitüsü”, “Toprak Reformu Genel Müdürlüğü”, “Gübre Sanayii T.A.Ş.”, hıyar adlı bitkinin  standardı ile uğraşan “Türk Standartları Enstitüsü”  gibi devlet kurumlarına güldüm durdum (Toprak Reformu Genel Müdürlüğü  hala güldürüyor). 70’lerden kalma büro mobilyası donatılı, bol paça pantolon, geniş  yakalı gömlek, ceket giyip  kocaman şal desenli kravat takan,  uzun favorili, tozlu ayakkabıları ile  bir grup insanın sürekli sigara içerek, sigaralarını kocaman cam küllüklere söndürerek çalıştığı kurum fikri ne  güzel değil mi?  Zamansal bir kabızlık içinde debeleniyorlar... Takvimler hep bin dokuz yüz yetmiş beş. Yıl bitiyor, 31 Aralık 1975. Yeni yıl geliyor takvimin ilk yaprağını bi koparıyorlar,  “cart”… 1 Ocak 1975! 


Enver Tokay, Teoman Doruk,Behruz Çinici
DSİ Genel Müdürlüğü, Ankara | 1959-1967
Zemin katına  bir hazır giyim mağazası konuşlu,  ana girişine otopark bariyeri monte, hepten cam cepheli  “Yurtdışındaki Akrabalar ve  Eş Dost  Başkanlığı” binası ile  bi parça aşağıdaki Avrupa Birliği Birşeyi Başkanlığı"nı görünce, 60’lardan kalma btb kaplı cepheleri, zarif cephe bölümlemeleri, harikulade girişleri ile  Elektrik İşleri Etüt İdaresi,  Toprak Reformu Genel Müdürlüğü gibi kurumlar, Doğu Kıyısı Üniversite Kampüslerini andırır peyzaj içerisindeki 50'li, 60'lı yılların diğer devlet yapıları başarılarının devamını son Türk devleti durdukça  durasıya var olmalarını arzuladığım kadim dostlara dönüştüler. Sanırım son yıllarda kamu kurumlarının sakil ve zevksiz yapı ihtiyacı teşebbüs-i şahsi tarafından karşılanıyor. Çeşitli renk ve tonlarda cam rengine haiz  bir plaza arzı var devamlı. Ama arzın da talebi oluyor  demek ki... 

Altı  Kaval Üstü Daire Başkanlıkları, Konya Yolu, Ankara 

Hemen moral bozmaya gerek yok. Ankara’da bunların dışında miktarda özel kesime ait hatırı sayılır miktarda ilginç yapı da var. Mesela, Tunalı Hilmi civarında, Tunus caddesinden  aşağıya, Kızılay’a doğru inerken, insanın dikkatini çeken (“insan” kelimesi  burada akil, çevresine duyarlı, dikkatle bakan memeli manasında alın) bir grup yapıdan söz etmeli.

Emin Onat | Hayat Yapı Kooperatifi | 1956
Ama, aşağıya inmeden, kuğulu parktan bir parça yukarıda Emin Onat’ın [1] son yapılarından 1956 tarihli Hayat Yapı Kooperatifi’ni ıskalamayalım.

Ankara Lisesi mezunları ve dönemin ileri gelen bürokratları için 1956’da yaptığı projeye 1958’de başlanmakla birlikte mali olanakların kısıtlılığı nedeniyle 1967’de anca bitirilebiliyor (O zaman Ankara gerçekten bir memur kentiymiş). Orijinali dokuz katlı olan ve  “kendine yeten bir konut birimi” olarak yapı programında yer alan toplantı/sinema salonu, teras katındaki kulüp, çatı bahçeleri, pastane gibi ortak kullanım birimleri yine parasızlıktan programdan çıkarılması gerekiyor. Bu haliyle sıradan bir kent apartmanına dönüşmüş olsa da yine de dikkat çekiyor ve çok bakımlı. Modern yaşamın konut kavramına eklemlediği farklı ihtiyaçları, karmaşık fonksiyonları bir arada sunmayı amaçlayan  bu tür hırslı  konut grupları  İsviçre doğumlu Fransız mimar  Le Corbusier’in savunuculuğunu yaptığı bir fikir.  En önemli örneği ise 1947-1952 arasında Marsilya’da  inşa edilmiş   Cité radieuse. Yapı büyük beğeni topluyor ve dönemin konut tasarımlarını büyük ölçüde etkiliyor [2]  Uygulanmamış olsa da konut grubunun fonksiyon zenginliği, zemin katı topraktan koparan kolonlar (piloti) üzerindeki yatay kütle, önemli bir görsel işaret olarak balkonlara yapılan vurgu türü öğeleri ile Hayat Yapı Kooperatifinde de aynı etkiyi görmek olası. 


Haluk Baysal-Melih Birsel | Hukukçular Sitesi | 1960
Bir dönem üretilmiş ve ciddi, özenli  tasarım süreçleri sonunda şekillenmiş oldukları her hallerinden belli bu yapılardan Haluk Baysal-Melih Birsel tasarımı, 1960 tarihli İstanbul, Mecidiyeköy'deki Hukukçular Sitesini atlamayalım. Faklı nitelik ve nicelikteki dublex, yarı dublex ve normal daireleri  tek blokta toplayan ve bunları cepheye yansıtan plan oyunları,  sağır cephelerindeki usta işi açıklıkları ile, atlanabilir bir şey değil zaten. Yanı başındaki çirkin alışveriş merkezi yüzünden bir parça cüceleşmiş, bakımsız ve şiir gibi cephelerinin bir kısmı cep telefonu sapıklığına kurban gitmişse de, halen dikkat çekici. 


Nejat Ersin | Meydanlar Yapı Kooperatifi | 1957 
Ankara’da, aynı tarz ile baş edebilecek tek bina, yukarıda Cinnah Caddesi 19 numaradaki 1957 tarihli Meydanlar Yapı Kooperatifi. Mimarı Bay Nejat Ersin.  Maalesef şimdilerde bakımsız ve yorgun, çevresindeki yeşil örtü yüzünden anlaşılabilir fotoğrafları bile çekilemiyor.  Ama güzelliğinden ve çarpıcılığından eksilen hiçbir şey yok.  Nejat Ersin Ankara’lı bir mimar ve S.H. Eldem bu kentteki diplomatik yapılarının uygulamalarını onunla yapmış. Söğütözü’ndeki Renault-Mais servis istasyonu da onun 1973 tarihli bir yapısı. Maalesef başka projelerini bilmiyorum [3].

Devam edeceğim.
BvP

Edited By Miki 

Fotoğraflar BvP, 2010-2012

[1] Anıt Kabir’in mimarı olarak ünlenen ve erken bir yaşta hayatını kaybeden bu çok parlak mimari kişiliğin tasarımları hep söz konusu yapının gölgesinde kalmış gibi. Oysa, Ankara’da da dikkat çekici yapıları var. İ.Ü. Fen ve Edebiyat Fakülteleri 1944 (Sedad Hakkı Eldem ile) Yarışma ile  projelendirilen  İstanbul Adalet Sarayı 1951-1955 (Sedad Hakkı Eldem ile) Anıtkabir dışında en bilinen yapıları.

[2] Fakat daha eskisi ve acayibi var. Moskova’daki Narkomfin Binası! 1932’de tamamlanan ve  “kolektif yaşam” ütopyasını kulaklara üfleyen yapı bugün Unesco’nun “tehlikedeki binalar” listesinde.

[3] Mimarlar Odası Ankara şubesi “Bina Kimlikleri” Söyleşileri” kapsamında, Aralık 2010’da bu yapıyı konu almış. Oda’nın sitesinden bu söyleşinin basılıp yayınlandığını öğreniyoruz. Belki özel olarak yapıyı konu alan bir yazmalı.