Emsallerine faiktir

Temmuz 17, 2013

İstanbul’da Güncel Arkeoloji: Cumhuriyetin 50. Yılı Heykelleri

Cumhuriyetin ellinci yılında on yaşındaydım. Türlü sosyal ve politik çalkantılar içinde çaresiz,  dünyaya kapalı, parasız ve silik  ülke elinden geldiğince, karınca kararınca kutlamıştı bu önemli dönemeci. İlkokulda “bayrak töreni” sırasında İstiklal marşından sonra bir de gırtlağımız parçalanırcasına “Müüjjdeleeer vaaar yurdumun taşınaaaatoprağınaaaa” diye, çok uzun olan 50. Yıl Marşının – sanırım -  ilk iki kıtasını söylüyorduk. Oldukça eğlenceli bölümleri bu vardı bu marşın: “Yılları bir çığ gibi aşarak hafta hafta koşuyoruz durmadan kadın-erkek bir safta[1] gibi… Ama benim favorim, “Tekniğin dev nabzında her adım, her dakika, çarklarda aynı tempo, yüreklerde aynı marş…" tı.


Maalesef bir 1933 coşkusu yoktu ortalıkta. Marş ta öyle Faruk Nafiz Çamlıbel ile Behçet Kemal Çağlar’ın yazdığı 10 yıl marşı kadar güzel değildi. Zaten devlet de bu defa gazetelere ilanlar filan verip, “Cumhuriyet Bayramının heyecanına sesiyle de karışacak her vatandaş bu marşı öğrenmeye gelmelidir” diye Halkevlerine davet etmemişti [2]. “Toprak alma töreni” de yapıldı mı bilmiyorum. Ekim 1933’de Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Merkezinden vilayet ve kazalara gönderilen bir yazıda nasıl alınacağı detaylı bir şekilde anlatılarak, kutlama yapılacak meydanlardan alınacak birer avuç toprağın Ankara’ya gönderilmesi istenir. Alınan toprakların bir kısmı aynı yıl içerisinde Ankara’ya ulaştırılamamış olduğu veya, gelenlerin bir kısmı usulüne uygun ! olmadığı için geri gönderildiği bilinmektedir [3].

Maalesef 1973’de böyle tamimler gönderilmedi. Yine de Türkiye Cumhuriyeti geleneklerine uygun olarak yaptı hazırlıklarını. O yılın Martında Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşunun 50nci yıldönümünün kutlanması hakkında 1701 numaralı kanun yürürlüğe girdi [4].  Çok miktarda  kamu yapısı, özellikle okul Ekim 1973’e yetiştirildi. Keban Barajı, İstanbul Boğaz Köprüsü’nün açılışları yapıldı [5].  29 Ekim gecesi öyle kolayca gaza gelmez, çok üşengeç babamla Ortaköy’e gidip, Köprünün ayaklarına yakın bir yerde bakkaldan aldığımız füzelerle “bayram” yaptığımızı hatırlıyorum.

Daha rafine kutlamalar da oldu. Ankara ve İzmir’de 20 – 30  Eylül tarihleri arasında, X. Klasik Arkeoloji Kongresi yaklaşık 650 katılımcı ile gerçekleştirildi. Katılanların 500’ünü 33 farklı ülkeden gelenlerin oluşturduğu toplantıda, 137 uzmanın sunduğu bildirilerin 122 tanesi bir araya getirilerek daha sonra 3 cilt halinde basıldı [6]. Türkiye’de bir daha böylesine zengin bir toplantı yapıldı mı?  Bilmiyorum işin açığı. Ellinci yılda kültür ve sanata yönelik faaliyetler de ihmal edilmedi elbette. Mesela, programı klasik müzik ağırlıklı İstanbul Festivali’nin birincisi ilk defa o yıl düzenlendi.
Kültürel ağırlıklı kutlamalarda başka bir sanat dalı da unutulmadı: Heykel! 50. Yıl kutlama kurulu İstanbul’un çeşitli park alan ve yollarına serbest sanat eserleri konmasını kararlaştırdı.
Türk halkı yeni bir yaşam biçiminin, kentleşmenin modernleşmenin bir parçası ve ulusal bilinci pekiştirmeye yarayacak bir unsur olarak ele alıp tartıştığı plastik sanatların bu dalını, özellikle Cumhuriyet ile birlikte daha da önemsemeye başlamış olduğunu zaten hep biliyorduk [7].
Afyon| Krippel
Bu ilgi genel olarak erkek figürünün skine, taşağına, kadın figürlerinin orospu olup olmadığına, orospu gibi giyinip giyinmediğine, belediye başkanlarına “teklif edecek”miş gibi durup durmadığına yönelik olsa da, gerçekti hakkaten. Mesela Krippel’in Afyon’daki Zafer Anıtında,  yerde yatan düşmana hücum ederken tasvir edilmiş Türk’ü simgeleyen çıplak erkek figürünün erkeklik organı ahlaka aykırı bulunarak 1950’li yıllarda kesilmişti ! (Osma 2003:105)

Bu eylemin ardında sanki daha pratik kaygılar varmış da, iş “Ahlaka aykırı”ya bağlanmış gibi gelir bana hep: Heykel’deki takım taklavatı gören Afyon’luların kadınlı erkekli canları çekmiş; “bizlere niye böylesi kısmet olmadı” demişlerdir belki kim bilir? 
Nasıl kestiler acaba? Belediyede var mıdır bu işin uzmanı? Perde gerip “tak”, “tak”, “tak”… O kesilen “şey”e ne oldu? Boru değil Türk’ü simgeliyor heykel. Takımlar bir demirbaş numarası ile ambara filan mı kondu? Mesela 2.000 yıl sonra Afyon’da yapılan arkeolojik kazılarda: “zafer kazanmış ulusun düşman karşısındaki zaferini simgeleyen erkek figürünün cinsel organı yaklaşık beş kilometre uzaklıktaki yapı kalıntılarında bulundu”!  Al sana çözülmesi imkansız bir arkeolojik sır. Sırf üzerine kırmızı yağlı boya ile yazılmış o altı, yedi haneli demirbaş numarası için ne doktora tezleri, ne sempozyum bildirileri hazırlanır.
Uzatmayalım; 50. Yılda 50 yere, 50 kişiliğini kabul ettirmiş ve İstanbul’da yaşayan 50 heykel ısmarlanması düşünülür [8]. Bu öyküyü Tan Oral, Yaza Çize adlı kitabında tatlı tatlı dalgasını geçerek anlatır:
 
“Ne var ki, ortaya konulan para elliye bölününce azalıyordu, onun için 50 kişiğini kabul ettirmiş sanatçı yerine ve kalanların lehine sayı yirmiye indiriliverdi. Para da on binden yirmi bine çıktı. (…) Yine de her şey yolunda idi. Bir bakanın başkanlığındaki kutlama kurulu karar veriyordu. Vali muavini sanatçılara mektupla durumu bildiriyordu. Sanatçılara avansları veriliyordu. Eh her ne kadar süre azlığından sanatçılar 50. Yıl onuruna çalışma yapmıyor da ellerindeki eski işleri bu işe gönderiyorlarsa da, ne yapalım olur o kadar, serbest deniyordu ya gönderilen mektupta. Sonra vilayet ve belediye temsilcilerinin de katıldığı bir toplantıda il kutlama kurulu eser projelerini onaylıyor. İstanbul valisi ‘Eskizleri gördük ana müdahalede bulunmadık. Jürinin taktirine bıraktık’ diyor. Eskizler Ankara’ya gidiyor orada da onaylanıyor. Eserler yapılıyor. Ve yavaş yavaş yerlerine konulmaya başlıyor. İşte Cumhuriyetin 50. Kuruluş yılını kutlamak üzere yapılan serbest eserler, ‘bekçilik eden ince uzun bir kadın formu’, tavus kuşu, soyutlanmış bir kadın figürü, soyut figürlerle bezeli dörtgen bloklar, bakır form, negatif form, balonlar, form (yalnız form), yuvarlak form, yağmur, yankı adlı beyaz form, duygusal kabartmalarla bezenmiş anıtsal sütun, kompozisyon çalışması, kubbemsi form vb. Yazarlar ve eleştirmenler de memnundur. Röportajlar, fotoğraflar, aferinler... Sonra, yorumlar, konuşmalar, ‘Ben anlamam zaten’ler, ‘Ben demiştim’ler, ‘Ben karışmam’lar, ‘Ben de sizin gibi düşünüyorum’, heykel kaldırmalar, ‘Nasıl kaldırırsın’lar vb. Peki yanlış nerde, yanlışı buldunuz mu?” (Oral 1998:138-141)
Bu yer yer komik, sonrası acıklı hikaye ile ilgili internet fazla bir şey söylemiyor. İstanbul’un çeşitli yerlerine konmuş 20 heykelin toplu listesini bile bulmak pek olay olmadı. Sanırım tam liste bu.
1973
Muzaffer Ertoran
Tophane
İşçi Heykeli
1973
Gürdal Duyar
Yıldız Parkı
Güzel İstanbul
1973
Ferit Özşen
Arnavutköy Akıntı Burnu
Yağmur
1973
Metin Haseki
Gümüşsuyu Parkı, Dolmabahçe
Soyut: Negatif Form
1973
Bihrat Mavitan
Hilton Oteli önü, Harbiye
Soyut: Yükseliş
1973
Namık Denizhan
Taksim Gezi Parkı
İkili figür
1973
Haluk Tezonar
Maçka
Soyut
1973
Ali Teoman Germaner
Bebek Parkı
Soyut
1973
Hakkı Karayiğitoğlu
Yıldız Parkı
Bahar
1973
Zühtü Müridoğlu
Fındıklı Parkı
Soyut: Dayanışma
1973
Hüseyin Anka Özhan
Gümüşsuyu Parkı
Soyut: Yankı
1973
Füsun Onur
Fındıklı Parkı
Soyut
1973
Yavuz Görey
Taşlık Parkı, Beşiktaş
Soyut
1973
Mehmet Uyanık
Barbaros Bulvarı, Beşiktaş
Birlik
1973
Nusret Suman
Saraçhane Parkı, Fatih
Mimar Sinan
1973
Seyhun Topuz
4. Levent

Soyut
1973
Zerrin Bölükbaşı
Orduevi Bahçesi, Harbiye
Figür
1973
Tamer Başoğlu
Yenikapı
Soyut: Bediha Muvahhit Anısına
1973
Kuzgun Acar
Gülhane Parkı
Soyut
1973
Kamil Sonad
Gülhane Parkı
Kadın figürü
(Ece 2011)
Yeri gelmişken, ellinci yıl heykellerine dair bir yanlışı da düzelteyim. Şadi Çalık’a ait, Galatasaray Meydanı’ndaki 50. Yıl heykeli ( granit zemin üzerinden yükselen ve elli paslanmaz çelik borudan oluşan o  çok güzel heykel) bu listede yok. Çünkü heykeli Yapı ve Kredi Bankası parasını kendi cebinden (çatır çatır) ödeyerek sipariş ediyor! [9] Şimdi anladınız mı, en güzel ve görkemli 50. Yıl heykelinin neden Yapı Kredi binasının önünde olduğunu? Yılın üç yüz altmış beş günü itilip kakılmasına, başına türü şeyler gelmesine rağmen hala parlak, görkemli ve vakur. “Komite” tarafından seçilmemiş olmakla beraber, listede onun da olması lazım. Çünkü yapılma amacını, neyin kutlandığının ruhunu sanırım en iyi o yansıtıyor.
“Komite”nin “Halk” için münasip gördüğü, bir kısmı pek güzel bu heykeller sunuldukları, yaşamlarını zenginleştireceği umulan kütlenin  pek skinde değil doğal olarak… Yapımlarının üzerinden ancak kırk yıl geçmiş olmasına rağmen çok azı konuldukları yerde ve ilk günkü durumlarında.

Yerlerine konulduklarından beri hep ilgimi çektiler ama zamansızlık, tembellik ve genel yaşam hayhuyundan; kalkıp gidip dikkatlice bakamadım çoğuna. Fotoğraflarını çekemedim. Zaman zaman dolmuşun, otobüsün penceresinden bakmakla yetindim. “Nasıl olsa oradaydılar”... "Hep orada kalacaklar” salaklığı benliği sarmıştı gençliğimde. Yaş kemale erip, bu kentte her şeyin tarumar olduğunu, hiçbir şeyin kenti sahiplendiği söylenen o primatların gazabından kurtulamadığını  anladığımda da iş işten geçmiş, bazıları yok olmuştu bile. Son on yılda gelişen kesif aşağılık duygusu kokulu, batı uygarlığını temsil eder ne varsa cahilce yadsımaya dayalı kendini beğenmişlik yüzünden geri kalanı da muhtemelen kısa sürede yok olacak ve oluyor…
Kolayca ulaşabildiklerimi listeledim. Ama öylesine önemsenmiyorlar/ önemsenmemişler ki, haklarında bilinenler çok az. Onlar da sade suya tirit, her gazetenin sanat meraklısı bir iki yazarınca üfürülmüş, birbirinden kes yapıştır şeyler. Bu yüzden, kırk yıl sonra hafif esrarlı bir efsaneye dönüşmüş durumda çoğu. Yapıldıklarında beri en büyük ilgiyi Cumhuriyet gazetesi göstermişe benziyor. Nisan 1974’te Sennur Sezer'in, on yıl sonra, Nisan 1984’de Yalçın Pekşen'in ne durumda olduklarına ilişkin birkaç günlük yazı dizileri, 29 Ekim 1996’da, yine güncel durumlarını ele alan Mehmet Demirkaya imzalı, kültür ekinde yayınlamış genişçe bir haber var. Fakat, işin garip yanı çoğu hayatta olan eser sahiplerinin feysbuk sayfasında, kişisel sitelerinde, bokların püsürlerinde de yok, bu yapıtlara ait resim, doküman vs. Eğer benim ıskaladığım varsa ve bir insan evladı çıkıp bilgilendirirse çok güzel olur.
Fırsat buldukça diğerlerini, belki de sadece Ellinci Yıl için dikilmiş olanları değil, oraya buraya konmuş diğer çağdaş heykelleri de fotoğraflayıp kaydetmeli. Hatta galiba bu işi bir an önce yapıp, tümü yitip gitmeden acele etmekte de yarar var.

Muzaffer Ertoran, İşçi
Muzaffer Ertoran | İşçi | Haziran 2013
Belki de içlerinde en talihsiz olan. Şimdilerde o kadar yıpranmış, tükenmiş ki, ilk halini hatırlamakta zorluk çekiyorum. Ama emin olduğum, yetmişlerin sürgit politik itiş kakışında iki tarafın da ilgi odaklarından biri olduğuydu. İkide bir saldırıya uğrar, kah yüzüne zift atılır, kah kolu kırılırdı. Rahat bırakılmazdı bir türlü. Bi keresinde dolmuşla geçerken, kasıklarına bağlanmış koyu renk  bir şişe gördüğümü hatırlıyorum. Her halde penisi simgeliyordu. Ama “işçi sınıfının  aleti nah böyle kol gibi, komple sokacak size” türü bir mesaj mıydı, yoksa heykeli aşağılıyor muydu? Bilemeyeceğim. Afyon örneğini hatırlayacak olursak; heykelde cinsel uzuv öyle taktir ve arzu edilen  bir şey değil. Aşağılama maksatlıydı o şişe her hal.
Güzel miydi? Emin değilim. Orta okul talebesi aklımla bile politik mesaj kaygısını pek kaba saba bulmuştum. Göbeği hizasına  kadar çekili pantolonu, belden yukarısı çıplak gövdesi ile bir yandan Mel Ferrer’e, yaslandığı çark, elindeki çekiç ve sert köşeleri ile de, otuzların Stalinist heykelleri çağrıştıran bu heykel gönül tellerimi titretmezdi pek. Ama ne olursa olsun şu anki durumun müsebbibi orospu evlatlığını da hak etmiyordu elbette… Ne istediniz zavallı heykelden mına koduklarım?
Aslında bulunduğu yer dikkate alınınca bu hale gelmesinde bir tuhaflık yok. Taaa başından (yetmişlerden beri) esas tuhaf olan, yaya hareketinin az olduğu, ziyaretçilerinin sadece optalidon müptelası keşler ve Karaköy’deki kerhanelere gidip gelen  ameleler olduğu o  boktan parka koymak… Eser sahibinin civardaki İş ve İşçi Bulma Kurumu’na gidip gelen işçilerden esinlendiği için oraya konduğu hikayesi doğru ise, o da ayrı bir nahiflik.  [10] Çikolatadan “yeniden inşa” işine hiç girmesem daha iyi... Nicedir plastik, enstelasyon, hepıning, sanat galerisi insanı Tophane civarına ünsiyet kesbetti de gündeme  filan geldi, bir iki gazete bahsetti ama kulak asmayın, can çekişe çekişe ölüyor. “Önce çekici, ardından bileği, daha sonra arkasındaki çarkın dişlileri…” –Muzaffer Ertoran (Cumhuriyet, 15 Nisan 1991).
Konu ile ilgili gerçekten edecek lafı olan, onu da iyi eden bir yazı için: http://www.red-thread.org/tr/makale.asp?a=46

Haluk Tezonar,  Soyut
Haluk Tezonar | Soyut | Nisan 2013
Bir parça kuytuda kalmış, kent içinde unutulmuş (gibi) sessiz bir mezarlık girişinde oluşun, ya da yapıldığı malzemenin (beton!) avantajlarını kullanan, iyi korunmuşlardan.
Akaretler’den Maçka’ya çıkarken eski Spor Caddesi, şimdinin Süleyman Seba Caddesinin bitiminde solda duruyor. Karşısında İTÜ İşletme Fakültesi var.  “Yuvarlak Formun kitle dengesi konulduğu köşede hiç kaybolmuyor”  diyor Sennur Sezer heykelleri tanıtan yazısında. Eh, yalan da değil. Sonra ekliyor, “Maçka Kavşağından her geçişte gözünüze çarpan formun yeşilsizlikten başka bir şikayeti yok” (Cumhuriyet, 23 Mart 1974). Heykel adına bu masum şikayeti seslendiren muharrir yıllar sonra çağdaş belediyecilik anlayışının elinde  bunun uğursuz bir kehanete dönüşeceğini bilemezdi tabii. Şimdilerde eciş bücüş bir bordürle çevrili pembe renkli lale tarhının ortasında duruyor.  “Yeşil mi istedin? Al sana yeşil”!
Ama en azından dikildiği yerde göze batmadan, park ve bahçeler müdürlüğü dışında rahatsız edeni olmadan durup duruyor şükürler olsun.

Hüseyin Anka Özhan, Yankı

Hüseyin Anka Özhan | Yankı | Nisan 2013

Çoraplı Adamlar Nerede?
Hah! En sevdiğim buydu işte. Halen hoşuma gider. Becerebileceğimden değil ama, “Hey avanak BvP, hele yankı heykeli yap da, bir görelim!” deseler, böyle bir şey olur gibi gelirdi hep. Rengi ölçeği ve oldukça uzaktan (Şöyle, Dolmabahçe’den Karaköy’e giderken, stadyumun önlerine gelindiğinde solda  belirmeye/fark edilmeye başlar ve geçip gidene kadar gözünüzü alamazsınız) bile algılanan çok yönlü kırık yüzeylerindeki ton farklılıkları ile dikkat çekici ve göz alıcıdır. Basit ve dandik görünür ama, gözlerinizi  kapattınız mı karmaşık, incelikli formu zihinde canlandırmak hiçte kolay değildir.
Park olarak kullanılan oldukça dik bir sırttadır. Yukarı, Gümüşsuyu’na doğru uzanan bu alan Kentin uyuşuk ve mutlu olduğu yıllarda ayakkaplarını çıkarıp yana koymuş, yüzünde gazete, ayağında  çorapları ile uyuyan, dinlenen insanlarla dolu olurdu hep.  Artık civar o kadar hareketli, genişleyen yollar o kadar yakından geçiyor ki; ne bu adamların, ne de Yankı’nın huzuru kaldı. Gazetelerin haberine göre, 2011 yılı Eylülünde “yontu” projesi kapsamında, “Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı” ve “Yapı Kredi Gönüllüleri Platformu” tarafından bakımı ve restorasyonu! yapılmış.

Restorasyon ! Nisan 2013
Şu andaki durumu da pek parlak değil. Yapılan işin kalitesine ve çevreleyen lale tarhına bakınca (en azından onun bordürü “natürel”, Haluk Tezonar’ınki gibi kenarları çatlak, aşınmış, boktan  prekast beton değil) maalesef o’da burjuva atribülerinin ve park ve bahçeler müdürlüğünün kurbanı olmuş görünüyor. Müdürlük sarmaşık gülü veya acem borusu sardırmadan, kent bilinci sahibi gönüllüler bir daha “restore etmeden” ne kadar bu haliyle kalır acaba?







Ali Teoman Germaner, Soyut
Ali Teoman Germaner | Soyut | Haziran 2013

Ahşap üzerine bakır kaplama bu güzel  heykel en iyi korunmuş,  en orası burası kurcalanmamışlardan. Sanıyorum bu durumu niteliğine veya değerinde değil, İçinde bulunduğu ortama fevkalade uymuş oluşuna borçlu. Heykel’de zaten Sennur Sezer tarafından “Park gibi ağaç formlarının sık olduğu bir alanda bakırın ve kitlenin ışık imkanlarını bir araya getiren bir çalışma” olarak fevkalade anlamlı bir şekilde tanımlanıyor (Cumhuriyet 23 Mart 1974).
Aloş | 1973 ?
Bebek parkının yola yakın bir bölümünde durmasına rağmen hiç fark edilmiyor. Apansız bitivermiş  gibi göründüğü çimenlik ile hemen hemen aynı renk okside bakır yüzeyi, fondaki ağaçlarla çoğu açıdan aynı kesiti veren kütlesi ile ölü taklidi yapan balık gibi… Kaidesi, plaketi, boku püsürü hiçbir şeyi yok. Dikkat edilirse, arkada altta Germaner’in  kulandığı isim ve imzası, “Aloş” ile yapım tarihi görülebilir. Ahşap kütle üzerine bakır çivilerle tutturulmuş bakır tabakalardan oluşuyor.

Bakır ve Çiviler
Zaman içinde bir parça yıpranmış olsa da açıkta ve her türlü hava şartına maruz, yitik bir heykel için oldukça iyi durumda.  Hoş  akıllıca malzeme seçimi de Heykelin ömrüne ömür katmış olmalı! Metin Haseki’nin o hep yazılan çizilen, ama tek bir fotoğrafı olmayan (bir tane maket  fotoğrafı var) bakır heykeli, sırf malzemesi yüzünden, dikildiği gece; Yavuz Görey’in Maçka’daki bronz heykeli bir süre sonra sanatsever Türk insanı tarafından çalınmamış mıydı? Ama puştu pezevengi suçlamak ta nereye kadar? Arnavutköy’deki “Yağmur heykeli” de “paslandığı” için belediye tarafından sökülmüş bir eser mesela.
 
Heykel bugün köpeğini ve dar gri eşofman altı içinde sıkı kıçını gezdiren taş gibi karıların, pazar gezintisine çıkmış civar evlerin bakıcılarının, parkın içindeki kocaman çocuk parkına gelen piç kurularının ve hepsinden önemlisi park ve bahçeler müdürlüğü amir, memur ve işçilerinin dikkatini çekmeden yaşayıp gidiyor. 
 

Hakkaten Fuzuli | Haziran 2013
Güzel ve kırılgan nesne parkı başka bir sakinle, Şair Fuzuli’nin arkasına caddeye vermiş; boğazın sularına bakacak yerde, çaktırmadan deftere kitaba bakar heykeli ile paylaşıyor. Darth Vader’in yün namaz takkeli haline şaşılacak ölçüde benzeyen bu “eser”i Belediye İstanbul’da divan edebiyatı aşıklısı, Fuzuli’nin beyitlerini ezberden okuyan yüz binlerce insana ufak bir armağan olarak yaptırmış olmalı. Birbirleri arasında 20 metre bile olmayan iki heykel Bu ülkede hakim yönetici sınıf eliyle sunulan estetik ve sanat algısını benim ifade edemeyeceğim nitelik ve sertlikte özetliyor:
Bir tarafta bin dokuz yüz yetmişlerin komiteler kurdurup "toplumcu sanatı halka indiren” dürtüler, diğer tarafta şimdilerin  klasik dönem ( bu da epey sorunlu bir kavram aslında) Osmanlı sanatını, o sanatın yapısal ve plastik öğelerini, sorunlarını yarım yamalak bilgisi ve algısı ile halka – aslında her zaman cahil olan ama artık cehaleti ile gurur da duyan halka – dayatma dürtüsü...

Evet; ikisi arasında  kırk yıl ve yirmi metre ya var, ya yok.




Bvp.

Edited by Miki






………………………….
[1] Milli Eğitim Bakanlığı Sitesinde bu mısra;

Yıllan bir çığ gibi aşarak hafta hafta,
Koşuyoruz durmadan kadın - erkek bir safta...”
olarak yazılmış. http://www.meb.gov.tr/belirligunler/29ekim/index.html  Marşı artık  kimse umursamıyor, okumuyor olsa da, bu tür  umursamazlıklar çok rahatsız edici. Benzeri bir tanesi Türkiye Cumhuriyetinin Brezilya  Büyükelçiliği ile ilgi olanı.  Ve  hala duruyor.  En basit, sıradan olanın bile yanlışsız kayıt edilemiyor oluşu,  genel olarak bilgiyi, özel olarak da kendi ilgi duymadığı bilgiyi “takmamak” ile açıklanabilir belki. lhttp://brezilya.be.mfa.gov.tr/MissionChiefHistory.aspx

[2] “Her gün saat 18.30’da Ankara’da Halkevinde Cumhuriyetin  Onuncu Yıl Marşı öğretilmektedir. Cumhuriyet  Bayramına sesiyle de karışacak her vatandaş bu marşı öğrenmeye gelmelidir.” Hakimiyeti Miliye, 4 Ekim 1933. (aktaran; Bolat 2012)
[3] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi , Fon Kodu, 490.1.00, 1 Büro, Yer No, 3.10.3, 24.03.1935. (aktaran; Bolat 2012)
[4] “Kanun esasları  içinde” bayram kutlayan başka bir ülke var mı dır ki?  http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc056/kanuntbmmc056/kanuntbmmc05601701.pdf

[5] Cumhuriyet Bayramında açılışı yapılan kamu yapıları demişken;  Ankara’da yapılan Türk Kuşu Paraşüt Kulesinin 28 Ekimde,  Ankara Garı’nın da,   30 Ekim 1937’de hizmete açıldığını araya sıkıştırayım. Gar’ın cephesinde kabak gibi yazar bu tarih zaten.

[6] Bu “uzmanlar”ı ve bildirileri küçümsemeyelim lütfen. O sıfat lafın gelişi. Öyle boktan televizyon kanalları veya  gazetelerin (boktan), internet sitelerinde havalar bir parça ısınınca, evrenin sırrını açıklıyorlarmış gibi özellikle öğle saatlerinde kalp, şeker ve tansiyon hastalarının sıcaktan kaçınmalarını” isteyen skindirik “uzman”lar değil. Kurt Bittel, Rudolf Naumann, Rodney Young katılımcılardan bazıları. Halen üç cildi de satışta olan , kitap fuarlarında,  TTK standında zaman zaman – her zaman değil -  ortaya çıkarılan bu kitabı  tükenmeden almak insan evladının kültürel gelişimine epey katkıda bulunur o kesin.
“The Proceedings of the Xth International Congress of Classical Archaeology. Vols ı – ııı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1978.
[7] Burada “Tükürürüm böyle sanatın içine” veya “ucube” türü tekil  vecizelerden bahsetmenin anlamı yok.   Türk halkının ve yöneticilerinin heykel sanatı ile ilişkisi çok daha zengin olaylarla dolu. Başlamak  için: http://www.doganhasol.net/Articles/saldiriya-ugrayan-heykeller_11039.html

[8] Projenin uygulanmasıyla ilgili karar, 1972 yılının Mayıs ayında İstanbul Valisi başkanlığında toplanan “İstanbul İli Cumhuriyetimizin 50. Yılını Kutlama Komitesi”nde alınmıştır. Kutlama Komitesi’nin İstanbul Şubesi Başkanı, Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Başkanı Prof. Mustafa Aslıer’dir. Komitede İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Başkanı Prof. Hüseyin Gezer ve danışman üye olarak Prof. Şadi Çalık da vardır. (İstanbul’da   Kamusal Alanda Sanat Uygulamaları için Öneriler,  Yayıma Hazırlayan: Özlem Ece, İKSV , Temmuz 2011)


[10] Maalesef doğruymuş!  Zamanın çalışma bakanı 500 bininci işçiyi yanağından öpüp bu yurtdışı gurbete çıkmadan önce  Kabataş parkında bekleşenlerin Kabataş Parkındaki görüntüsü etkilerdi beni”…“Bu yurda her yıl döviz kazandıran yurt çocuklarına bir heykel yapmayı hep istedim. Bu yüzden o heykeli yaptım. Konacağı yeri de ben seçtim” (Cumhuriyet, 22 Mart 1974)
……………………

Bolat Salman, Bengül;  Milli Bayram Olgusu ve Türkiye’de Yapılan Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları (1923-1960), Atatürk Araştırma Merkezi. Ankara, 2003.

Ece Özlem ;İstanbul'da Kamusal Alanda Sanat Uygulamaları İçin Öneriler, İKSV. İstanbul, 2011


Oral , Tan.; Yaza Çize, İris. İstanbul, 1998.

Osma, Kıvanç; Cumhuriyet Dönemi Anıt Heykelleri (1923-1946),  Atatürk Araştırma Merkezi. Ankara, 2003.


WA 420


Çırak WA420 Yükleyicinin Tork Muhafazasını Mazotla Yıkıyor | Büyük Sanayi Sitesi | Van | Şubat 2013