İki bin on dört yılı baharında Miki’yle Houston’a gittik. “İnsan niye oraya gider ki?” sorusunun cevabını önceki bir yazıda tafsilatlı olarak
vermiştim. Asıl amacım kentin merkezini ve doğal olarak binaları görmekti.
Hem, öğrenciliğimin ikonlarından Philip
Johnson- John Burgee mamulatı “Pennzoil Center”in de bizzat kendisini bilmem kaç yıl
sonra görebilecektim. Çektiğim fotoğraflar oldukça kötü. Fakat
malzemenin kendisi de çoğunlukla o kadar sevimsiz ki, sureti çok önemli değil sanırım.
Başrolünü sevimli insan, büyük hümanist Charlton Heston’un oynadığı “Omega Man”
filmini gören ya da hatırlayanınız var mı? Filmdeki mekanların pis, ürkütücü
ıssızlığını? Hafif yağmur çiseleyen bir cumartesi sabahı çok katlı binaların
yer aldığı skindirik muhit azgın zombi karılar haricinde tam öyleydi işte. Benzerlik hissinin büyük
nispette cehaletimden kaynaklandığın düşünsem de, muhtelif olumlu arayışlarım meyve filan vermedi aşk olsun! Halbuki
bu kentin toprağına gömülmüş her beton, çelik, cam her neyse, o kadar da
kötü değil. Belki de “İstanbul gibi yapmayalım, her aklına esen oraya buraya
saçmalamasın; hepten iç bulandırıcı,
kötü olan ne var ne yok kentin
merkezinde kalsın da, öteye beriye sıvaşmasın” dediler. Kim bilir? Bir yandan da oldukça ufak bu alanda elinden gelenin en iyisini
yapmaya çalışmış, “paraysa para” deyip şöhretler karmasına maç oynatır gibi kim
var kim yok toplamış biçare Teksas’lı. Kimler yok ki? Sayın Ulrich Franzen’le memleketi kurtar, Müteveffa
Philip Johnson’un ganyanını yatır, Bay I.M. Pei’ye ıhlamur söyle… Skidmore Owens Merill beylere dördüncü
lazımsa okeye otur [1]
Houston | Batıdan Kent Merkezine Bakış | Nisan 2014 |
Pennzoil Center;
1976’da tamamlanan ve o zamandan beri dikkat çekici olmayı başarmış bu
oyuncaklı yapı öğrenciliğimden beri
“ölmeden önce görülmesi, yapılması, ellenmesi gerekenler” listemin ikinci
sırasındaydı (bugün Smithsonian’da sergilenen, Neil Armstrong’un Apollo 11
uçuşunda kullandığı uçları silikon
eldivenlerinden sonra tabii. Evet,
onları da görmek nasip oldu çok şükür). Tüm yolculuk boyunca yakamı
bırakmayıp gittikçe de ağırlaşan grip
yüzünden “ulan çok yakında emr-i hak vaki
olacak, hiç olmazsa ikisini eda ettik,
Condoleezza Rice’in bacaklarını ellemek için de artık onun gelişini beklerim” diye
düşünüyordum.
Çevresindeki heyulalara kıyasla oldukça ufak bir yapı bu.
Otuz altı kat bırak o ligi, Ağaoğlu Ali
bey için bile leblebi çekirdek. Leblebi, meblebi ama, o sabah gözlerimi
diktiğim şey “alırım aklını” diyor işte. Eş ve birbirine çok yakın iki adet
üçgen kule ile onları birleştiren eğimli ara kütle koyu renk cam yüzeylerindeki
yansımalar nedeniyle her noktadan farklı algılanıyor veya “algılanamıyor”!
Buna
bir de algı mesafesi olarak karşı kaldırımı ve naçiz insan boyunu
ekleyelim; kütle düzenini, planı kavramak nerdeyse imkansız. Yapının o
çok sözü edilen, kent siluetine dramatik katkısını da. Belki de bu yüzden uzaktan veya havadan
çekilmiş fotoğraflarla şansı denemek
daha akıllıca. İnternette bunlardan bol miktarda var, tavsiye ederim. Ama, piramidal giriş holünün yandaki
dikdörtgen kütle [2] ile hoş kontrast
cambazlığını (boş/dolu – açık/koyu –
dik/eğimli - prizma/silindir ) size ben göstereyim…
Philip Johnson / John Burgee | Pennzoil Center | Houston 1976 |
Zekice tasarlanmış bu optik dümeni hayata geçirmiş kişi, Bay
Philip Cortelyou Johnson 1947’de tasarladığı “Cam Ev”den beri yirminci yüzyıl
mimarlığının en önemli isimlerinden (azcık da tuhaf biri işin açığı: 1979’da, -verilen ilkini aldığı- en büyük, en
prestijli mimarlık ödüllerinden birini,
“Pritzker Ödülü”nü “evde yerim yok” diyerek Modern Sanatlar Müzesi’ne
bağışlıyor). Savaş sonrası modern mimarinin ellilerden yetmişlere evirip
çevirip, dik tutup, yere yatırıp, pilonlarla kaldırıp indirip, göz alıcı minimalizm sosuyla da olsa binlerce kez tekrarladığı, kaba tabirle “boku
çıkan” (ama bir kısmının gerçekten
pek soylu ve zarif olduğu
gerçeğini de unutmayalım) cam prizmalardan
iyice bunalan, Philip Bey belki tam da
bu “noktada”, Houston’un orta
yerinde, kırıyor o prizmayı! Çok uzun yaşayıp, çok uzun süre mimarlık
yapıyor. Doksan beş yaşında bürosunda çekilmiş fotoğrafları var. 2005’de 98
yaşında göçüyor buralardan… Ama profesyonel üretkenlik süresi belki de
fazla uzun. Son yaptıkları hafiften
“hocam, tadında bıraksaydık” deme
ihtiyacı uyandırıyor sanki. En üretken dönemi John Burgee ile ortak olduğu
1967-1991 arası. Modernizmin bir tık ötesinin, “Post Modernizm”in ilginç
örneklerinden pek çok yapı çıkarıyorlar ortaya. Bunlardan biri, New York,
Manhattan’daki Chippendale mobilyalı saatleri anımsatan AT&T (şimdinin Sony
Binası).
Philip Johnson / John Burgee | Sony Building | New York 1984 |
Dönemin Amerikan Mimarlığının, dolayısıyla dünya mimarlığının Post
modernizme kaymasına sebep oluyor . Ama
can sıkıcı bir durum var: Gücünü tek formdan
(prizma!) alan ve kendini hevesle katı
kurallara mahkum etmiş minimalizm yerine; sonsuz çeşitlilikte tarihsel formlardan
beslenen, yeni malzeme, boyut ve işlev imkanları ile müthiş olanaklar sunuyor
gibi görünen post modernizmin [3] Philip Johnson için bile her zaman iyi bir reçete
olmadığını hemen yanında, Bank of America Center’de tespit
mümkün. Flaman gotiği Houston’da, Amsterdam ya da Brüj’deki kadar iyi görünmüyor. Özellikle de 56 katlı ve pembe granit kaplı olanlar… Üç kademeyle yükselen 1984 tarihli yapı o yılların pek sevilmiş “çok
bildik eski ve/veya bölgesel formları ciddi bir temel değerlendirme ve bilinç
sahibi olmadan rastgele seçelim; ileri
teknoloji ürünü yapı elemanları ile
yeniden üretelim, saçmalasak ta, arada kaynar gider” dürtüsünün ürünlerinden. Bence bir halta
benzemiyor. Sokaklarda kimsenin olmadığı bir cumartesi sabahı oldukça da
ürkütücü ve tekinsiz görünüyor. Miki’ye “arkamda dur” diyorum dişlerimin arasından. Binanın
kapısından her an zombiler fırlayacak gibi çünkü… Yine de;
konunun uzmanı olmadığımdan, görüşlerime
pek şeyetmeyin.
Sağda, Philip Johnson / John Burgee | Bank of America | Houston 1984 Solda, Flaman Gotiği | Brüj |
Ama aynı görüşte olacağımıza en kalbi hislerle inandığım
başka bir yapı var: Continental
Center I. Ya da bulunduğu adrese atfen, eski adıyla 1600 Smith. Adında bile meymenet yok. Darbeli matkap modeli gibi. Doğru,
benim çektiğim açıdan berbat görünüyor.
Aslında kavuğa benzer bir takkesi, Üst kotlarda geriye çekilişleri, plan
kesitlerinde geometrik atraksiyonları (belli bir kattan sonra dikdörtgen olan
kesit kenarları pahlı bir trapezoide filan dönüşüyor) var. Emin
olun o taraftan da berbat. Homo Sapiens ölçeği
ile, yani bir metre yetmiş santimden
bakıldığında görünen bu… İnsanın “yaparken
para aldınız mı hakkaten?” diye sorası geliyor. Sözümün ağırlığı olsun diye Türk akademisyeni refleksi işletip, yazar alıntısı/vurgusu yapayım da; değer kazansın, davulcu ossuruğu gibi araya
karışmasın: Allen Ginsberg’in yerinde
tespiti ile bir, bir - afedersiniz- “granit penis” hakkaten. [Ginsberg,
Allen. “Howl” 1955; “Moloch! Moloch! Robot apartments! invisible
suburbs! skeleton treasuries! blind capitals! demonic industries! spectral
nations! invincible madhouses! granite cocks! monstrous bombs!” ].
Morris Aubry Architects | 1600 Smith | Houston 1984 |
Dişimizi sıkıp devam edelim: Nasıl olsa 1600 Smith bizim
değil, o kentte yaşayanların sorunu. Şu
tümüyle mavimsi yeşil cam kaplı
upuzun (yaklaşık üç yüz metre boyunda ve 71 katlı, boru değil. Kentteki en yüksek ikinci insan
yapısı nesne) şık yapı bir banka
yönetim merkezi: Wells
Fargo Bank Plaza. Mimarı Bay Richard Keating iki çeyrek daireyi
eksenleri boyunca hafifçe dışa kaydırmış gibi. Planın bu haliyle meşhur ve meş’um “$” (Dölar)
işaretini andırdığı, yeryüzünün büyük bölümünün tapındığı o şeye özellikle
benzetildiği “iddia ediliyor”! (cümleyi “o”
yu hafifçe uzatarak ve “r” yi
nazal çıkarmak suretiyle Samanyolu TV haber veriyor-muş gibi okuyun)
eve dönünce baktım, hakkaten de benzerlik yok değil! “hani
faiz lobisi, küresel sermaye ve üst akıl yoktu? Hezeyandı tüm bunlar? Haksız mıymış o büyük insan?” diyesim oldu.
Skidmore, Owings & Merril | Wells Fargo Plaza | Houston | 1984 |
Faiz lobisi Houston şubesinin hemen çaprazında, dikkat çekici bir yapı Central Point Enery Tower. Daha doğrusu yapının kendisi sıradan, bin
dokuzyüz altmışlardan kalma usturuplu bir bronz cam prizma. Sonradan orijinal yapını 1973’de bittiğini, yeni tasarımın mimarının da -yine-
Richard Keating olduğunu öğrendim. Fakat
arkadaş, tepesi gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor. Robert Mc
Call’ın biz yaştakilerin zihinlerine çaktığı
o inanılmaz “Space Odyssey” film
afişi gözümün önünde. Az sonra
zombilerle savaşın yaralı ve
kayıplarını yörüngedeki ana gemiye taşımak üzere bir uzay gemisi hıslayarak
havalanacak sanki. Altı kat yükseklikte, ortası delik bu platform yüksek binalarda
gördüğüm en hoş bitişlerden biri.
Ortadaki çember geceleri aydınlatılıyormuş. Biz malum yürüyen cesetler yüzünden gece
dolaşamadık ama, çok güzel görünüyor olmalı.
Şu şık fikrin neden yurdumda
taklit edilmediğine – pardon “yeniden yorumlanmadığına” - şaşırıyorum, sonra
aklıma türlü imar mevzuatları yüzünden yapılamamış olabileceği geliyor. Ulan,
altı kat yüksekliğin ortasını delsen, metrekare kaybı kime girecek? Yok, ekstra
yükseltsen bu defa “silüeti bozuyor” olacak. Hem diyelim ekstra altı kat almışsın, “içini boşaltacağım” diye hangi yatırımcıyı
ikna edeceksin? Topuğundan vururlar
adamı. Yapı 1996’da bu hale getirilmiş, bir not daha: 1995’de resmi adresi daha
fiyakalı, prestijli olsun diye “1100
Milam” dan “1111 Lousiana”ya devşirmişler. El oğlu neleri kafaya takıyor.
M. Nasr & Partners | Heritage Plaza | Houston | 1987 |
Yorulmadıysanız, son bir acayiplikten bahsedip bu işe bir son vereceğim. Heritage Plaza da bildiğimiz sıradan
cam bir kule işte. Burada kalsa iyi. Gel
gör ki mimar ve işveren “höst!
sıradanlık bize yakışmaz, n’ağzına”
deyip, tepesine bir Maya tapınağı münasip görmüşler! Zevksiz Mimarlık
tanrısı bu ters zigguratı Las Vegas’a “yapacakken” koordinatları karıştırıp, buraya “koymuş”
gibi. Tasarımı bay M. Nasr ve Ortakları mimarlık
şirketine, tarihi de 1987’e ait. Yukardaki “çok bildik eski ve/veya bölgesel formları ciddi bir temel değerlendirme
ve bilinç sahibi…” lafını hatırlayın. Yıllar da tuttu değil mi? Seksenler
ve Post modernizm, zart zurt.
M. Nasr & Partners | Heritage Plaza | Houston | 1987 |
Ne bu yapıları ne tasarlayanların, ne de tasarlattıranların
onların çevresinde ve içinde
yaşayacaklara sinek kadar değer vermediği çok belli. Yapı yoğunluğu örnekler
verdiğim birkaç parselde öylesine fazla ve kırıklı, zigzaglı, yuvarlak, bok püsür formlar öylesine alengirli ki, oluşturdukları dar vadiler Houston’un vahşi
iklimiyle birleşince patlayan rüzgar girdapları çevrede dolaşanlara dünyayı dar
ediyor-muş. Tam bir “insan için mimarlık” hadisesi yani! Şimdi mimarlarını çağırıp sorsan, neler neler anlatırlar.
Yine de canınızı sıkmayın, bu yazının– büyük ihtimalle -
ikinci bölümü daha gönül alıcı/açıcı yapılardan söz edecek.
Omega Man | Charlton Heston | Los Angeles | 1971 |
“Houston çok güzel, yine gelecek ben”
BvP
Bay Charlton'un resmi dışındakiler BvP
http://baronvonplastik.blogspot.com.tr/2014/03/ankarada-stad-oteli-ve-turkiye-is.html
Bay Charlton'un resmi dışındakiler BvP
[1] Yarım yüzyıldan biraz uzun bir
geçmişte modern mimarlığın en görkemli örneklerini üretmiş bu göz alıcı isimler epey zamandır yeryüzünün çeşitli
yerlerinde “mimarlık satan” kocaman dükkanlara dönüşmüşler. Kendileri gitmiş,
isimleri kalmış (Lüivitön valiz gibi). Örneğin şirket başlığında adı geçmeyen Gordon
Bunshaft, Natalie De Bois gibi başka
sihirbazların da engin yetenekleri ile ortaya çıkan New York’taki “Lever House”i
hatırlayalım:
O kadar ünlü bir yapı ki bu; mesela Vouge Türkiye dergisi çıktığı
vakit derginin çıkışı burada, “mamma mia
dedirten” bir ziyafetle kutlanmıştı. Yemekte
sunulanlar için http://baronvonplastik.blogspot.com.tr/2010/03/biri-bizle-tasak-geciyor.html , Mies van der
Rohe’den daha “Miesian” yapılar üretmesiyle ünlü, dünyanın çeşitli yerlerinde
binlerce önemli yapı tasarlamış, Skidmore Owens and Merril (SOM) şirketi
1936’da kurulmuş (Yapıları arasında İstanbul’daki Hilton da var). Kurucuları
göçeli çok zaman olmasın rağmen halen ayakta, yüzlerce çalışanı ile tıkır tıkır işleyen bir dükkan. Çok büyük isimlere sahip konfeksiyon
mimarlık dükkanları zaman zaman bizim mal sahiplerinin de aklını çeliyor. Hatta
yakın zamanda, az daha kentin çok önemli, göz önündeki alanına yaptırılacak
şey için bunlardan birine proje
yaptırılacaktı. Fakat Allah’ıma binlerce
şükür olsun ki, korkulan olmadı ve iş bizden, mütevazi bir mimara verildi. Yapının öyküsü için: http://baronvonplastik.blogspot.com.tr/2014/03/zorlutepe-hoyugunde-beklenti-ve-gercek.html
Solda, Gordon Bunshaft | Hirshorn Müze ve Heykel Bahçesi | Washington D.C. | 1974 Sağda, Gordon Bunshaft - Natalie de Bois | Lever House | New York | 1952 |
[2] Fotoğrafta azıcık görünen bu güzel yapı 1966 tarihli “Jones
Hall Performing Arts Center”. bir
tür Zorlu Performans Sanatları Merkesi (PSM) yani. Sonraki yazıda bahsedeceğim.
Hayır, PSM’den değil. Öbüründen.
[3]
Akımın diğer başlangıç örneklerinden biri de Michael Graves’in Portland
Oregon’daki yapısı. Bu yapı ve port modernizmin
Türk mimarlık eğitimine yansımaları için ;http://baronvonplastik.blogspot.com.tr/2014/03/ankarada-stad-oteli-ve-turkiye-is.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder