Emsallerine faiktir

Ekim 12, 2011

İçerisi ve Dışarısı

Yapılarla ilgili algının önemli bir parçası içeri-dışarı ilişkisi. Bu işin merkezinde de, iki hacim arasındaki geçirgenliğinin nasıl kotarılacağı var. Belirli ölçüde saydamlaştırılmış bir yüzeyin hangi tarafında olduğunuz, o açıklıktan neyi gördüğünüz veya göremediğiniz, yapıyı üretenin alanlar arasında kurmak istediği ilişkiye göre yüzeylerin sonsuz çeşitlilikte parçalandığı çözümler içeriyor.

“Bir duvara açılmış delik nebleyim pencere, kapı, boşluk o türden şeyler” olarak özetlenebilecek belki de oldukça basit, sıradan bu durum bana karmaşık ve ilginç geliyor maalesef…


 
Saydam | Saldırgan Dış Alan - Edilgenleşen İç Alan | Paul V. Galvin Library - IIT, Chicago 2007.

Saydam | Duvarda Hareketli Tablo | Bodrum 2006.


Geleneksel | Bekilli, Denizli 2009.


Gelenekselin Tekrarı | santralistanbul 2010.

Anlamını Kavrayamadan | Sanayi Sitesinde Derinlik | Ostim 2009.

Yaz Sıcağı | Dışarıda Merak - İçeride Serinlik | Bozcaada 2010.


Hiçbir Özelliği Yok-muş Gibi! | Didyma Kazı Evi 2011.

Sadece Gereken Kadar | İstanbul Üniversitesi Gözlem Evi 2011


Dışarıdan İçeriye - İçeriden Dışarıya | Bozcaada 2010

Yarı Saydam | Denge | santralistanbul 2011


Açıklık-mış Gibi Yapan| Bozcaada 2011

Fotograflar, BvP  

Ekim 07, 2011

Susurluktaki Ayran Heykeline Ne Oldu?

Miki ve ben sonbahar sonlarında kıyı Egede sekmeyi severiz. Günler bir parça kısa ama, hava ve deniz daha evcildir. Yazlıkçılar okulların açılmasına yakın sktir olup gider, Söke pazarındaki şeftaliler iyice olgunlaşmıştır. Börülce, incir, bol ve ucuzdur artık. En önemlisi; sevdiğim ören yerlerinde, antik kentlerde taş aralarında kertenkeleler tedirgin olmadan dolaşırlar. Kısaca güzeldir tatil yapmayı sevdiğimiz yörede yaz sonu.

Karayolundan yapılan bu mütevazi gezilerin hoş bir parçası olan araba yolculuklarını iple çekerim. Aslında, her yıl yedi sekiz saat boyunca iki yanımdan hızla geçip giden çok miktardaki anlık görüntünün bu aksın çevresini işgal etmiş hominidlere ilişkin düşüncelerime hiç bir olumlu katkısı olmaz. “Fashion Night Out” Çekimine katılan 30 ünlü [1] kadar içimi bulandırırlar. Ama ben başbakan, kültür bakanı, yerel yöneten vs. olmadığım için, yol boylarını sçıp sıvayan bu canlıları sevmek, hoşlanmak – seviyormuş gibi bile yapmak – zorunda değilim.

Emmioğlu Süper Kahraman
Neyse, Yalova’dan Bursa’ya kadar olanı pek bir şeye benzemez de, Bursa’dan sonra işler değişir... Yol uzayıp giden sonsuz bir komedi filmidir. Karacabey’den geçerken “Pansiyon Hara” tabelasını, “At Sevgisi Durağı”nı görüp, aklına Alman porno filmleri gelmeyen, pis pis sırıtmayan var mıdır? “İkizcetepeler Göleti”nden bahsetmiyorum bile. Canı hiç sıkılmaz insanoğlunun. Etrafta ne var ne yok Robert Venturi’nin ilgisini hak eder niteliktedir [2]. Her süfli benzin istasyonu - ki sayısızdırlar, benzin istasyonu mescidi ve köfte tapınağında nefesi hissedilir büyük üstadın. Bu yol boyu deliliğine kasketli ve pelerinli bir oğlan da karınca kararınca iki boyutlu katkılarda bulunur. Ulan elin Amerikalısı boynunda pelerin, kıçında tayt uçar da, Asia Minor köylüsü uçamaz mı? Fakat bu süper kahraman maalesef belden yukarı resmedildiği için altında ne olduğunu bilmek mümkün değildir. Ancak Romalı Centurion pelerinini, adaleli göğsünü görürüz. Ben nedense hep şalvarla hayal ederim onu.

 
Susurluğa yaklaşırken her an köpüklü ayran heykeli ile karşılaşma düşüncesi içimi hep kıpır kıpır eder...di! Fakat heyhat, eski dostu göremedik. O muazzam yapıt yol genişletme çalışmalarının (“duble yol” bildiniz değil mi?) kurbanı olmuş, kimbilir başına neler gelmişti. Susurluk Belediyesine ait iş makinaları parkının bir köşesinde veya mıcır tesisinde etrafa ışıklar saçmaya devam etmesini diledim haykırarak! Telefonunu bilsem Sayın Kültür Bakanımızın, ya da en azından Modern Sanat Müzemizin Küratörlerinin telefonu cep telefonumda kayıtlı olsa! Bu tarihi fırsat kaçmış oldu. Fakat sağ olsunlar, önemli simgenin yitirilmesine haklı olarak gönlü razı olmayan, olamayan yerel yönetme erbabı ve kasaba halkı aynı eksende yapıtları sağa sola saçıp, bu güzel yolculuğu anlamlı kılmışlar. “Yoğurdun içine su katılarak elde edilen bir tür içecek” üretim prosesi, insan ögesi de eklenmiş olarak karşımızdaydı artık. Hemen yanı başındaki bir başkası yine bardak ve ayran birlikteliği konuluydu. Durup, sanatçının ayran bardağının geometrisini yansıtıştaki sadakatini gözledim uzun ve sessizce...


Cömert bir tanımla “Şehir Heykeli” deniliyor olsalar da; topluma hakim kabasabalığın, tanılama fakr-ü zarüreti aynası şu nesneler ile ilgili karar sürecinin nasıl şekillendiği dehşetli merak ettiğim bir husus. Bu şeylerin önce maketleri yapılıp karar organlarına mı sunuluyor? Karar hangi organlarla (vücudun) veriliyor? Maketleri yapılıyor mu? Yapılıyorsa kaç ölçek oluyor? Yaptırılacak kişi veya kuruluşların seçiminde bir kriter var mı, yoksa yetersizlik yeter şart mı? Nasıl giyinirler, evleri nasıldır? [3]

Bu sorulara cevap aramaya vakit bulamadan imge değişip, “Outlet” uydurmasının bilinmediği, Karadenizli yapsatçı irisinin televizyonda ve her akşam reklam kuşaklarında beyaz gömleği, kocaman saati ile yatırım dersi vermediği, ama Cavit Çağlar’a servetinin sırrı sorulduğunda “Çok çalışmak. Bir de, dürüstlük” cevabı verdiği yıllardan seslenen seksen ortalarının post modern vahası, Varan Dinlenme Tesislerini görüyorum. Öğrenciyken pek beğenirdim malzemesi ile ağırbaşlı, kütle hareketleri ve cephe geometrisi ile –azıcık- fingirdek bu yapıyı. Şimdilerde yolboyu karşılaşılan onlarcası gibi boşaltılıp ölmeye terk edilmiş. Her yıl bir parça daha kırılıp döküldüğü görmek iç burkucu. Yol kenarı tesislerin en yakın kasabadaki kalfa tarafından kotarılmadığı ilk örnek belki de. Bu türden başka ve yeni bir örnek Akhisar yakınlarındaki Keskinoğlu Tavuk Lokantası. Zatın tavuk adlı kümes hayvanına duyduğu muhabbet destansı. Kilometreler boyu iki yanda söz konusu canlının emriyodan yenebilir türlü biçim ve hallere nasıl dönüştürdüğünü izleyebiliyoruz. Tesislerin anayurdu Kayalıoğlu Kasabası’nın dev bir tavuk heykeli yapma zamanı geldi de geçiyor.

Kırgın ve Umutsuz...


Daha Bir Fingirdek

Balıkesir Kenti ile şu erotik gölet [4] arasında, Akhisar yönüne doğru yoldan hafifçe yüksekteki köyün camisini görmemle “Miki bak! Ya Felipe Brunellesci’nin torunları bu köyde oturuyorlar, ya da bura Floransa’nın kardeş bilmemnesi” sözleri döküldü ağzımdan... O da “İnşallah, MKD senin gibi olmaz, normal biri olur”u yapıştırdı. Yeni Anadolu insanının dinsel yapı üretmekteki özensizliği, berduşluğu ile bu tür ani karşılaşmalarda hemen Süleymaniye’yi, Athena Polias Tapınağını aklıma getirir ferahlarım. “Tamam İstanbul’a gitmek pahalı, yol uzun vs. Ama bi minibüs kiralayıp Priene’ye gitmek kaça patlar ki bu köylülere? Uzak mı? Dur! Sardeis var, yakın. Orası da açar ufku, şeyi” dedim. Bu defa cevap bile vermedi!
Floransa ile Kardeş Köy Selimiye
Floransa, Santa Maria del Fiore,
Kubbe 1460'lar
Saruhanlıya gelince anlar insan Ege’ye geldiğini. Güneş daha ışıltılı, renkler daha parlak, kokular daha keskindir artık. Yol iki yanda temizcedir ve ustaca ekilmiş tarım arazileri arasında devam eder. Kasaba halkı tuhaf bir şekilde diğerleri gibi yol üstündeki tarım arazilerini artarda benzin istasyonu şeklinde taşlaştırıp, taşşak kebabı yapmayı tercih etmemiştir. Tuhaf değil mi? Bu kasabada ters giden bir şey var ama ne? Hoş çevre uzun süre durmaz otomobilin pencerelerinde. Yol ve zaman saatte 90 – 100 kilometrelik bir süratle hareket ettiğinden Manisa yaklaşmaktadır maalesef. Sevimsizdir bu can sıkıcı, tıklım basa ve kötü binalarla dolu kent.

Sadece Bana mı Öyle Geliyor, Yoksa Hakkaten
 Las Vegas Gibi mi?
Ayrıca bir grup uydurukçu, kuru kuruya övünmekten hoşlanan insan olduğunu da bildiğim için iş iyice tatsızlaşır. Uydurukçu olmasalar kentin girişine, çıkışına, oraya buraya kocaman “Lalenin Vatanı Manisa’dır” [5]Ya da, “Dünya Kuru Üzüm İhracatının Yarısı Manisa’dan Yapılmaktadır” [6] tabelaları koyarlar mı! Yine yol üzerinde Cihanşümul Padişahlarımızın resimlerini görüp, hamiyetimden gözlerim yaşarıp, Manisalı değilken bile gururlanacakken “bir döneme damgasını vuran” bu zatlardan III Mehmed’i fark ettim. Büyüklerini seviyor muydu bilmiyorum, ama küçüklerini sevmeyi öğretememişlerdi şehzadeliğinde [7]. Biraz canım sıkıldı tabii. Ama artık Egedeydik işte ve Manisalıları kendilerini ifade  sorunları ile baş başa bıraktık. Nasıl olsa birazdan o iç bayıcı dağ geçitlerinin aşacak, İzmir’i göreceğiz. İzmir’den sonra mı? Ver elini Söke ovası.

Hayat güzel hakkaten...
Miki ve ben sonbahar sonlarında kıyı Egede sekmeyi severiz…



Bvp, Ekim 2011.

Edited By Miki



[1] “30 ÜNLÜ FNO çekiminde BULUŞTU”, Vouge Türkiye. Eylül 2011. Sayfa 362-385. Bu yayının her sayfası bir hazine... “Büyük ve sarkık kulak memelerini ne yapmalı?” Merak ediyorsan Sekiz TL. Karşılığı öğrenmek mümkün.

[2] Robert Venturi 20. Yüzyıl Mimarlığının; daha doğrusu, post modern mimarlığın kuramsal temelleri konusunda yazdığı iki temel kitapla tanınan Amerikalı Mimar / Mimarlık Kuramcısı. İlki “Mimarlıkta Karmaşıklık ve Çelişki” diğeri, “Las Vegas’ın öğrettikleri: Mimari Biçimin Unutulan Simgeselliği”. Anlaşılması güç, epey zor okunan bu kitaplar hala mimarlık öğrencilerinin ilgisini çekiyor mu bilmiyorum. Mimarlıkta Karmaşıklık ve Çelişki Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı tarafından 1991’de basıldı. Maalesef “...çelişkili ilişkiler kendilerini uyumsuz dizemlerle, yönlenimlerle ve komşugenliklerle ve özellikle benim aşırı komşugenlik diye adlandıracağım – farklı ögelerin bindirtileri – olgularla kendini gösterir.” türü cümleler gırla. Belki de, orjinalini okumak akıl sağlığı açısından en uygun olanı. Ama, iyidir ha! Onu da söylemeli.

[3] Aslında bu nesnelerin önünde yer aldıkları fonun üstünkörü bir incelenişinde bile (çevre düzeni, binalar, insanlar vs.) kent, kentin sakinleri ve o şeyler arasında önemli paralellikler saptanabiliyor. (Metindeki “kent” ve “heykel” tanımlarını pek ciddiye almayın). Daha önce link vermiştim ama yine vereyim: Ebenizin heykellerine eğlenceli ve bir o kadar da tüyler ürpertici bir yolculuk; spektaküler şehir heykelleri.

[4] İkizcetepeler Göleti: Gövde hacmi 1.115.000 m3, akarsu yatağından yüksekliği 52,00 m., normal su kotunda göl hacmi 164,56 hm3. Bu iyi de, Soma yakınlarındaki “Sevişler” Barajına ne demeli?

Ecnebi memleketlerde de var aynı sıkıntı. Amerika Birleşik Devletlerindeki “Blue Ball”, Intercourse”, “Flushing” ve Avustralya’nın “Fucking”i, gibi çok bilinen örnekleri geçtim . Güney Dakota’da “Gayville”, Nova Scotia’da “Shag Harbour”, Ontario’da “Crotch Lake”. Daha fenası var:  İngilizler bu konuda sanki epey ileri: Cabridgeshire “Prickwillow”, Merseyside “Lickers Lane” Orkney’de “Twatt” diye yerler olduğu söyleniyor!

Yazar Bill Bryson’da bu işlere kafa yoranlardan. Amerika Birleşik Devletlerindeki Coğrafi adlara ayrılmış eğlenceli bir bölüm: Bryson, Bill. Made in America. S.122-144. Black Swan, 1994.

Ayrıca : “The Lost Continent” Travels in Small-town America kitabında da konu ile ilgili iyi örnekler var.

[5] Galiba; sadece Manisa civarındaki dağlık arazide değil Anadolu’da çoğu dağlık alanda, Doğu Avrupa ve Akdeniz’de de bulunabilen yabani tür lale “Tulipa Orphanidea”yı kast ediyorlar. Bu bitkinin anavatanının Pamir, Hindikuş ve Tien-Şan Dağları olduğu da, kentin geçen yolculardan saklanan bir sır! (Naçiz fikrimce; genel olarak lale benimsemek, sahiplenmek için çok da iyi bir tür değil. Hadi, biri benim dedin, ama 108 tür lale daha var!)

[6] Tam hatırlamıyorum da, bu minvalde bir şeylerdi.

Dünyadaki önemli 10 kuru üzüm ihracatçısının 2006 yılındaki toplam ihracatı 783.544 ton veya 987.348 milyon dolar. Türkiye’nin ihracatı ise 240.375 ton / 284.420 milyon dolar. Bu da %28.8 lik bir pay demek. Yarıya daha epey var. Hem cennet vatanımda yalnızca Manisa’da değil, Turgutlu, Salihli, Akhisar, Menemen, Mustafakemalpaşa, Çal, Çivril’de de üzüm yetiştirip kurutuluyor. Yani, Manisa kuru üzümle imtihanında da sınıfta kaldı!

Bence Manisalılar için can sıkıcı başka bir durum var. Vasat bir ultrasonografı cihazı ortalama 11 -12.000 dolar. Gurur duydukları kuru üzümlerinin tonu ise, 1.183 dolar Yani; böyle bir şey alabilmek için, o gururdan 10 ton civarı veya 30.000 salkımı yetiştirip, toplayıp, kurutmaları gerekiyor!

Türkiye Dünya kuru üzüm ihracatının neresinde? Merak edip, sormaya korktuğunuz her şey için pek faydalı bir kaynak : http://www.tgdf.org.tr/turkce/tgdfraporlari/igmkuruuzum.pdf

[7] “Babasının cenaze merasiminin hemen akabinde 19kardeşini idam ettiren Mehmed III., devlet ve saltanat emniyeti namına, seleflerine nazaran kardeş katilliğinde daha ileri bir dereceye vardı”. Durun, hemen “ulan ne var Sultan Kanunu işte, hem II. Mehmed Başlatmıştı bu işleri” demeyin.Gerisi geliyor.: “Mehmed III., tab’an zayıf iradeli olup, fazlaca te’sir altında kalırdı… Aynı zamanda vehimli idi. 16 yaşındaki büyük oğlu şehzade Mahmud’un bir şeyhin telkini ile, kendi aleyhinde haric ile mektuplaştığı haberi alınıp, mektupların kızlar-ağası vasıtası ile elde edilmesi üzerine şehzadenin boğdurulması (27 zilhicce 1011= 7 haziran 1603)…

Gökbilgin, Tayyib. İslam Ansiklopedisi C. 7, 535-547.

İslam Ansiklopedisi ,
İslam Alemi Tarih, Coğrafya, Etnografya ve Biyografya Lugati.
Milli Eğitim Bakanlığının Kararı Üzerine İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde A. Adıvar, R. Arat, A. Ateş, C. Baysun, B. Darkot Tarafından Leyden Tab’ı Esas Tutularak Telif, Tadil, İkmal ve Tercüme Edilerek Neşredilmiştir.
(İlk Sayfadan)