Emsallerine faiktir

Aralık 28, 2013

Darth Vader II ve İki Köprüyü Tepeden Gören Minare


Beykoz Elmalı Köyü | Esma-ül Hüsna Camii | 2013

Ataşehir’deki Darth Vader Camiinden daha önce bahsetmiştim. Görkem ve haşmet “noktasında” hemen karşısındaki örnekle kıyaslanabilir bir yapı değil tabii, ama  yine de sevilip beğenilmiş olmalı ki, Beykoz Kırsalındaki Elmalı Köyü sakinleri hepten aynısını yaptırmışlar (Açıkçası, ben de o yazıyı yazdıktan sonra geçen zaman içinde, sonrası örneklere, hele karşıdakine bakınca uygun malzeme seçimi ve  farklı bir formla yeni bir şeyler arayan (her halde)  bu ufak tefek, ölçekli yapıyı tutarlı bulmaya başladım). Arketipe sadakat nerdeyse kusursuz olmakla birlikte, görebildiğim tek sapma şerefede. Buradaki bir parça basık, klasik oranlara daha bir yakın. Fakat şerefe üst örtüsünün alçaklığı yüzünden orada ayakta durmak imkansız ve fakat kullanılıyormuş gibi de camla kaplı… Beykoz, Elmalı Köyü, Esma-ül Hüsna Camii yaptırma derneği üyeleri “nasıl olsa hoparlörle okunuyor,” deyip, yapıya ilişkin –tek- artistik tercihlerini burada kullanmışlar gibi.

Ataşehir | Kilisli Mustafa Kanat Camii | 2008 

Kentte son on yılda yapılmış, şimdilerde yapımı süren onlarca caminin arasında bir benzeri yaptırılacaksa Beykoz, Elmalı köyü sakinleri neden bu oldukça iddialı ve “gelenekseeeel” olmayan  formu tercih ettiler acaba? İlgilerini çeken ne oldu? Yapının ilk örnek ile uyumu göz önünde bulundurulunca öyle el terazi-göz kantar, Karadenizli kalfa işi değil. Son cemaat yerinin kırık plak örtüsü, çörtenler, kubbenin oranları için ciddi bir proje gerekli.  illa aynı müellif bulunup yaptırılmışa benziyor.  Israrı halen anlayabilmiş değilim. Cami yaptırma derneği üyelerinin toplu olarak bilim kurgu merakı ile açıklanacak bir şey değil. Yine de; niteliksiz ve sıradan bir cami yerine böyle bir yapı tercih ettikleri  için taktir edilmeleri gerektiğini düşünüyorum. 

***

Beykoz, Karlıktepe?  | İmam Hüseyin Birlik ve İim Vakfı Camii | 2013

Bu civarda, Beykoz’a giderken Karadeniz’e bakan dik yamaçlarda başka bir cami inşaatı dikkati çekiyor. Aslında dikkati çeken cami değil de, yanındaki deniz feneri veya uçuş kontrol kulesini andırır kütle. Minare olması gerek amma o kadar büyük ki, elli metre filan boyu var, döner lokantalı televizyon kulesi sanki. Görünce hemen “Miki bak; dinleme tesisi, Moskova’yı dinleyecekler herhalde” dedim. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği adlı devletin 25 Aralık 1991’de yıkılmış olduğunu hatırlattı. “Olsun, vardır Kominisler yine de, sen büyüklerimizden iyi mi bileceksin?” diye yapıştırdım lafı.

Sonra ufak bir araştırma Beykoz’da “daha önce benzerine rastlanmayan” cami minaresinin “dikkatlerden kaçmadığı”nı öğrendim (doğru , pek öyle kaçacak gibi değil). “İstanbul Boğazı’nı ve iki köprüyü tepeden gören minareye asansörle de çıkılabiliyor”-muş. Kırk dört metre yükseklikte olduğu söylenen bu şeyin tepesine merdivenle çıkmak isteyenler de olabiliyor ki, asansör de  bir seçenek olarak sunulmuş.  Güzel bir şey tabii…

“Beykoz’un en yüksek tepesi olan Karlıktepe’ye inşa edilen minarenin Türkiyede bir ilk olduğu belirtiliyor (kim ‘belirtiyor’?)Turistlere ve vatandaşlara  seyir ‘sevki’ (zevki  olacak herhal) yaşatmak için düşünülen minareye çıkmanın bir bedeli oluyor”.  İnsanın aklına hemen “yahu; oradan manzaraya bakmak için niye bir kuleye çıkayım? Niye bedel ödeyeyim,  zaten tepelik bir yer... Hem, yamacı tarumar etmeye değer mi? Manzaraya bakılacak ta, peki karşıdan oraya bakan ne olacak?” demek geliyor değil mi?  Ama öyle değil işte bu işler.  O Kule/minare/terasın gelirleri ile Cami’nin giderleri karşılanacağını "belirtmiş" cami cemaati.  Terasa para ile çıkılacak. Namazını kılacak, İstanbul manzaranı seyredip gideceksin. 

Caminin giderlerini karşılamak adına bu tuhaf şeyi yapıp,  bir dünya masrafa  girmek yerine; hiç yapmasalar hem giderler için kullanmak  üzere epey para artırabileceklerini hem de bu çirkinlikten bizi kurtarmış olacaklarını “belirtmek” istiyorum ama, halen içimden bir ses şu seyir terası işinin kılıf olduğunu, esas amacın kominisleri dinlemek olduğunu söylüyor.

Haber şurada: Önceden hazırlanıp medya kurumlarına dağıtılan bir haber bu. Her yerde aynı metin kullanılmış. Linkteki gazeteye ait bir habercilik başarısı değil yani.


Hayırlı Seyirler,

BvP. 

Aralık 07, 2013

Singapur'da Kent Heykelleri

Birkaç zaman önce Singapur’a gittik. O zamandan beri uzun uzun yazayım, sizleri aydınlatayım diyorum, lakin şu MeKaDe’den, onu terbiye etmeye çalışmaktan hiçbir şeye ne mecal ne de hal kalıyor. Fakat yine de bir gayret en azından heykelinden, sanatından şeyinden haberdar etmeli.

Bu küçük kent ülkesinin yerel yöneticileri anlaşılan pısırık ve cahil kimseler ki, halkı öyle başıboş bırakmışlar, herkes aklının ve parasının yettiği kadar heykellerle bezemiş ortalığı. Belki de daha çok parasının yettiği kadar… Çünkü bazıları öyle üçe beşe alınacak şeyler değil. Ünlü kimselerin mamulatı, epey gösterişli şeyler. Bir ara öyle bunaldım ki yoldan birini çevirip; Nerde bu Singapur belediye başkanı!  Tükürmüyor mu böyle sanatın içine?  Hayır, beceremeyecekse benim geldiğim yerde var, çağırın bari o tükürsün”. dememek için zor tuttum kendimi. Ama ya, “Heykel işini sizden öğrenecek değiliz” derse elin Asyalısı?  Bir şey daha; heykellerin önemli bir kısmı o görkemli  banka yönetim binalarının çoğunlukta olduğu, kentin finans merkezindeydi. Tüm bunların şu lanet olası faiz lobisinin işi olduğunu anlamamaları da ayrı bir gariplik tabii.

İnsan Bizde de Olsun İstiyor Böyle Bankalar Caddesi

Dediğim gibi; çamur renkli ve oldukça tatsız Singapur nehrinin ufak bir körfeze döküldüğü bölgenin kıyısına konuşlu “Bankalar Caddesi” oldukça gösterişli bazı sanat eserleri barındırıyor. Aslında bunlara “sanat eseri” mi demek lazım yoksa, para ve gücün simgeleri mi bilemiyorum. Örneğin UOB* merkezinin nehre bakan küçük meydanındaki Botero heykeli gibi. 

Fernando Botero | Bird | 1990 | Singapur 

Sadece heykelleri ile değil tabloları ile de bu pek ünlü Kolombiyalı sanat erbabına Çinli bankacılar epey para bayılmış olmalılar.  İlk birkaç tanesinin insanı enikonu heyecanlandırdığı, ama birbirinin benzerlerini iç bayıltacak çoklukta görmenin “ulan, işi ticarete mi vurmuş sakın?” dedirttiği bir heykel bu. Adı, basitçe ”Kuş”. Oldukça da büyük namussuz, üç metreye yakın. Kaidesi üzerindeki plakette kuşun geleneksel olarak barış ve dinginlikle ilişkilendirildiği, Botero’nun bu üç boyutlu kuşunun da yaşamın keyfini ve iyimserliğin gücünü vurguladığı, mahalli bankacınızın (faiz lobisi)  insanlarında iyimserlik ve barış olduğu sürece Singapur’un zenginleşip semirmeye inancının tam olduğu yazılı. Bildiğiniz saçmalık yani. “Ahir ömrümde bir Fernando Botero heykeli göremedim” diyecek olursanız, - unutmadan; bu kuşun bir benzerinden Floransa’da da var - böyle egzotik yerlere gitmeye gerek yok. Fernando’nun “her yere bir atlı adam heykeli” kampanyası dahilindeki, benzerleri Nassau’dan Kudüs’e dek her yerde olan ama size en yakını İzmir’de Büyük Efes Oteli’nin girişinde bulunan “atlı adam”ı görebilirsiniz. Ama bana göre, oteldeki diğer görkemli şeylerin, özellikle de Atilla Galatalı’nın “Güneş”inin yanında bir parça sönük kalıyor. Elbette ikisi arasında bir karşılaştırma çok anlamlı değil, ama madem hür teşebbüsün yapılarını süsleyen, parası bastırıp edinilmiş sanattan konuşuyoruz diye söylüyorum.


Fernando Botero |Atlı Adam | 1992 | İzmir | Büyük Efes Oteli
Atilla Galatalı | Güneş | 1964 | İzmir |Büyük Efes Oteli 
UOB’nin sanat aşkını, bu konudaki doyumsuzluğunu Botero kesmemiş olacak ki,  “Ben sanatçının hem tüccar hem de kavat olanını severim” deyip, iç avluya da bir Salvador Dali heykeli kondurmuşlar/satın almışlar. “Newton’a Saygı” isimli bu şey aynı kalıptan çıkmış sekiz adedin 1985’de dökülmüş, imzalı ve numaralı beşincisi. (1904 doğumlu olduğunu düşünürsek; 81 yaşında böyle bir işi kotarmış olması zaten pek inandırıcı değil, değil mi?) Bu da Botero gibi deyim yerindeyse epey “dükkan işi”. Ama doğal olarak çevredeki diğer eserlerden çok daha fazla ilgi görüyor. Isaac Newton’un yerçekimini keşfinde katkısı olduğuna inanılan şu meşhur elma hikayesi temelli heykelde figürün sağ elinden “düşüyormuş gibi” görünen top elmayı simgeliyor. Kaidedeki plakete göre (Bronza asit indirme tekniği ile yapılmış, Botero’nunkinden kat be kat gösterişli bir plaket bu)  Dali daha da ileri gidip; göğse açtığı deliğe asılı kalp ile “yüreğin açıklığını”, kafaya açtığı delikle de “zihin açıklığı”nı vurgulu-yormuş. İşte tam bu noktada,  yanımda bir Melik Gökçek istediğimi fark edip dehşetle ürperiyorum.

Salvador Dali | Sir Isaac Newton | 1985 | Singapur 
***
Yolun karşısı kesinlikle daha iyi. Hemen karşıda bizim Katalan kavat kadar ünlü olmayan ama; özgün, ağırbaşlı ve zarif İngiliz Tony Cragg’ın bir heykeli var. Azcık kapı önünde kalmakla beraber bu güzel şey dikkati hemen çekiyor ve insan artık yanında o Orta Anadoluluyu istemiyor. Önündeki plakete yine bir takım anlamsızlıkla yazılmış. Artık okumuyorum bile. Biri on, diğeri sekiz metre boyunda, üst üste dizilmiş çakıl taşlarına benzeyen bu heykellerin hem büyük hem de iki tane olmaları Çinli bankacıları (faiz lobisi) memnun etmiş olmalı. Ne ödedilerse helal olsun.

Anthony Cragg | Points of View  Series | 2011 | Singapur 
Azıcık ileride insanın aklını başından alan başka bir şey var. Dali’nin o osuruk saçmalığına filan benzemiyor. Miki’nin kolunu çekiştirip  “hacı, bak bu bir Moore” diyorum. Karımı etkileme maksatlı bu cümlem  her zamanki gibi yüzünde ulan bu herif de amma çok lüzumsuz şey biliyor”  ifadesine sebep oluyor.  Belki o anda bu kocaman bronz heykelin ağırlığını kafasında tartıp, eritildiğinde kaç para edeceğini düşünüyor, tam da  bilemiyorum.

Henry Moore | Reclining Figure | 1938 Tarihli Orjinalden Büyüterek Döküm | 1984? | Singapur 
Epey küçük bir çocukken, ablamın kitaplığındaki Henry Moore kitabına bakmayı çok severdim. Galiba yalnızca traverten heykellerinin olduğu bir katalogdu bu. Belki de şu Paris’teki UNESCO Binasının önündeki meşhur heykel vardı kapağında… O heykellerin rengi ve dokusunu hiç unutmadım. Figürlerin yumuşacık hatları, hakim dolu ve boş kompozisyonlarının insanda uyandırdığı inanılmaz denge duygusu halen can evimden vuruyor beni. Çağın en ünlü, en bilineni değil belki ama –bana göre- Alexander Calder ile birlikte en usta iki heykeltıraşından biri.


Alexander Calder  | Flamingo |  1974 | Şikago 
Heykel yoldan hafifçe yükseltilmiş bir platformda ve kendisinden fazla da büyük olmayan, alçak bir su kütlesinin üstünde duruyor. Yansıma sağlayan, zemine çakılmamış ta üzerinde dalgalanıyor hissi veren hoş bir fikir bu.  Miki’ye o an ukalalık olmasın diye söylemedim ama, Adamcağızın en büyük bronz heykeli olabileceğini düşünüyorum (yaklaşık dokuz buçuk metre boyunda, tam ölçüleri 9.45 x4.24 metre. Neresini nasıl ölçmüş oldukları ayrı bir konu). 1938 tarihli bir kurşun heykelinin büyütülüp bronza döküleniymiş. O da yandaki plakette bunu doğrulayan bilgiyi ve toplam ağırlığının yaklaşık dört ton olduğunu okuyunca gözleri parlıyor. Hemen hurda metal olarak ederini hesapladığına eminim. Rengi, mengi, kadifemsi dokusu ve zerafeti inanılmaz. Dali’nin saçmalığının hemen hemen tam karşısında sağlam ve özgün bir estetik anlayışının, ustalığın  ürünü olarak zarifçe oturuyor suyun üstünde. Bunu da Çinli Bankacılar (faiz lobisi) 1984’de alıp Singapur halkına hediye etmiş! Ben de biraz Çinli bankacı ve bir Henry Moore istediğimi düşünüyorum, ama bizim payımıza maalesef şunlar, bi de şunlar düşüyor. 

Marina Bay Sands | Moshe Safdie | 2010 | Singapur 
Nehrin döküldüğü küçük koyun karşı kıyısında kentin her yerinden görülen acayip ve bir parça görgüsüz “Marina Bay Sands” otelinin arkasındaki Botanik bahçelerine, “Gardens by The Bay”e yola koyuluyoruz. Epey yüksek üçlü bir kütlenin üzerinde  bostancı kayığını andıran başka bir şey oturuyor. Burada bar(lar), bok püsür ve bir havuz var. İstenirse,- ücreti mukabili elbette- çıkılıp kentin manzarası seyredilebiliyor. Göz hizasına dek yükseltilmiş havuzda yüzenler de sanki havada, kentin üstünde yüzer-miş gibi yapabiliyorlar. Ama biz yapmıyoruz tabii. Derdimiz binanın içinde de geçen üst geçitten karşıya, botanik bahçesine gitmek. Otelden başka bir yazıda uzun uzun söz etmek istiyorum. Tasarlayan Moshe Safdie nam İsrail asıllı Kanadalı bir mimar. İnternette “Habitat 70” veya “Moshe Safdie” diye arattırılırsa kırk yılda, maalesef nereden nereye geldiğini tespit olası. Oyun kartlarından esinlenmiş herif! 

Marc Quinn | Planet | 2013? | Singapur 
Botanik bahçesi güzel filan ama o kadar yani. Fakat bir şey var ki, beni benden alıyor. Olağanüstü büyüklükte bir bebeğin çimenlik bir göbeğin üzerinde ve havada sakince durduğunu görüyormuş gibi oluyor bir an.   Bizi park içinde gezdiren elektrikli araç hızla yanından geçiyor ve bakakalıyoruz. O iç bayıcı gezdirme işi sona erince yürüyerek yanına gidip etraflıca bakıyorum. Yine bir İngiliz, Marc Quinn adlı bir heykeltıraşa ait. Olağanüstü büyüklükte ve  (383x353x926 cm) yedi ton ağırlığındaki  beyaza boyalı bronz kütle sihirliymişçesine çimenliğin üzerinde salınıyor işte.  Figürün duruşu, yerleştiriliş biçimi inanılır gibi değil. Tümüyle gerçek dışı ve etkileyici. O kütleyi bu şekilde dengede tutabilmek her babayiğidin harcı değil.   Beyefendi oğlunu, Lucas’ı model olarak almış, pek de iyi etmiş. İnsan aferin diyor. Başka bir aferini de Ocak 2013’de bu heykeli satın alıp Singapur Park ve Bahçeler Müdürlüğüne hediye eden Bay ve Bayan Masagung ‘a gönderiyorum…  

Marc Quinn | Planet | 2013? | Singapur 
Kentin içinde, özellikle Orchard Road adlı şık ve önemli alışveriş caddesinde de yapı girişlerine serpiştirilmiş heykeller var. Ama biraz sıradanlar sanki. Anlaşılan perakendeci tüccarların, katlı mağaza sahiplerinin, büro binalarını işletenlerin bankacılar (faiz lobisi) kadar paraları yok. İlginç olan tek şey o cadde üzerindeki oldukça iddialı ama fazla iş yapmadığı her halinden belli lüks alışveriş merkezi/lüks lokanta/lüks butik (genç, gelecek vaat eden avantgarde modacı motifi yeryüzünün bu bölümünde de yakamızı bırakmıyor ne yazık ki) barındıran yapının en tepesine çıkıştaki “Merdiven, Bulutlar ve Gökyüzü”  adlı 2009 tarihli çalışma.  Singapurlu, 1969 doğumlu  bay Victor Tan’a aitmiş.  

Victor Tan | Merdiven, Bulutlar, Gökyüzü| 2009 | Singapur 

Metro istasyonlarından birinde de eli yüzü düzgün bir şey görüyoruz. Kentle ilgili her şey gibi, heykel, plastik, zart zurt açısından da  epey ilginç bir yer bu Singapur.   Amma netice itibarıyla burası tropik yer…  Yok mu bir meyveleri? Ya da, bi sebze bişey? İnsan onun heykelini yapar hiç olmazsa”. Diye söylenmeden edemiyor insan. Yapa yapa, birkaç ay yıkanmadan giyilmiş çorap gibi inanılmayacak kadar pis kokan ve  mevsiminde kamu taşıtlarına, çoğu binaya onunla  girilmesi yasak  fevkalade lezzetli bir meyve, “durian” kabuğuna benzeyen (bu yolculukta mevsimi değildi hamdolsun)  sahnesanatları merkezi, akustiği akıllara zarar 1 .600 kişilik konser salonu  filan  yapmışlar. Peeeh.

** Esplanade - Theatres on the Bay | DPA  ve Michael Wilford & Partners | 1995-2002 | Singapur 


Sanatın sıcaklığı içinizi ısıtsın.
Bvp
Edited By Miki

Tüm fotoğraflar BvP 

…………..

* UOB , United Overseas Bank: Singapur merkezli ve Asya’da pek güçlü bankacılık organizması. Bildiğiniz “faiz lobisi”nin önde gideni yani. Singapur’daki Kenzo Tange tasarımı merkez binaları artık bir parça yaşlı ama halen fiyakalı. 

** Hayır,  Maalesef yapıyı gezemedim. İşte böyle dışından... Orada burada tıkınmaktan, hayvanat bahçesi, Çin Mahallesi gezmekten buraya  vakit kalmadı. Utanıyorum kendimden.