Emsallerine faiktir

Eylül 27, 2009

Yol Kenarı Mescitleri

Şehirlerarası yollarda yakıt alınabilecek yerler seksenlerde az miktarda bulunur ve adına “benzinlik” denirdi. Tanımı gereği; araçlara mazot veya benzin ikmaline yarar, çatlak beton zemin üzerinde en fazla iki, haydi bilemedin dört pompa ve alçak tavanlı, pis bir kulübecikten oluşan bu “tesis”ler artık yok. Ne alacaksan alır, yüreğin mangal gibi, yeterince korkusuz ve yol kenarına ferahça sıçıp işeyemeyecek kadar toy isen helaya seyirtirdin. Duvara sıçabilir mi insanoğlu? Yerçekimine karşı verilip, kazanılmış mücadeleyi ben bu helalarda gördüm.

Yeterince işlek bir yol üzerinde oluş, işletmecinin uyanık müteşebbisliği ve ilgili tarlalara yakınlık bir araya gelmiş ise haşlanmış mısır veya acur[1] satılırdı, o kadar.

Ne yollar, ne de benzin istasyonları eskisi gibi artık. Büyük, ciddi şirketlerin amblemini taşıyan yapı grupları kurulu yol kenarlarına. Kırmızı kenarlı devasa bir deniz kabuğu tuvaletlerinin temiz olduğunun veya buzdolabındaki içeceklerin soğukluğunun garantisi. Kasa önündeki tezgahlarda cikletler, bitki bazlı cinsi kudret hapları, biraz yukarılarda envai çeşit prezervatif, çeşitli sigaralar, şuh kadın şarkıcı CDleri, ucuz güneş gözlükleri. Her şey, ama her şey var. Temizce lokantalar dahil çoğunun alanı içinde. Ufak tefek tamirat ve bakım imkanları sunanları bile var. Değişik ve çeşitli fonksiyonlara sahip olmak, pazar rekabetinin kıyasıya olduğu (kimi yerlerde sözünü ettiğim alanlar beş yüzer metre arayla dizili çünkü) bu işin olmazsa olmazı. En büyük, en ışıltılı, en lüks görünümlü olanlar yollarda seyahat edenleri ışığa gelen pervaneler gibi çekiyor çünkü.

Servis alanlarının fonksiyonlarını çeşitlendirmeye yönelik çabalardan biri de mescit inşa etmek. Bu yapıların ne kadar artmış olduğunu yeni fark ettim. Genel olarak oldukça ufak ve servis alanının kurumsal kimliğinden bağımsız inşa ediliyorlar. Akhisar – Susurluk arasında bol miktarda ilginç örnek mevcut. Dikkatimi çeken bu iki mescit birbirlerinden gerek form gerek malzeme olarak ciddi biçimde farklı. Tasarım anlayışı ve yerleşim açısından da farklı özellikleri var. Ama bunun tümüyle bilinçli bir tercih olduğundan emin değilim.

Susurluk yakınları, birinci örnek: Yaklaşık 2.30 metre yüksekliği ve 25 metrekareyi geçmeyen oturma alanına sahip mescit, yoldan geçenlere hızlı bir şekilde fonksiyonunu anlatabilecek temel formlar içeriyor. Çoğu benzeri gibi servis alanına girişte, diğer ögelerden (ana bina, genel tuvaletler, pompa, sahası, vs.) nispeten uzağa inşa edilmiş. İşçiliği oldukça özensiz. Tuhaf, havuz kaplamasını andıran bej rengi mozaik ile kaplı. Yapıya ismini veren “Sadriye Hatun”un kimliğini henüz öğrenemedim. Benzin istasyonu mescitlerini isimlemek gözlediğim kadarıyla yaygın bir uygulama değil. Bu açıdan tekil bir örnek olabilir.

Yapıda bir camiyi oluşturan öğelerin hemen hepsi mevcut. Minare, külah ve külah altındaki, şerefeyi andıran geniş saçak… Tek dış ışıklandırma elemanı da bu saçağın üzerinde yer alıyor. Yapının su basmanı, klasik minarelerde mevcut “kaide” olarak düşünülebilir. Yayvan ve basık betonarme kubbe yaklaşık 5.00 metre çapında. Üzerindeki alem bulunuyor. Aynısı minarede de mevcut. Solda, giriş holünü oluşturan kütlenin yana uzatılmış dış duvarında abdest almak için bir adet musluk ve yalak var. Beyaz pvc doğramalı kapı ve pencereler de, ilginç bir şekilde kemerli değil. Oysa, benzer mescitler için yaygın bir form bu. Tipolojik benzerlikler saptamak mümkünse de diğerlerinden oldukça farklı, ilginç bir yapı.
 

Akhisar yakınları, ikinci örnek: Yukarıdaki örnek boyutlarındaki bu yapı, farklı önceliklerle biçimlenmişe benziyor. Sanırım ilk göze çarpan özellik, daha “modern” bir tasarım anlayışı. İşlevi çağrıştıracak basit formlar yerine (kubbe, minare vs.) düz, yalın bir geometrik form tercih edilmiş. Dörtgen piramit cami mimarlığında son otuz kırk yıldır gelenekselin karşısına konulan “modern” bir form[2]. Servis alanının temsil olduğu petrol dağıtım şirketinin (Petrol Ofisi) renkleri olan beyaz ve kırmızının özellikle kullanılmış olduğunu düşünüyorum. Çatı kaplaması için hemen yandaki bina ile aynı malzeme kullanılmış. Duvarlar, piramidi biçimlendiren betonarme strüktürden bağımsız, hafifçe kopuk. Açılı dış yüzeye eklenen kapı girişi ve mekanın ışık almasını sağlamak için yapılmış cambazlığa dikkat. Alem nedense bu örnekte de unutulmamış.

Bu defa mescit diğer kullanım alanlarının oldukça içinde, hatta onlara entegre de denebilir. Otopark ile yakıt dolum alanı arasındaki bölümde ve lokanta ile aynı girişi paylaşıyor.

İki yapının içine girmek veya yakından incelemek mümkün olmadı. Ne sıklıkla kullanıldıkları, kullanıcı profilleri, dizildikleri yol üzerinde özellikle tercih edilen bir tanesi olup olmadığını bilmemekle birlikte, bu konudaki araştırma hakkımı saklı tutuyorum!
Şehirlerarası benzin istasyonlarında yaygınlaşan bu öğenin son yıllarda rağbet gören “dinini doya doya yaşamak” söylemi ile ilişkisi veya basit bir pazarlama yöntemi olup olmadığı üzerinde kafa yormadım pek. Ama, galiba ikisinden de bir parça. Daha derin anlamlar aramak gerekmiyor. Konunun plastik yanı daha ilginç. Aslında, uyanık bir mimarlık öğrencisine epey zengin malzeme çıkar buralardan.

Haydi, selametle.



1.Hıyarın daha ilginç geometrik şekillerde olanı gibi görünse de, kavungillerden (Cucumis C. Melo). Ama epey tatsızı. Kelek Kırkağaç kavunu ile hıyar arası bir şey.
2.1970’de Vedat Dalokay’ın İslamabad’daki Kral Faysal Camii başlangıç kabul edilebilir.


Edited By Miki,

Köpüklü Ayran Heykeli

Sanırım bir ülkeyi tanımanın, halleri hakkında gözlem yapabilecek malzemeyi edinmenin geçerli bir yöntemi de yollarında seyahat etmek. Otobüs veya özel otomobil, bunlar ayrı ayrı potansiyellere sahipse de, sosyal interaksiyon bünyeyi artık fazlasıyla yorar olduğundan, iç ve kıyı Ege’deki yaklaşık iki bin kilometrelik yolculuk için ikinci seçeneği kullandık. Bok varmış gibi, zorumuz “tatil”. Kentli; çok çalışan, başarılı bireyleriz ya, bunaldık tüm bir yıl, hak ediyoruz bu tür avarelikleri.

Fakat biz avare olsak da, ülkemin geri kalanı öyle değil-miş… O nasıl bir dinamizmdir yarabbi. Yurdumun güneye inen yollarında akıl almaz bir ticari faaliyettir gidiyormuş meğerse. Susurluk –Akhisar aksında, sayısız miktarda insan sayısız miktarda kavunu, sayısız miktarda insana satıyor. Yol kenarlarında “İnegöl”, “Akhisar” köfte mabetleri kurulmuş. Işıl ışıl, şıkır şıkır. Görsen, hamiyetinden gözlerin yaşarır. Mütevazi bir hesapla iki bin kişinin aynı anda bir buçuk İnegöl köfte söyleyip, üzerine Kemalpaşa tatlısı yiyebileceği büyüklükte yapılar oldukça sıradan bu yol boyunca. Bir Mustafakemalpaşa kasabası var, muhtemelen bir uçtan bir uca tatlı fabrikası. İnsanlar gece gündüz o sofistike tatlıyı yaparken yorulup, bunalıp, komşu kasaba yol kenarlarına köfte yemeye gidiyor olmalılar. Yok, başka türlüsü mümkün değil. Neredeyse hiç aralık bırakmaksızın ardı ardına sıralanmış benzin istasyonları ile, inanılmaz miktarda yakıt tüketen dev araçlarla dolaşıp, yirmi dakikada bir karnını doyurması gereken bir ordu için düşünülmüş lineer bir Disneyland  bu yol.

Fakat, bu yörenin insanlığa katkısı başka bir şey: “Kilo ile et” denen bu kavranması zor, inanılmaz icat yörenin insanlığa armağanı. Oturuyorsun masaya:

-Ne var oğlum, yiyecek?

-Kilo ile et var aağbi!

Bu son derece ilginç, yaratıcı kavramın sarsıntısını savuşturmak için, zorlukla yerinden kalkıp elini yüzünü falan yıkaman gerekiyor sonra. “Kilo ile et zevkini/coşkusunu yaşayın” yazılı tabelalar gördüm ben, en az dört metre yüksekliğinde oluyor bunlar.

Başka zevklere yelken açma peşindeysen “yörük” çadırında gözleme yiyip, ayran içebilirsin. Yörük çadırı ve gözleme vs. göçebeliği çağrıştırıyor bana. Yerleşik olmamak, benimsememek, belli bir yerde kalıcı olup orayı mamur etmemek, geçici süreyle konuşlandığı yeri kirletip, sonra başka bir yere konmak türü şeyler. Belki de, ülkenin büyük bölümünde görülen derbederliğin nedeni bu. Yolların kenarlarındaki bu binlerce rezilane, yarım bırakılmış, becerilememiş yapı. Her türden terk edilmiş çürümeye bırakılmış araç. Taşlı, çorak, bakımsız açık alanlar. Benzin istasyonu yapıp paranın amına koyma hevesi ile gaddarca açılıp bırakılmış, sonra terk edilmiş yıkıntı beton açıklıklar. Bu berbat pejmürdelik öyle yoksullukla falan açıklanabilecek türden değil. Kilometrelerce süren budalalık için büyük kaynakların sarfedildiği açıkça belli.

Bu sarfiyatlardan bir tanesini Susurluğa girişte görüyorum yıllardır. Yuvarlak bir havuzun ortasına oturtulmuş bir buçuk adem boyu yükseklikte ayran dolu bir maşrapa, bir “Köpüklü Ayran” heykeli!
Ayranın ansiklopedik tanımını araştırmaya kalktığınızda “Yoğurdun içine su katılarak elde edilen bir tür içecek” tanımı çıkıyor karşınıza. Nedendir bilinmez, tanımdan ayran yapmanın çok da karmaşık bir proses gerektirmediği hissine kapılıyor insan. İki bin yılı nüfus sayımına göre nüfusu 44.130 olan bir ilçenin yapabileceğinin en iyisi bu mu yani? “Yoğurdun içine su katılarak elde edilen bir tür içecek”. Ayran ve tost ikilisi ile tanınmak, bir ilçe için heykelini dikecek kadar gurur mu verici?

Bizim köpüklü ayran uzun süredir orada. Birkaç yıl öncesine kadar daha bakımlı olduğunu, üzerinde yükseldiği havuzun dolu, fıskiyelerinin çalışır olduğunu hatırlıyorum. Gece hiç önünden geçmedim ama, bir zamanlar yeşil, kırmızı vs renklerle aydınlatılmış olduğuna da eminim. Ayran köpüğünün ifade edilişine dikkat. Kimin parası ve aklı ile kotarılmış olduğunu cidden merak ettiğim bu muazzam eser bu gün Bölge Trafik Denetleme Müdürlüğü’nün karşısında boynu bükük duruyor. Susurluklu birileri “hassiktir, yoğurdun içine su katılarak elde edilen bir tür içecek heykeli ulan bu” deyip yıkmadan veya Belediye yerine on dört katlı, tost biçiminde iş hanı vs. yapmadan gidip görmekte fayda var.

Edited By Miki