Emsallerine faiktir

Kasım 27, 2011

Sizinki Kaç Metre?

CCCP-L5611,"Rossiya". Bugün. Monino. Rusya.
Şimdilerde kısaca kısaca “Soğuk Savaş” deyip geçilen mücadele çok kapsamlı, karşıt kampların yaşamın her alanında sürdürdüğü kıran kırana bir itiş kakıştı. Bu denli yüksek tansiyonlu, tehlikeli zenaatin oyuncuların boyunu aşmakla kalmayıp, zaman zaman maskara olmalarına sebep olmuş gibi gelir bana . Elbette tüm bu budalalığın oyuncu devletlere [1] insan ve malzeme kaynakları açısından nelere mal olduklarını unutmamak gerek. Ancak, bazıları gerçekten gülünç ve hatırlanmaya değer galiba.


Sovyetler Birliği Sekreteri Kruşçev’in [2] dillere destan Amerika Birleşik Devletlerine gezisi de bu türden bir hikaye.


Roswell Garst’ın Mısır Çiftliğinde, Iowa.
Herşey Berlin krizinin ve daha bir dolu krizin çözülmezliğinden iyice bunalan Kruşçev’in “bu iş böyle olmayacak, yetti gari” deyip, Temmuz 1959’da [3] Amerikan Eyalet Valilerinin Sovyetler Birliğini ziyaretindeki bir toplantıda “Bir maniniz yoksa size geleceğiz” niyetini faş etmesiyle başlar. İş basın aracılığı ile kendisine iletildiğinde başkan Eisenhower’e de iyi gelir bir anda. Öyle ya, o da bunalmıştır. Tam da o gün CIA’daki beyfendilerin israrını kıramamış, Sovyetler üzerinde tek bir U2 uçuşuna [4] izin vermiştir.

Uzatmayalım; Resmi davet düzenlenir, iletilir ve Bay Kruşçev’in 3 hafta olarak planlanan Amerika gezisinin 15 Eylülde başlaması için söz kesilir. Adamımız gururludur falan ama bir yandan da korku dağları bekler işte...Öyle ya, korkulan, alttan alta imrenilen, haset edilen büyük düşmana yapılacak ziyaret Sovyet Sosyalizminin büyük zaferi olacaktır falan ama ya bi ibnelik varsa işin içinde. Ya bi yamuk olursa? Ya Amerikalılar makaraya alırlarsa Sekreter’i? Bu korkulara Sovyet Dışişleri ve Kremlindeki “uzman”ların bilgisizliği de eklenince, berbatlık iyisinden olur. Amerikalılar Sekreter’in “Camp David”i de ziyaretini, burada da vakit geçirmesini can-ı gönülden isterler. Gazete okuyabilen her Amerikalı veya Avrupalının bildiği bu yer Sovyet uzmanların kanını dondurur!!! Ne olaki Kamp Deyvid? Kamp... Mamp diyor? Terim pek iyi çağrışımlar yapmaz bizim sosyalistlerde... Acaba kamp dedikleri güvenilmez insanların tutulduğu bir karantina tesisi falan mı dır? Tanrıya şükür Amerikalılarda “Eyüp Sultan sabrı” vardır da, Sktir’i çekmezler ossat.

Bu tedirginliğin kaynağını Kruşçev anılarında [5] Birinci Dünya Savaşı sonunda Amerikan Başkanı Wilson’un Bolşevikler’le bir konferans talep edip; Lenin’in temsilcileriyle Başıboş köpeklerin bırakıldığı, pis bir sürgün yeri olan Prenses adalarından Büyükada’da buluşulmasını istemesine bağlıyor. Bizans imparatorlarının gözleri oyularak sürgüne gönderilmesi yüzünden kötü üne sahip bu yer gerçekte, konferans önerisinin yapıldığı yıllarda başkentin pek revaçta bir sayfiyesiydi… [6] Başı boş köpeklerin götürülüp bırakıldığı yer ise küçük, çorak ve insansız Sivriada (Hayırsızada). Ya cahilliğinden, ya da öyle düşünmek istediği için hikayeyi yanlış anlatıyor bizim Ukraynalı…

                                                                                                                             ***

Kruşçev Amerika’yı iddialı ve stilli bir şekilde ziyaret etmek ister. 1954’de Çin Hindindeki anlaşmazlığın çözümü için düzenlenen zirveye katılan büyük devletler arasında Cenevre Havaalanına inen en ufak uçağın Sovyet yapımı oluşunun utancı yüzünden yapımını emrettiği Tupolev TU-114, Moskova’dan Washington’a hiç durmadan uçabilecek tek uçaktı. Halen uçuş testleri devam eden ve tasarım hataları çözülmeye çalışılan operasyonel tek TU-114’ün gövde kanat birleşiminde de mikroskobik çatlaklar olduğu fark edildi. Buna rağmen, Sovyet teknolojisinin vardığı (veya varamadığı) yeri cümle aleme göstermek isteyen Kruşçev ısrarlıydı. Uçağın tasarımcısı Andrei Tupolev aslında hiçbir kurumdan uçuş izni bile alamayacak bu uçağa duyduğu güvenin bir göstergesi olarak oğlu Alyoşa’nın da yolculukta olacağını açıkladı (Verilen tüm garantilere rağmen; uçuş sırasında bir rezillik olursa, bunun CIA tertibi değil Sovyet beceriksizliği olacağı düşüncesi Kremlin’de bir sürü adama uykusuz geceler yaşatmış olmalı). Deniz Ticaret Bakanlığı Atlantik’teki tüm Sovyet Şilep ve balıkçı teknelerine denize olası bir acil iniş durumuna hazırlıklı olarak beklemeleri talimatını iletti.

Andrews Hava Üssünde, 1959.
Uçağın içinde de, Gövdenin kanatla birleştiği bölüme çöreklenmiş bir grup Tupolev mühendisi tüm uçuş boyunca devamlı olarak steteskopa benzer aletler marifetiyle çatlakların halet-i ruhiyesini izlediler!
 
CCCP-L5611 çağrı kodlu TU-114 “Rossiya” [8] 15 Eylül 1959 günü planlanan saatte Washington’da Andrews Hava Kuvvetleri Üssüne indiği zaman, hesapta olmayan başka bir rezilliğin farkına varıldı. Yeterli itiş gücünü sağlayabilmek için gerekli devasa pervane boyutları ve hiçbir zaman temiz tutulamayan Sovyet pistlerindeki bok püsürden turbopropları koruyabilmek uçak o kadar yükseltilmişti ki, (yaklaşık 15 metre) o zamanlar yeryüzündeki en yüksek uçak olan TU-114’e yanaştırılabilecek boyda bir merdiven batı dünyasında mevcut değildi!!! Bu yüzden Nikita görkemli bir şekilde uçaktan inerek Kapitalistleri madara etme hevesi kursağında olarak, gülünçlü bir şekilde uçağın arkasındaki acil merdiveninden elleri ile tutunarak, arkası dönük inmek zorunda kaldı…

                                                                                                                         ***

Moskova'ya Dönüş.
 Kıssadan Hisse:
1 – Tam gövde gösterecekken maalesef sadece kıçınızı göstermek zorunda kalabilirsiniz.
2 – Bir şeyinizin uzun, büyük veya kalın olması her zaman işinize yarar bir özellik olmayabilir!










Kah-roooolsuun - ameee-riiikaaaaan
Em-perya- liiiiiizmi…

BvP.
Edited by Miki.


Fotoğraflar:

*CCCP-L5611, Bugün. Monino. Fotoğraf: José Luis Celada Euba. Meraklısına tavsiye ederim. Beyfendinin flickr hesabında dehşet fotoğraflar mevcut.

*Amerika Gezisi sırasında Roswell Garst’ın mısır çiftliğinde, Iowa. Michael Rougier, Life. “Khruschev Remembers” kitabından tarama. Bvp.

* CCCP-L5611, Andrews Hava Üssünde, 1959. Fotoğraf, Ebay’den!

* Amerika'dan dönüşte Moskova Havalanında.  Carl Mydans, Life.
  “Khruschev Remembers” kitabından tarama. Bvp.

* Kitap Kapakları, tarama, BvP.





.......................................
[1] Tüm bu işlerin bizim gibi figüranlara bile nelere mal olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek var mı?

[2] Kruşçev denince bir durup bin düşüneceksin ey okuyucu. Asia Minor köylüsü boşuna kısa boylulardan ürkmez. “Götten bacak”, “yerden bitme” sıfatları, “üstteki kadar yeraltında da var” uzgörüsü boşa değildir. Yazımızın aktörü, Nikita Sergeveyiç Kuruşçev, kasaba manifaturacısını andıran bu adam 1894’de bir Rus köylü ailesinde doğar. Yanlızca 4 (evet dört!) yıllık bir formel eğitimden sonra Ukrayna’da metal işçiliği yapar. 1917 devrimi ve yenilenen devlet cihazı sokak kültüründen gelme, bıçkın, hırslı ve çok çalışkan kahramanımızın önünü açar. Harkov ve Kiev parti örgütündeki figür gösterilerinden sonra 1929’da Moskova’ya gelir. Tarım ve mühendislik konusundaki ilgisi, merakı ve kararlılığı ile Stalin’in ilgisini çeken bizim manifaturacı 1949’da Stalin tarafından Politbüro üyesi yapılır. Stalin’in en yakın çevresindedir artık.
Joseph Vissarionovich veya bilinen adıyla “Çelik Adam”a ecel terzisi 1953’de don biçince yakın çevresindeki iktidar itiş kakışında Malenkov, Molotov, Ürkütücü+Boktan polis şefi Beria’nın yanında çok da şansı varmış gibi görünmez. Ama yine de dördü ülkeyi yönetmek adına bir tür ittifak ederler. Epey sıkıntılı ortak iktidarın üçüncü ayında Beria’nın defteri bizim manifaturacının parmağının bol miktarda olduğu bir katakulli ile dürülür. (Defter dürmek derken...temizliyorlar adamı yani!) Sonraki birbuçuk yıllık üçlü “kolektif iktidar” sonunda Molotov ve Malenkov da sahneden çekilir. Nikita Bey 1955’de tek başına Sovyetler Birliğinin tek patronudur artık. Ülkenin genel stratejisinde ağırlığı git gide artar ve 1960 başlarına gelindiğinde ise Çelik Adam’ı aratmayan birtek adam iktidarına sahip olur. (Boşuna mı demişler “Kıçı yere yakın olandan korkacaksın” diye?) Ülkesinin yetersizliklerinin ve kaybedileceği belli bir mücadelenin içinde olduğunun tam bilincindedir. Arka arkaya çıkan, yeryüzünü –kelimenin tam anlamıyla- sıçıp sıvayabilir beş ayrı krizde; Süveyş, Irak, İki kere Berlin, ve Küba, bu bilinçle hareket eder. Vs. vs.

Konu ile ilgili, yakın tarihli ve çok çok iyi yazılmış bir kitap: Fursenko A., Naftali T., Khruschev’s Cold War. “The Inside Story of an American Adversary”. W.W.Norton&Company. 2007.

[3] 1959 Sovyet – Amerikan ilişkilerinde yüzyüze görüşmelerin, git-gellerin en fazla olduğu yıl. Amerikalı dangalakların ziyareti sürerken, Sovyet Prezidium üyesi Bay Kozlov’da on günlük bir celevan için Amerikada. Hoş ve samimi, ama sonuçsuz bir Eisenhower görüşmesi de çıkarıyor aradan.

[4] U2 Uçuşları ve sonuçlarından şurada biraz bahsetmiştim.

[5] Khruschev Remembers. “ The Last Testament”. Introductions by Crankshaw E, Schecter J., Translated and Edited by Talbot S. Little, Brown and Company. 1974. Sayfa 372’de.

Davet ediliş biçimini filan da işine geldiği gibi anlatıyor ya, neyse. Ziyaret önerisinin Amerikan tarafından “durup dururken” yapıldığını, Eisenhower’in kendisini ziyareti sırasında Kozlov’un eline bir zarf tutuşturup “al bunu bay Kruşçev’e götür” dediğini yazıyor.

[6] Troçki’de 20’lerin sonunda Siyasi Mülteci olarak Büyükada’da gönüllü sürgün hayatı yaşıyor. Eğer 1919’daki toplantı gerçekleşseydi, adam Harbiye ve Hariciye Komiseri olarak görüşmelere burada katılacaktı. Kaderin şeyi işte…

Konu ile ilgili güzel bir kitap : Troçki İstanbul’da. Çoşar, Ö.S., Türkiye İş Bankası Yayınları. 2010.

[7] “Khruschev’s Cold War” da uçağın yapılış nedeni olarak bu utanç gösteriliyor (Sayfa 228). Cenevre'ye kötü bir Douglas DC-3 kopyası olan IL-14 gitmek zorunda kalan Kruşçev daha sonra oğluna "bizim uçak  diğerlerinin yanında böcek gibi duruyordu" diyecekti. 22,5 metre boyundaki IL-14,  35 metrelik dört motorlu  "Super Constellation" ile karşılaştırılınca gerçekten böcek gibi kalıyor olmalıydı.

[8] Serinin ilk üretimi , Kozlov ve Kruşçev’i birer kere Amerikaya götüren “Rossiya” adlı bu önemli uçak 1961’deki uçuş uygunluk kabullerinden sonra yolcu taşıma amaçlı kullanılmayıp, test uçağı olarak ayrılıyor. 326 test uçuşu sonunda Aralık 1968’de hizmetten çıkarılıyor. 16 Mart 1972’de de son kez Moskova yakınlarındaki Monino Hava Müzesine uçuyor. Halen burada. Maalesef 2005/6 kışında, müze kapalıyken bazı dalyaraklar uçağa  girip, kokpite ciddi zarar veriyorlar.

Kasım 04, 2011

Eski Fotoğraflar Bize Neyi Anlatır? I

1/5/944
Eski kitapçıların önlerindeki sepetlerde karmakarışık halde duran fotoğrafları, kartpostalları eşelemeyi, ilginç bulduklarımı alıp eve götürmeyi severim. Uğraşlarımın çoğu  gibi bu da beş para etmez, işe yaramaz bir şeydir. Halbuki, insanın daha rafine uğraşları olmalı, keman çalmalı, spor yapmalı – en azından seyretmeli-falan. Bizde ne gezeeer öyle incelikler.
Duruma, tanımadığın insanların bilmediğin ama önemsedikleri anlarını pis bir naylon leğen içinde eşelemek olarak bakıldığında, olan biten pek hoş değildir elbette. Bir parça özel hayata burun sokma falan girer işin içine. Ama, onlara nerenden baktığına bağlı olarak eğitici ve ilginç olabilir. Her şeyde, ama her şeyde olduğu gibi; bildiğin, baktığının derinliğini artırır. (Kulağa epey zekice gelen bu lafa her zaman güvenilmeyebilir. Bazen de bi bok olmaz tabii)

Kimileri bildik fonlar önünde olur. Arkeolojik kalıntılar, yapılar veya geçmişte unutulmuş bir mobilya, ilgi çekici bir cihaz…Zaman zaman tanınmış birileri göze çarpar. Evlilik törenlerinin, birlikte yenen yemeklerin fotoğrafları da benzer durumların ayrı zaman dilimlerinde farklı tekrarları olduklarından ilginçtirler. Sıradan, anonim bireylerin kendileri için önemli, kaydetmeye değer buldukları bu anlar aynı dönemin gazete ve dergilerindeki fotoğraflara kıyasla çok sert bir gerçeklik duygusu uyandırır. (Böyle bir düşünüşü geliştirebilecek duyarlılık ve incelikte bir insan evladı olduğunuz nazariyesinden hareket ediyorum.) Çoğuna dikkatli bakıldığında bir şeyler öğrenmek, görmek mümkündür. Kavramak için yeterli mi? Sanmıyorum. Filozof’da zaten, “Tarihsel artı-değerin sahipleri yaşanmış olayların bilgisini ve keyfini de ellerinde tutarlar” buyuruyor. [1]


Yandaki fotoğrafa bakalım: döneme özgü fiyakalı el yazısının karman çormanlığı nedeniyle soyadınıokumakmümkündeğil Mehmet bey, “Kardeşim Tevfik Azmi’ye” 1937 temmuzunda Rio’dan, Copacabana plajından yollamış! Oralarda ne işi var-dı? Portekizce görüşebiliyor muydu?

Brezilya’da 1929’dan beri Büyükelçiliğimiz var. Belki elçilik görevlisiydi.T.C. Brezilya Büyükelçiliği internet sitesinde sadece büyükelçilerin isimleri listeleniyor. Onlardan da Hasan Tahsin Mayatepek’in adı, “Mayapetek” olarak yazılı (Buradan T.C. Brezilya Büyükelçiliği çalışanlarını ilgi ve hassasiyetlerini kutlarım!) Halbuki, Atatürk’e gönderdiği son derece eğlenceli mektuplarda Mayaların Türklerle kardeşliğini keşfeden, “Mu Kıtası” ile ilgili mühim malumat veren bu zatın adı unutulmamalıydı. [2]

Kahramanımız bu fotoğraf için sanki yanlış bir zaman dilimi seçmiş. Sabahın erken bir saati anlaşılan. Kumsalla özdeşleştirdiğimiz o acaip dişilerin hiç biri yok ortalıkta. Bir gece önce Rio gecelerine akmış, yorgun argın, kim bilir neyin üstünde (veya altında) uyuyakalmışlar. Aslında, böyle geceler o tarihlerde de yaşanıyor muydu, Mehmet bey’de akmış mıydı diye merak ediyor insan. Burada iki nokta daha var ilginç. Biri, üzerinde durulan coğrafya ve içinde bulunulan mevsimde (Temmuz ayı ortalama en düşük sıcaklık 18.9 °) hırka giyilmesi ki, zatın Türk vatandaşı olduğunu hatırlayınca normal geliyor. Diğeri de üzerindeki durduğu zemin. Bu zemin yüzünden, gönderilen fotoğrafın Antalya veya Samsun sahilinde çektirilip “Kardeşim Tevfik Azmi’ye” gönderilmediğinden emin olabiliyoruz. . Roberto Burle Marx adlı Brezilyalı bir peyzaj mimarınca tasarlanan ve plaj boyunca, yaklaşık dört kilometre devam eden promenad, “Portekiz Kaldırımı” [3] denen yöntemle; taşların renk veya tonlarına göre, tek tek mozaik benzeri yerleştirilmesi ile yapılmış. 1930larda başlanıp 1970’de bitiriliyor. Tamam, kolay bir iş değil taşları böyle bitiştirmek ama, 4 kilometreyi 40 yılda tamamlamak da… Eh biraz şey. Bu çok güzel ve çeşitlemeleriyle (her yerde aynı değil) dalga deseni nerdeyse plajla özdeşleşmiş, ikonik kimlik kazanmış bir hoşluk. Benzeri bir dalga dokusunu – dökme mozaik olarak- İzmir Kordon’da görmek olası. Her gidişimde korkuyla “ulan belediye bir yenileştirme, bir dönüşüm, bir şey, akla hayale gelmeyecek bir maymunluk yapıp kaldırmış olabilir mi?" Diyorum ama, şimdilik duruyorlar yerlerinde.



“Avenida Atlantica” üzerinde, kumsalın başında duran Mehmet Bey’in yüzü kuzey doğuya bakıyor, (bize göre) sol omzunun gerisinde, yani kumsalın en güney ucunda kıyı bataryalarının olduğu “Copacabana Kalesi” ve alçak barakalar hayal meyal, sağında ise, bugünlerin etekleri teneke mahallesi ile Morro dos Cabritos oldukça belirgin görülüyor. Uzaktaki Yapıları seçmek maalesef pek olası değil. Halbuki ileride, başının hizasında bir grup yüksek yapı var ki detaylı fotoğrafları çok ilginç olabilirdi. Kameraya bakan “yerli”ye, beyaz ayakkabılarına ve belli belirsiz seçilen, sırtı bize dönük beyaz kolonyal şapkalı, üniformalıya dikkat.

                                                                                            ***

Türklerin egzotik diyarlara yolculukları olduğu gibi egzotik diyarların insanları da Türkiye’ye seyahatler düzenliyorlar. Bana çok ilginç gelen diğer fotoğrafta Orta sınıf Türk ailesi ve genç bir Japon erkek var. Çekildiği tarihi kesin saptamak zor. Yine de, solda ayakta duran geç kızın ve annenin giysileri, mobilya üzerindeki duran elektrikli ısıtıcı ve radyo, takvimi 1940 sonları ile 1950 ortaları gibi gösteriyor. Çerçevenin üzerindeki çiviye asılı halka kulplu çanta 1950 başlarında moda olan bir şey. Elektrikli portatif ısıtıcılara ise Türk evlerinde 40’lardan itibaren rastlanabiliyor.


Evin iki kızı, anne, baba ve iki çocuk gündelik giysiler içindeymişler gibi. Baba fotoğraf çekilecek diye ceketini giymiş. Ama Japon beyefendi… O, sanki daha bir özenli. Kravatı, kravat iğnesi, her şeyi tamam. Ceket yakasında belli belirsiz bir rozet var. (Dolma) kalemi ceketinin üst cebinde duruyor. Okumuş, okumuş adam işleri yapan biri. Ellerini bir parça sıkıntı ile birleştirmiş ve arasında bir mendil veya kağıt tutuyor gibi, Sağ elinde yüzük yok. Ailenin iki kızı ve çocuklar birbirlerine benziyorlar. 16-20 yaşlarında iki kız ve 9-10 yaşlarında iki erkek çocuk. Hepsi kardeş olabilirler. Japon beyefendi ile arkasındaki çok güzel – muhtemelen- büyük kızın bir “rabıtası” olduğunu düşünüyor insan ister istemez. O kız bir başka gülümsüyor kameraya. Adam da kameraya rahatça, güven içinde bakıyor. Evde eğreti bir yabancı değil sanki. Odanın içinde bir başkası daha olmalı…Fotoğrafı çeken hakkında bir fikrimiz yok. Acaba Bizim Japon’un kardeşi, karısı falan mıydı? Belki de üçayak ve zamanlayıcı ile çekildi ve sekizinci kişi yok.

Bu zat kimdi? Neden oradaydı? Öncesi ve sonrası nasıldı o anın? Fotoğraftan sonra ne yaptılar? Hep birlikte sofraya oturup yemek mi yediler? Nasıl anlaşıyorlardı? Bunları bilmenin –benim için- olanağı yok. Zaten ne diyor adam : “Canlının geri dönüşü olmayan zamanının tek sahibi olur.” [4]

Son bir iki söz edeyim ki, her defasında aynı şeyleri yazmayayım.

Biriktirdiğim bu fotoğrafları tarayıp elimden geldiğince buraya aktaracağım. Hemen hepsi yukarıda yazdığım gibi, eski kitapçılarda, eskicilerde naylon leğenlerin, karton kolilerin içinde çıkardığım şeyler. Sahipleri yada ikincil sahiplerinin değer verdiği nesneler olsalar oralarda olmazlardı. Dolayısıyla ahlaki bir sorumluluk hissetmiyorum. Fakaaat, yine de; eğer büyük bir tesadüf eseri eşinize dostunuza, ananız, babanıza denk gelirseniz ve burada durması haysiyyetinize veya her hangi bir şeyinize dokunursa bana haber edin, hem çıkarır hem de seve seve sahibine iletirim.


1/5/944 Resmin Arkası,
Maalesef Köy Muhtarının adını okuyamıyorum.


BvP,



Fotoğraflar:
Copacabana’nın eski halini gösterir kartpostal ve kaldırımda seken yavru ceylan internetten. Diğerleri BvP

-----------

[1] Debord, Guy. Gösteri Toplumu. s. 128. Fransızcadan çevirenler: Ekmekçi, A., Taşkent, O., Ayrıntı Yayınları.1996.

Bu kitabı sanki anlayabilecekmiş gibi  1996'dan beri okuyorum. Ama, bay Debord  gerçekten bir şeyler anlatıyor mu? Anlattıklarını anlayalım istiyor mu?  Ondan da emin olmadım henüz!

[2] http://www.tdkkitaplik.org.tr/gun_dil.asp

[3] Geleneğin Antik Yunan, Roma dönemlerine dek uzandığını tahmin etmek zor değil.

[4] Debord 1996, 128.