Emsallerine faiktir

Temmuz 05, 2015

Yadigar-i Cümhuriyet veya Sarayburnu Atatürk Anıtı


Atatürk Anıtı | Sarayburnu |
 1926 Heinrich Krippel (1883-1945)
Bilmiyorum hiç dikkatinizi çekti mi? Sarayburnunda, tam Gülhane Parkından sahile inen yolun karşısında,  etrafını çeviren  saçtan eğreti bir duvar dizisi içinde kalmış, yüzü denizde dönük bir heykel  var. Deniz kenarında olduğu için Kadıköy - Eminönü vapurlarından da azıcık görünüyor amma,  hem etraftaki keşmekeş hem de sahile uzaklık yüzünden bir şeye benzetmek zor. O pek bir şeye benzetilemeyen heykel maalesef Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk figüratif heykeli, Heinrich Krippel’e ait Sarayburnu Atatürk Anıtı! (Tekiner;69) [1]. Şimdilerde sahil yolu  tarafından bölünmüş olsa da,  bir zamanlar  Gülhane Parkı’nın parçası olan bu alana  Cumhuriyet’in kurucusuna ait ilk heykelin dikilişi yakın zamanda politik jargona giden tanımlama ile epey “manidar”. Onu söyleyeyim baştan. Bununla birlikte,  erken Cumhuriyet döneminin politik itiş kakışları hatırlandığında... İşler azcık anlam kazanmaya başlıyor.

Cumhuriyet’in kurucusunun  Osmanlı’nın [ecdat] kültürel ve entelektüel birikiminin merkezi “eski” başkente yönelik tutumu bilinmedik şeyler değil [2]. Tavrın temelinde yatan  gelenekten kopuş, kendi ayakları üzerinde yeni bir başlangıç,  her şeyi sıfırdan inşa  dürtülerine bir de  muhalefete verilmek istenen “ders”ler eklenmeli. Böyle bakınca Boğaz’dan 1924’de vapurla geçmesine karşın uğramadığı [3],  1 Temmuz 1927’ye kadar adımını atmadığı kente kendisinden  önce  heykelinin gelişi ve neden böyle, Tanzimat Fermanı’nın okunduğu Gülhane parkının  denize bakan ucunda,  kente giriş çıkışı kolayca  kontrol edebilecek o stratejik noktaya koyuşun "feraset"i kolayca kavranabiliyor!  Ne zaman duyduğumu hatırlamadığım, ama kafamın bir kenarına yer etmiş ve ihtimal bir zamanlar benim de alıp sattığım, şu “Bandırma Vapuru ile Samsun’a yola çıktığı yere dikilen heykel” lafı esaslı bir palavra [4].

Esasen, Ankara’da yapılacak anıt projesinde (Ankara Ulus Anıtı)  birinci olduğu için  ülkeye gelen Krippel’e  alelacele Sarayburnu ve Konya Atatürk  anıtlarının sipariş ediliş nedenlerini  Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşundan iki buçuk ay sonra İstanbul’un on bir bölgesinde şube açışında, İstanbul Basınının tavrında, ve hatta İzmir Suikastında (Haziran 1926) aramakta  gerekebilir.  
*** 
Tarihsel arka planı ve siyasal anlamları  epey alingirli  bu anıt günümüzde (Ağustos 2015)  son derece işlek bir yolun yamacında usulca  çürümeye terk edilmiş durumda. Heykele konu olanın kişiliği ve simgelediklerine yönelik, zeminini şimdilerde güzelce bulmuş,  nazikane tabirle “menfi hisler”in bu işte ne kadar parmağı var, yoksa düz budalalık mı  pek karar veremedim. Muhtemelen her ikisinden de miktarlı olarak var.  



Anıtın kontrollü  bir çöplük ve yıkıntıya dönüştürülmüş yaklaşık üç metrelik kaidesi ile  çevre düzeni dönemin hakim üslubu Birinci Milli  Mimari Dönemi özelliklerini taşıyor. Yakın çevreyi  tanımlayıp, sınırlayan elemanların üzerindeki bezemeler uzun zaman önce sökülüp götürülmüş. Düpedüz çalınmamış, usulüne, “mevzuata uygun” şekilde “depoya kaldırılmış” olsalar bile eminin artık izlerini bulmak olanaksız. Üstelik kimsenin istediği bir şey de değil artık sanırım.
Evet, Ne Var Ne Yok Sökelim,G.tümüze Sokalım 
Keza,  kaidenin üzerindeki madalyonlar da uzun zaman önce taburcu olmuş.  Her neyseler onlar,  balustradları üstündeki (bunlar prekast sanki) -büyük ihtimalle pirinç- boruların yerlerinde de  yeller esiyor. Yerlerini  bir kaç bira tenekesi, kuşlara atılmış bol miktarda ekmek, onların boku ve eşcinsel orospulara ait ,telefon numaralı filan birkaç ilan dolduruyor. Bir ihtimal anıtla ilgili bilgiler içeren bir plakaya destek oluşturan  ve daha sonraları yerleştirilmişe benzeyen  mezarlık mermeri kaplama pis şeyin üstü de artık boş. (özür dilerim,  kuş boku  kaplı). 

Kuru Kuş Boku ve Kuru Ekmek 
Herhalde ince pirinç bir levha vardı ki, vida delikleri görülebiliyor. İç bulandırıcı bir şekilde her şey  bu alanın yok sayılması için insanüstü bir çaba sarf edildiğine işaret ediyor.

Siz de Merak Ettiniz Değil mi 
Orada Ne Olduğunu ?
*** 
Figür uzaktan da sezildiği gibi,  çok parlak bir heykeltıraşlık örneği değil. Krippel’in Ulus Anıtında becerdiği kompozisyon zenginliği, gerilim  ve figüratif ustalık göz önüne alındığında bu durumu işin biraz – hatta çok- aceleye getirilmiş oluşuna bağlamak mümkün. Beline dayalı eli ile  ufka bakan Atatürk sağ elini yumruk yapıp sıkmış olsa da;  atletik vücuduna iyice oturmuş ince kumaştan dar  takım elbisesi, kısa paçaları ile   en kibar tanımla “kurucu baba” figürünün epey uzağında.


Ülkede yapılmış ilk Atatürk heykelinin sivil kıyafetli oluşu ilginç bir özellik, ancak detayların özensizliği ve oran sorunları işin tadını bozuyor. “Ata yaka” olarak adlandırılan o meşhur smokin gömleğinin yakaları, kravat ve ayakkabıların üzerindeki getrlere ait detaylar pek acemice.  Ancak, maalesef iş burada bitmiyor. Vücudun geri kalanına kıyasla çok daha özenli  ve detaylı çalışılmış baş vücuda göre anlamsızca  büyük.  Kaş ve bıyıkların abartılı ifadesi dışında epey  gerçekçi, anlamlı yüz ifadesine sahip   bir portre için daha da can sıkıcı bir durum bu. 

Gövde ve Baş
Sanki Aynı Malzemeden  Bile Dökülmemiş,
Ya da Farklı Dökümhanelerin İşi Gibi. 
Üstelik sanki kaidesine göre de oldukça hantal duruyor, başka bir deyişle ya heykel büyük ya da kaide küçük! Fakat kaide figür ilişkisini algılayabilecek kadar mesafe olmadığı için bu konu benim ahkam kesebileceğim türden değil.


Ezcümle; kentsel bir öğe olarak  anlam kazanabilmesi için – bence -  taa başından beri yanlış bir yer seçilmiş, fazla parlak figüratif özelliklere de sahip olmayan Sarayburnu Atatürk Anıtı' nın hali berbat.  Başarılı bir anıt olmayışı, “yeni devlet”in kurucusuna ait bu ilk heykelin, (ilk  diyorum ulan,   boru değil. Yitip giderse, elinde “ilk” diye bir şey kalmayacak. “ikinci”, üçüncü” den başlayacaksın, anlıyor musun beni!) içinde bulunduğu durumu haklı çıkarmıyor.

Umutsuz ve Kırgın 
Pek kimsenin umurunda olacağına sanmıyorum ya,  ana haber kuşaklarına vakit doldurmak için yapılan “sevimli pantolon balıkları genç kızların sevgilisi oldular” türünden  otuz saniyelik bir haber de bu anıta yapılsa keşke. Görse halini insanlar. Ama,  maalesef bu aralar alıcısı yok böyle malın. İlgi açlığı yüzünden iyiden iyiye  maskaraya dönmüş o tarihçi  "hoca" bir iki laf ederse filan belki... 

BvP.

Fotoğraflar: BvP 
    


[1] Tekiner, Aylin:  Atatürk Heykelleri, Kült, Estetik, Siyaset. İletişim Yayınları. 2014, ikinci Baskı. İkinci baskısı yapılmış bir heykel kitabı. Üstelik Atatürk Heykelleri! Şaşırtıcı gibi görünse de, konunun genel ele alış biçimi, yer alan örnekler ve  değerlendirme niteliği doktora tezi olarak yazılmış bu kitabı son derece ilginç, eğitici  ve okunur yapıyor. Yazan kişi gerçekten “konunun “mütehassısı”. Hiç saçmalamadan, hamaset yapmadan, tekrarlamadan anlatıyor bize bildiklerini.  İletişim yayınlarının pek sevdiği o okunamaz, okunsa da bir şey söylemez   “doktora tezlerinden kitap yapalım, güzel olur” saçmalığına ait önyargımı kıran kitaplardan.  Konu ile ilgilenen herkesin edinmesi gereken bir avadanlık.  Yazıdaki saptama ve tezlerin çoğu bu kitaba dayanıyor.

[2] Bu tutum öyle pek de  hayra alamet değil.  İstanbul’u “Bizans” olarak niteleyip, Siirt Mebusu Mahmut Bey’e yazdığı bir cevapta Cumhuriyet’in Bizans’ı “elbetteki ve muhakkaka behemehal  hal-i tabii ve nezihine (temiz haline) icra eyleyeceğini” söyler. (Aydemir, Tek Adam, 1975:313. Akt. Tekiner)

[3] 12 Eylül 1924’de Hamidiye Kruvazörü ile Mudanya’dan, Trabzon’a gitmek üzere Karadenize çıkar, ama kente uğramaz.

[4] Kızkulesi açıklarında bekleyen Bandırma’ya  Beşiktaş’tan kalkan bir motorla gidiyor. 

Hiç yorum yok: