Emsallerine faiktir

Kasım 16, 2015

Moskova Metrosu ile İlgili Bikaç Şey


Arbatskaya |15 Mayıs 1935 | Vestibül  ve İstasyon Mimarı : L.S. Teplitsky
 
Giriş Holü (vestibül)'ün dikkat çekici yıldız formu II. Dünya Savaşı Sırasında Alman Bombardıman uçakları için kolay bulunur bir hedef oluşturmuş. 1941'deki bir hava akınında  giriş ve hatlar ağır hasar alınca, hat tünelleri daha derine indirilerek tekrar yapılmış.  
 
Moskova Metrosu (şimdilik) üç yüz küsür kilometre uzunluğundaki hatları ve (şimdilik) 197 istasyonu ile,  yeryüzündeki ikinci büyük metro sistemi. Yukarını soğuğuna, trafik keşmekeşine takılmadan kolayca seyahat imkanı sunuyor.  Ama  işler o kadar basit değil işte. Kente yapılacak her  türden gezinin en az  yarım gününü köstebek gibi yer altına inip bu metronun  istasyonlarını gezmeye ayırmak gerekli. Uzun bir zaman aralığında üslendiği  ideolojik  görevi artık kaybetmiş olan bu çok ilginç yapı grubu Sovyet sanatı ve “homus  sovieticus” hakkında bir şeyler görebilmek için  son derece elverişli,  etkileyici bir yeraltı müzesi. Üstelik haftanın yedi günü  sabah 05:30 gece 01:30 arası açık…
 
Smolenskaya | 5 Nisan 1953 | Vestibül : A.F. Strelkov, O.A. Velikoretsky |
İstasyon :  I.E. Rozhin, G.P. Yakovlev
 Metro sürekli büyüyen önemli bir kentin toplu taşıma sorunlarına çözüm arayışı olmanın ötesinde, otuzlarda Sovyet insanının ve yeni serpilen rejimin nelerin üstesinden gelebileceğini dünyaya, özellikle de batıya  ispata yönelik bir “sosyal sorumluk projesi” olarak ele alınmış. Moskova’yı Dünyanın proleter başkenti yapma heves ve iddiasındaki yöneticilerin  basit ve fonksiyonel olması gereken bir sistemi   gösterişli  yeraltı tapınaklarına, saraylarına dönüştürmesi başlı başına ironik bir durum olmasına, üzerinde düşünülüp, dalga geçilecek nice zeminler sunmasına, benim de  uğraşsam epey edecek lafım olmasına rağmen bu yazıda gerçek bir gezi bloggeri gibi davranıp, istasyonlardan örnekler vermekle yetineceğim. Yine de konu ile ilgili entelektüel sevdalarınıza hürmeten,  http://russianinmoscow.ruslang.ru/doc/A_metro_o linkindeki makaleye göz atmanızı öneririm.
Teatralnaya | 11 Eylül 1938 | Vestibül : L.M. Polyakov | İstasyon :  I.A. Fomin
“İstasyonların adlarını da   Kril alfabesi ile yazmışlar, çıkışın bile nerede olduğu anlaşılmıyor”  kapsamı  hezeyanları bir kenara bırakırsanız son derece basit ve iyi işleyen bir sistem bu.  Kolay ulaşılabilir istasyonları,  bir buçuk iki dakikayı aşmayan bekleme süresi ve ucuzluğu müthiş. Vagonların  spartan ve fazla modern olmayan görünüşleri   istasyonların ve  aydınlatma elemanlarının  art deco  havası ile  birleşince ortaya bir köhnelik, bir  tür “Blade Runner” filmi atmosferi yaratıyor olsa da, aldanmayın. Gerektiğinde müthiş bir süratle  gidebilen (bazı istasyonlar arası mesafe epey fazla), usturuplu bir şekilde yavaşlayıp, sarsılmadan duran cihazlar, hiç durmadan gelip gidişleri ve buna bağlı türlü cambazlık,  çok sayıda işinin ehli insan tarafından  yönetilen, bakımı yapılan mükemmel bir sistemi işaret ediyor.  Bizim gibilere de  ister istemez “ulan bu metroysa, bizdeki ne?”  sorusunu sormak düşüyor.
Marsça yazılmış bile olsalar, her istasyonun zemininde kullanmak istediğiniz hattın rengini gösteren yönlü oklar mevcut.  Bu okların takibi ve her yerde bulunabilen metro haritası (metro çıkışları ve terminallerin  tam ortalarında   bu haritaların büyüğü ve istasyon adları Latin harfleri ile yazılı olanları da var)  ile gidilecek yönü kolayca bulmak mümkün.
Turistik cehaletten iyice bunalıp muhtelif refleksler geliştirmiş Moskova Metrosu bilet satış çalışanları gişe önündeki hal ve tavrınızdan sıkıntınızı ossat anlayıp, bir kağıda yazdıkları “şu kadar binişe, şu kadar ruble” formülünü camdan yüzünüze dayıyorlar.  Size düşen,  müsait miktarda Rus parasını cepten çıkarıp, teyzelere ulaştırmak. Hemen bileti basıp size taktim ediyorlar.  Miki camın önündeki çizelgeyi kan dondurucu bir dikkatle, 8 saniye filan inceleyip 24 saat boyunca sınırsız [1] kullanılabilir bilet almamızın daha iyi olacağına kanaat getirdi. Pazarlık etmediğine de ayrıca şükrettim. Çünkü başka ülkelerde gözüne kestirdiği müzelere bizim “Müzekart” la girme teşebbüsleri, üstelik başarmışlığı var. Bu biletler ayrıca  o kentte de bulunan “Hafif Metro” saçmalığında, hala mevcut ve kullanılan “Troleybüs” [2] acayipliğinde ve Otobüslerde de kullanılabiliyor.  Ez cümle,  şu mavi kartlardan bir tane edinmek  kentte yapılabilecek en makul işlerden biri.
Kentteki dikkate değer her istasyona girip çıkacak,  dikkatle bakacak vaktimiz olmadı doğal olarak. O yüzden bu yazının sonrası dikkatimi çeken ve fotoğraflayabildiğim birkaçını içeriyor. Gelecekteki seyahatlerde listeyi zenginleştirmeyi ümit ediyorum.
Lubyanka | 15 Mayıs 1938 | Vestibül:N.A Ladovsky | İstasyon : D.F. Friedman, I.I. Loveliko
 
……………
Bvp,
Fotoğraflar: BvP

[1] 24. Saatin ne zaman biteceğini  akılda tutmakta, hatta bir yerlere yazmakta yarar olabilir.
[2] Otobüs biçiminde ama elektrikle çalışan bu araçlardan altmış ve yetmişlerde İstanbul’da  Taksim-Bebek hattında da  kullanılırdı.  Düz, kıvrımsız geniş yollar ve sıkışık olmayan bir trafik için tasarlanmış İtalyan malı bu cihazların  “boynuzları”, dar ve keskin virajlı İstanbul yollarında elektrik aldıkları hattan çıkar,  şoför de  inip yerine takardı. Galiba seksenlerde taburcu oldular. Ama Moskova’dakilerin boynuzu filan çıkmıyor, şakır şakır çalışıyorlar.

Kasım 12, 2015

Moskova I


Diktatör Olsam, Matruşkamı Yapabilir miydiniz ?


Yetmişlerin sonuna doğru Alparslan Türkeş  konuşmalarında araya mutlaka bir- veya birkaç-  “koomi-nisss-leeeer” sıkıştırıverirdi. Havanın ağız ve burundan aynı anda verilişi ile gırtlaktan çıkan, hem ifade ettiği anlam hem de söyleyen itibarıyla oldukça ürkütücü bir sözcüktü bu “koomi-nisss-leeeer”! 

Evet, Ürkütmeyecek Gibi Değil | Vera Mukhina | İşçi ve Çiftçi Kadın 1937 | Moskova 2015

Hah, işte onların ülkesi, hatta başkenti Moskova’ya kısa bir gezi yaptık kısa zaman önce. Şimdilerde böyle gezilere çıkmadan önce adet, gezi bloglarına bakmak. Daha önce oralara gitmiş fikir ve görgü erbabından ne öğrenebiliriz saflığıyla bin bir türlü saçmalık okuyup, Kızılmeydanda  türlü pozda  çekilmiş birbirinin aynı sayısız  ve anlamsız  fotoğrafa (Tek bir blogtan bahsediyorum. Eğer g.tüne güveniyor,  “ben bi oturuşta  10 gezi bloğunun hakkından gelirim” diyorsan… O senin bileceğin iş) bakmak suretiyle helak olduk,   siz olmayın. Zaten bu da öyle bir gezi yazısı değil. Ama o kadar zırvayı okumuşsanız, bunu da okuyup belki bir iki yararlı malumat edinirsiniz.


Yeni Arbat | Moskova 2015
Ziyaretine gittiğimiz moskof uşakları doksanların o acıklı fıkralarına [1] ve ilk elden tanıklıklarına  konu görgüsüz ve üstelik zavallı  halk değil.   O zamana dek  gördükleri, bildikleri her şeyleri alt üst olmuş  ne yapacağını bilemez halde ilk ulaştıkları Türk toprağı olan  Karadeniz  kıyılarında  -özellikle de Trabzon’da-  karşılarına çıkan her  nazik, kibar ve kadın ruhundan anlayan beyefendiye (afedersiniz) ücreti mukabili “veren” beyin cerrahları, deniz hukuku avukatları, doktoralı kütüphaneciler  filan artık hep  işlerinin başına dönmüşler. Herhalde  rugan çizmeli, orlon  kısa kazaklı karılar Laleli’de alış ve veriş yapıyor, atletli, hayvan gibi herifler de Alanya’daki boktan otellerde içip  ortalığı birbirine katıyordu. Etrafta hiç o marka insan yok. Bilmiyorum yani,   orasını çözemedim. 
Kızıl Meydan Hatırası | Moskova 2015
Bir şeyler sorduğumuz hemen herkes pek nazik ve  çoğu Rusçadan başka bir dilde  tek kelime edemez halde olmalarına ve hiç gülümsememelerine (o hepten alışık olduğumuz, “turiste, yabancıya yavşaklık”  yok diye ikinci bir okuma yapın) rağmen  oldukça   yardımsever.

Gidiş-Geliş, Yeme-İçme, İnsanat  Halleri :

Rusya’yı Vladimir Putin isimli,  nur yüzlü bir zat idare ediyor. Kendisinin  çok maharetli bir beyefendi olduğu belli. Orada bulunduğumuz zaman zarfında  özellikle tişörtler üzerinden muhtelif maceralarına  şahit olduk. Kah kocaman bir ayıyı ehilleştirmiş üzerine biniyor, kah ustaca idaresinde olduğu  askeri tayyare  veyahut helikopter içerisinden kafasında pilot kaskı ile el sallıyor, kah fezaya çıkıyor,  kah karanlık denizlerin derinliklerine dalıyor,  bazen de ringe çıkıp kara kuru sıska bir oğlanı  dövüyor. Pek cevval bir adam.
"Bi Çaktım, Ağzı Burnu Yamuldu" |Metro İstasyonunda Dükkan Vitrini | Moskova 2015
Moskova epey uzakta bir diyar, biz uçağı tercih ettik. Size de tavsiye ederim, öyle daha rahat oluyor.  Kanatlı at şirketinin cihazlarından biri içinde yaklaşık üç sıkıcı saat geçirip,  “Domododevo” adlı büyükçe bir  hava limanına indik. Uzun süren pist gezintisi sıkıcı değil, etrafta başı boş bırakılmış (gibi) görünen çok sayıdaki kargo ve yolcu uçağını seyrederek hoşça vakit geçirme imkanı var. Yalnız pasaport kontrolü de hiç beklediğim gibi değildi. Kafalarında kocaman vizon kalpaklar olan dev gibi , suratsız pasaport polisleri olacak, anlaşamayacağız, saatlerce  bi yüzüme  bi yol kaatlarıma bakacaklar; “ niye geldin?”, “nerde kalacaksın?” diyecekler, dik ve ters cevaplarıma sinirlenip, sonra  bizi tepesinde çıplak ampul sallanan… Neyse, bunların hiçbiri olmadı. Düzgün ve çabuk ilerleyen bir sıra ile çabucak çıktık.

Domododevo Hava Limanı |
 Moskova 2015
Zaten vize, tropik aşıların tam olduğuna dair kaat filan da istenmiyor. Bizi alandan alma inceliğini gösteren Azeri arkadaşımın arabası ile Rus hayat   tarzı, Türk olmanın ne muhteşem bir şey olduğu, Hazar gölü kıyısındaki askerlik anıları (ama onunki  çok ‘kebap’mış.  Sanırım biz Türklerin askerliği yer kürenin her yerinde hep çok rahat geçiyor)  ve daha çok kadınlar  ile ilgili görüşlerini dinleyerek kente giden yolda bi kaç saat geçirdik. Anlaşılan orada da belediye  oraya buraya devamlı “eser” bırakıyor ki, yapılan bir köprülü kavşak yüzünden yol çok uzun sürdü. Dostumuzdan yararlı başka bir bilgi daha tedarik ettik: Rus milleti  uçak alçalırken gördüğümüz  geniş ormanlık alandaki yerleşim alanlarındaki “yazlık” larında  (daça) hafta sonlarını çoluk çocuk geçirip ormanda mantar toplar, avlanır, nehirlerde yüzermiş. Açlıktan ve birasızlıktan gözü dönmüş Miki “höst! Yazlık dediğin yerde g.te kum girer, bira içilir, mangal yapılır.  Mantar yiyip nehirde yüzmek de ne? Kunduz mu ulan bunlar!” diyerek nazikçe görüş bildirdi.

Semer  Sote de Birazdan Gelecek |
 | Moskova 2015
Aksiliğimizin açlık ve susuzluk kaynaklı olduğunu ossat  sezen nazik  dostumuzun güzel bir İtalyan lokantasında hoşça vakit geçirme önerisini de  “Hacı, Roma mı bura?”  reddettik. Çünkü beynimizi ve midemizi bir kurt gibi kemiren o “nerede ne yiyeceğiz” sorusunun karşılığını yolculuğa çıkmadan önce  epey arayarak tedarik ettiğimiz  (fiyakalı kitapçıların seyahat bölümlerinde “Provans” rehberi bile var ama Moskova rehberi yok.  Anlaşılan herkes gezi bloglarına güveniyor) Şehir Hatları İşletmeleri kış tarifesi inceliğindeki  rehberde bulmuştuk. İkinci baskısı bile yapılmış bu  hacimsiz ama pek faydalı bilgilerle dolu faydalı eserde “Geleneksel Rus öğünü” (‘zakuski’ dersem daha iyi anlayacaksınız) diye bir şeyden bahsolunuyordu: Bolca bira ile tüketilmeye müsait  dilimlenmiş füme et, füme sucuk , tuzlanmış ve marine edilmiş muhtelif  mantar, epey yağlı domuz pastırması, salatalık turşusu, et jölesi,  füme balık ve kerevit ten oluşan bu basit  ve hazmı kolay şeylerden   yemeyi önerdik. Hayvani ürünlerin üzerine sürmek için bol miktarda yaban turpu sosu da olabilir miydi?  Oldu da  hakkaten.
Bilmediğimiz bir kentin hiç  bilmediğimiz bölümündeki  kocaman birahanede buluyoruz kendimizi. Geldiğimiz güzel, temiz ve oturaklı yerin iki salonu var. Biri Avrupa mutfağı ağırlıklı; hamburger, kızarmış patates zart zurt yeniyor,  diğerinde bizi ilgilendiren cinsten şeyler.  Önü camlı soğutucu dolaplarındaki hiç adını sanını duymadığım bira şişeleri ve iki Rus beyefendinin huzurla demlendiği masalardan birine giden kocaman kerevit tabağı  sağlam bir gelecek vadediyor. Salonun biz uzak tarafında tam teşekküllü bir sahne var. Anlaşılan gecenin bir saatinde bazı oğlanlar, kızlar çıkıp muhtelif çalgılarla kafa şişiriyorlar. Hafta içi olduğu için gürültü patırtı olmayacağı garantisi alınca içim daha bir rahatlıyor tam donanımlı masada yemeye içmeye yumuluyoruz. Her şey çok lezzetli ve taze.  Kendi yaptıkları  iki çeşit bira  da öyle. Bira içmeyen diğer arkadaş kendine bir şişe frenk üzümü suyu söylüyor. “Bi tadına bakabilir miyim” yalanı dahilinde  ondan da eksik kalmıyor, arkadaşın şişesini boşaltıveriyorum. Buradaki güzelliklerden biri de bu: ne  yenir içilirse, yanında şu hoş kokulu ve lezzetli meyve suyu veya türevleri yuvarlama adeti.  Hoş,  onca bira ve  sık aralıklarla gelen bir atımlık votkalardan sonra (o kadar yağlı şey için ya tuz ruhu yada votka gerekiyor zaten)  masayı bile hem  leziz, hem  taze bulabilirim. 
Tuvalete gidiyorum. Burada ve gelecekteki iki gün boyunca görüp dehşete düştüğüm üzere, tuvalet ve içindeki her şey bugün öğleden sonra getirilip oraya konmuşçasına temiz ve yeni! Hemen içeri koşup,  Moskova lokanta ve kahvehanelerindeki bu garip durum hakkında malumat alıyorum. Bir aralık mermer ve diğer yapı malzemeleri satıcılığı da yapmış olan dostumuz kentte tuvalet temizliği işine çok kuvvet verildiğini doğruluyor. Belki de tesadüf veya kentin en turistik yerlerinde dolaşmaktan kaynaklanan bir illüzyon olabilir. Yine de, İstanbul’un en turistik yerlerinde birkaç  kubur/kenef/hela/ayakyolu/vece  ziyaret edin bakalım.  Sonraki iki gün boyunca denk geldiğimiz tüm  tuvaletler  çok temiz.  Dikkat çeken ve faydalı başka bir durum da, bizim esnafın müşterisi olmayanın çkünden, k.çından kıskançlıkla sakındığı Lokanta, kafe tuvaletlerinin nazikçe izin almak koşulu ile kullanılabiliyor oluşu. Ertesi gün ben de defalarca (hem hava soğuk hem de bira olduğu yerde durmuyor bi türlü) bu faideli adetten yararlandım.
Moskova’da  envai çeşit yeme içme olanağı ile  her türden  gastromomik züppelik ve/veya amelelik  için geniş olanaklar mevcut.  Azeri, Ermeni (Çok kıllı ve mutlak görülmesi gerekli VDNKH’deki  Ermenistan Pavyonunun içinde –sanki- oldukça iyi bir tane var. Pavyonda ayrıca  iyi oldukları renk, şişe  ve fiyat etiketlerinden belli  konyaklar, zevksiz hediyelik eşyalar filan da satılıyor.  ‘Soykırım  Kitapçısı’ da es geçilmemiş elbette)  Sade ve ucuz  Hint, Lübnan, her taraflarından hırs akan  Fransız, İtalyan, (Kaldığımız otelin altında,  her zaman tıka basa dolu  gördüğümüz, ‘Doktor Jivago’ İsimli bir tane vardı).Çek birahaneleri, Tıka basa et yenen Arjantin lokantaları, meraklısına o hamburger zinciri. Bunlardan biri plastik bardakta ucuz bira içip, mısır cipsi kemirmek suretiyle gelen geçene bakarak  dalga geçtiğimiz  Manej Meydanının altındaki dört katlı çarşıda var. “Bulamadık, edemedik, Kril alfabesi bizi maymuna çevirdi” diyen olur diye… Fotoğrafı da var: 
Lazım Olur Diye | Moskova 2015

Ve, suşi hikayeleri… Mezkur yiyecekten çok miktarda, kaliteli ve hesaplı olarak tüketmek  mümkün. Biz de ertesi gün, buz gibi havada (Ekim ayı sonunda iki derece selsiyus !)  uzun süre sürttükten sonra Eski Arbat üzerinde suşi(de) yenen bir  yere çöküp, öyle yaptık.  resimli menüden parmağımla işaret etmek suretiyle kendime  40-45 parçadan oluşan bir başlangıç seti söyledim.  Miki o gün kendini  Victoria’s Secret mankeni gibi hissettiğinden olacak,  mantıya benzer bir şeyler  ve çorba söyledi. Halbuki genellikle bir uzun yol şoförü;  nebleyim, bir  inşaat amelesi iştahı ile yer içer. Zarif ve tatsız tuzsuz çorba kesmedi (borç: pek bir halta benzemiyor bence)  tabii. Çaresiz biraz daha suşi söyledik. Garsonumuz iyi niyetli  ve mankafa, yiyecekler ise ucuz ve müthiş olmamakla birlikte güzeldi. Ayrıca hemen her kafe, lokanta epey hesaplı "biznes-lanç" (onlar da eksik kalmamışlar şu İngilizceden apartma kelimelerden) denen sabit menüler sunuyor. Çorba-salata-içecek-ana yemek gibi.
Milli ve Evrensel: Döner  | ProspektMira
Moskova 2015
Etrafta birkaç kere Türkiye’den (döner kesen herif de dahil olmak üzere) sökülüp getirilmişe benzeyen döner büfeleri de gördüm. Yine aynı pis kokuları saçabiliyor olmaları hayret ve  hayranlık uyandırıcıydı.   Sabah kahvaltısı için metro istasyonları içindeki ufak dükkanlarda  bizdeki kenar mahalle pastanelerini andırır  form ve albenide hamur  işleri satılıyor.  Yenebilir görüntüdeki bu “şeyler” epey ucuz ve  satan yerlerin önlerinde eni konu kuyruk oluyor.  Bu da kesmezse, pek göz önünde olmayan (bazen postaneye benzeyen bir yapının içindeki döviz bozdurulan ufak dükkanın  hemen arkasındaki dar bir geçitten geçilerek  gidilen, veya bir ayaküstü kahvecisinin alt katında  gibi..) ufak ve ucuz süpermarketlerden hazır sandviç, hazır olmayan sandviç malzemeleri, taze meyve, ekmek, yoğurt vs tedariki mümkün. Burada rafta görmeye alışık olduğumuz her şey var: canın çektiyse al bi kilo kabak, yarım kilo da kıyma, otur otelde pirinçli kabak dolması pişir. O derece yani…

"CAFE MANIA"|
Lubyanka Meydanı | Moskova 2015
Hatta, bir daha gitsem asla bulamayacağım bu tür bir yerden güzel bir füme sucuk, rafdüzeltmeoğlanı danışmalığında  ucuz bir şişe konyak ve, o her yerde türlü boy ve çeşitte satıldığını gördüğümüz; üzerinde şaşkınca bakışlı, sevimli kız çocuğu resmi  olan çikolatalardan aldık. Sucuk ilk dilimden beri gayet güzel, konyak tüm ucuz içkilerde olduğu gibi, üst üste bi kaç kadehten sonra “fena değil”, kızlı çikolata ise peş para etmez çıktı (belki bizimki bayattı).
Züppeliğin Tavanı
"CAFE PUSHKIN"
Moskova 2015
Kahve içmeden duramam diyenler için o bizde olan zincir de var tabii. Bununla birlikte,  “Cafe Mania” isimli daha lüks  bir yerel kafe zinciri de sıkça çıkıyor insanın karşısına. Dekorasyonları ve (sanırım) fiyatları bulundukları yere göre az çok farklılık gösteren; temiz, şık, lezzetli yiyecek içecekleri olan ve –doğal olarak- pahalı yerler. Lubyanka meydanına bakan bir tanesinde kahvaltı edip bir gece önce akşam yemeğinde verdiğimiz kadar para verdik. Fakat helali hoş olsun; genç Rus sosyetesi nasıl giyiniyor? Nasıl yol yordam ediyor? Rus kızları hakkaten uzun bacaklı mı? Bir kafe tuvaleti ne kadar lüks ve büyük olabilir?  türü kafamı kurcalayan soruların tümüne cevap buldum. 

Konu züppelikten açılmışken, o çok meşhur “Cafe Pushkin” olayına girmemek olmaz: Ama girmeyeceğim. Sadece  aşçının sunumda  gerçekten “figür” gösterdiği isli yılan balığının  pek lezzetli, menüde kendisine yer bulduğu için özellikle takdirimi kazanan  “Sauerkraut”ın müthiş olduğunu (evet, lahana turşusu sipariş ettim, ne var?) söyleyeyim. Geri kalanı da gittiğinizde görürsünüz.
Çok kısa da olsa gezimiz sadece yiyip içmekle geçmedi tabii. Onları da  bilahare sayıp dökeceğim.  
Tavariş  BvP.
Fotoğraflar : BvP
---------
[1] “Kere” fıkrasını hatırlar mısınız? Rusya’da bir okulda yabacı ülke paraları işleniyor, öğretmen  Türk para birimini sorunca, oğlanlardan biri parmak kaldırıp:
- “Öğretmenim ben biliyorum: Türklerin parası ‘kere’ dir!”
-“Hayır oğlum, onların parası ‘Lira’. Hem, nerden biliyorsun bakayım?” -Dün gece Ablam Türkiye’den geldi. Annem onun Türkiye’den aldıklarına bakarken hep “buna kaç kere verdin?”, “peki ya şuna kaç kere verdin?”  diyordu!
Ne iğrenç değil mi? Ama gerçek payı olan bir iğrençlik.
  


Kasım 09, 2015

Maçka Parkındaki II. Abdülhamit Çeşmesi


Maçka’da Maden Fakültesi’nin karşısındaki parkın ucunda zor fark edilen bir çeşme var. Suyu filan da akmıyor,  eski tabirle “muattal”. Çocukluğumda sanki daha göz önündeydi. Şimdilerde etrafındaki çalılar, ağaçlar büyüdü, trafik arttı,  kayboldu gitti iyice.  İşte bu yitik ve mutsuz nesne II. Abdülhamit tarafından Raimondo  d’Aronco’ya  Tophane’deki Nusretiye Camii önünde dikilmek üzere ısmarlanmış   II. Abdülhamit Meydan Çeşmesi. Şeyh Zafir tekkesinin girişinde ana yapı  ile aynı üslupta tasarlanmış oldukça ufak çeşme sayılmazsa, D’Aronco’nun bilinen iki çeşmesinde biri. 
Raimondo D'Aronco | II. Abdülhamit Çeşmesi 1901 | 2015
 
II. Abdülhamit Çeşmesi 1901 |İlk Yerinde |  40'lar
1901’deki  açılış (evet, “ecdat” da böyle şeyler açıyor) sırasında çekilmiş  fotoğraftaki   insanların yüzündeki ciddiyet ve gururdan,  Osmanlı  ilk siklotron veya planetaryumu avluya konduruyor sanılabilir. Caminin  önünde 1957’ye kadar sessizce durup çeşmeliğini yaparken, Tophane-Dolmabahçe  aksındaki   yol genişletme çalışmaları sonucu  yol üzerindeki benzerleri gibi sökülüp, [1] Maçka Parkına yeniden kurulmuş.
II. Abdülhamit Çeşmesi 1901 |
Suluboya ve Karakalem | D'Aronco 1896
 
II. Abdülhamit Çeşmesi 1901 |Açılış Günü?

İki kademeli  ve çok geniş saçaklı  çatının  üstteki  kademesi  orijinal çizimde bir parça farklı  ve  sanki daha oranlı. Kurşun kaplı çatıda bitiş elemanı da daha uzun, daha olması gerektiği gibi.  Bu alt kısmı hafifçe topuzlu  dikme, çeşmeyi orijinal yerinde  gösteren fotoğrafta da dikkati çekiyor. Her taşınmada başa gelen kırıp dökme sevimsizliği burada da olmuş anlaşılan. Ayrıca suluboya desende ve açılışa ait (siklotron)  fotoğrafta net olarak seçilen  saçak tavanındaki  rokoko kalem işleri de artık yok. Ancak, bu kalem işleri çeşmenin açılışından çok kısa bir süre sonra taburcu olmuşa benziyor. Döneme ait  renklendirilmiş bir kartpostalda saçak yüzeyi dışarıya doğru bırakılmış genişçe bir bandın gerisinde boş.
II. Abdülhamit Çeşmesi 1901 |Saçak tavanına dikkat
Oldukça dar bir  prizma olan kütlenin köşelerine  üstteki alınlığı taşıyor(mış gibi yapan)  zarif sütunlar oturtulmuş. Sütunların alınlıkları, uçları köşelere tutturulmuş, boşlukta duran kumaş girlandları ve püsküllerden oluşuyor! Sırf bu son derece ilginç ve zarif numara için bile gidip bakmaya değer. Sütun boyunlarındaki pirinç bilezikler ve altındaki  (sanki papirüs veya lotus demetlerine  gönderme yapıyor diyesim var ya, bilemedim şimdi) kısa volütlerle çok güzel. Sütunların üzerindeki alınlık  dört yüzünde çeşme kitabesinin birer beyitini taşıyor.
II. Abdülhamit Çeşmesi 1901 |
Kolon Detay | 2015
 Merak edene; Ab-ı şirinin içip “bir”le dedim tarihini,  “Eyledi bu çeşmeyi bünyat Han Abdülhamit” 1319.  
Dar yüzlere sadece kitabe oturtulmuş. Geniş cephede ise kitabenin  iki yanında  hafif, usturuplu  bir bezeme var. Alınlığın dar yüzündeki bu sadelik aşağıda da devam edip,  iki yanda muslukları olmayan   güzel birer kurna ile son buluyor.  
Kurna demişken; Çeşmenin, arka yüzündeki kurna kırık ve  işenmekten kararmış bir halde açık hava tuvaleti olarak kentin/kentlinin hizmetinde. Bu yüzdeki ayna da yerinde değil. Dört yüzlü bir meydan çeşmesinin her yüzü kullanıldığına göre,  kim bilir hangi tarihte sökülüp götürülmüş. Belki taşınırken arka yüze monte etmeye üşenmişlerdir… Berbatlık yani.  
Ön yüz  musluğunun olmayışı dışında (zaten su filan akmıyor, ne gerek var) oldukça sağlam ve iyi korunmuş görünüyor. Mimarımız çeşmenin aynasını yukarıya kadar devam ettirmeyip, hoş bir akılla üst bölümünü zarif metal bir parmaklık ile bitirmiş. Bu numara  uzun ve dar kapalı yüzeyi parçalayıp hafifletiyor. İlk gün fotoğrafına bakılınca, orta parçanın, madalyonun da bir tarihte sökülüp "taburcu" edildiği anlaşılıyor.  Çeşmeden bahseden kitaplarda “art nouveau akımın güzel bir örneğidir” deniyorsa da çok art nouveau vurgulu değil bence (en azından geriye kalan).  Daha çok, “aman aynanın işleri  tantuna gelmesin, uyumlu olsun” diye oldukça sade tutulmuş gibi. Yoksa  Bay D’Aronco bu işleri kıvıramayacaklardan  değil.  Çeşme, art nouveau, eklektisizm denince aklına neler geldiğini biliyoruz. Rokoko motiflerin ustaca ve tadı kaçmadan kullanıldığı ayna gerçekten güzel.  
 
II. Abdülhamit Çeşmesi 1901 |Ecdada Saygı | 2015
Ortadaki çiçek vazosunu çevreleyen, hacim ve oranları güzel akantus yapraklı bezemeler dışa doğru ikişer plastrın üzerine oturuyor. Aralarında  birer rafla bitirilmiş maşrapa nişleri var.   Garip bir şekilde;  XX. Yüzyıl başında yapılmış bu eklektik çeşmenin bezemeleri,  döneminde yapılmışlardan daha ustaca, daha  iyi yapılmış görünüyor gözüme. Mermer işleyicinin mahareti, imalat çizimlerindeki detay seviyesi etkili olabilir. Sanki aynı maharet ve özen kütleden dışarı taşmayan o oyuncaklı kurnanın üst yanındaki bezemelerde yok. Belki bunda  temasa açık  bir yüzey oluşunun da etkisi vardır.  
 
II. Abdülhamit Çeşmesi 1901 |Ön Ayna Detay | 2015
Uzun söze gerek yok. Kentin hemen ulaşılabilecek bir yerinde bulunan ve açık hava kenefi olarak yeni bir işlev kazandırılmış, “ecdat yadigarı”  bu çok ilginç ve güzel  çeşmeyi görün, gösterin.

İyi İşemeler,

BvP,

 

Çeşme açılışın gösterir  Yıldız Sarayı Arşivinden fotoğraf ve  renklendirilmiş kartpostal “İstanbul’un 100 Çeşmesi ve Sebili” kitabından, (İstanbul’un Yüzleri Serisi-68) Kırklarda orginal yerinde gösteren fotoğraf İbrahim Hilmi Tanışık, “İstanbul Çeşmeleri” kitabından. Diğerleri benim.