Atatürk Anıtı | Sarayburnu | 1926 Heinrich Krippel (1883-1945) |
Bilmiyorum hiç dikkatinizi çekti mi? Sarayburnunda, tam Gülhane Parkından sahile inen yolun karşısında, etrafını çeviren saçtan eğreti bir duvar dizisi içinde kalmış, yüzü denizde dönük bir heykel var. Deniz kenarında olduğu için Kadıköy - Eminönü vapurlarından
da azıcık görünüyor amma, hem etraftaki
keşmekeş hem de sahile uzaklık yüzünden bir şeye benzetmek zor. O pek bir şeye
benzetilemeyen heykel maalesef Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk figüratif heykeli, Heinrich Krippel’e ait Sarayburnu Atatürk Anıtı! (Tekiner;69) [1]. Şimdilerde sahil yolu tarafından
bölünmüş olsa da, bir zamanlar Gülhane Parkı’nın parçası olan bu alana Cumhuriyet’in kurucusuna ait ilk heykelin
dikilişi yakın zamanda politik jargona giden tanımlama ile epey “manidar”. Onu söyleyeyim baştan. Bununla
birlikte, erken Cumhuriyet döneminin
politik itiş kakışları hatırlandığında... İşler azcık anlam kazanmaya başlıyor.
Cumhuriyet’in kurucusunun Osmanlı’nın [ecdat] kültürel ve entelektüel birikiminin
merkezi “eski” başkente yönelik tutumu bilinmedik şeyler değil [2]. Tavrın temelinde yatan gelenekten kopuş, kendi ayakları üzerinde yeni bir başlangıç, her şeyi sıfırdan inşa dürtülerine bir de muhalefete verilmek istenen “ders”ler
eklenmeli. Böyle bakınca Boğaz’dan 1924’de vapurla geçmesine karşın uğramadığı [3], 1 Temmuz 1927’ye kadar adımını atmadığı kente kendisinden önce heykelinin gelişi ve neden
böyle, Tanzimat Fermanı’nın okunduğu Gülhane parkının denize bakan ucunda, kente giriş çıkışı kolayca kontrol edebilecek o
stratejik noktaya koyuşun "feraset"i kolayca kavranabiliyor! Ne zaman duyduğumu hatırlamadığım,
ama kafamın bir kenarına yer etmiş ve ihtimal bir zamanlar benim de alıp sattığım, şu “Bandırma Vapuru ile Samsun’a yola çıktığı
yere dikilen heykel” lafı esaslı bir palavra [4].
Esasen, Ankara’da yapılacak anıt
projesinde (Ankara Ulus Anıtı) birinci olduğu
için ülkeye gelen Krippel’e alelacele Sarayburnu ve Konya Atatürk anıtlarının sipariş ediliş nedenlerini Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşundan iki buçuk ay sonra İstanbul’un on bir bölgesinde şube açışında,
İstanbul Basınının tavrında, ve hatta İzmir Suikastında (Haziran 1926) aramakta gerekebilir.
***
Tarihsel arka planı ve siyasal
anlamları epey alingirli bu anıt günümüzde (Ağustos 2015) son derece işlek bir yolun yamacında usulca çürümeye terk edilmiş durumda. Heykele konu
olanın kişiliği ve simgelediklerine yönelik, zeminini şimdilerde güzelce bulmuş,
nazikane tabirle “menfi hisler”in bu
işte ne kadar parmağı var, yoksa düz budalalık mı pek karar
veremedim. Muhtemelen her ikisinden de miktarlı olarak var.
Anıtın kontrollü bir çöplük ve yıkıntıya dönüştürülmüş yaklaşık
üç metrelik kaidesi ile çevre düzeni dönemin
hakim üslubu Birinci Milli Mimari Dönemi
özelliklerini taşıyor. Yakın çevreyi tanımlayıp, sınırlayan elemanların üzerindeki
bezemeler uzun zaman önce sökülüp götürülmüş. Düpedüz
çalınmamış, usulüne, “mevzuata uygun” şekilde “depoya kaldırılmış” olsalar bile
eminin artık izlerini bulmak olanaksız. Üstelik kimsenin istediği bir şey de değil artık sanırım.
Evet, Ne Var Ne Yok Sökelim,G.tümüze Sokalım |
Keza, kaidenin üzerindeki
madalyonlar da uzun zaman önce taburcu
olmuş. Her neyseler onlar, balustradları üstündeki (bunlar
prekast sanki) -büyük ihtimalle
pirinç- boruların yerlerinde de yeller esiyor. Yerlerini bir kaç bira tenekesi, kuşlara atılmış bol
miktarda ekmek, onların boku ve eşcinsel orospulara ait ,telefon numaralı filan
birkaç ilan dolduruyor. Bir ihtimal anıtla ilgili bilgiler içeren bir plakaya
destek oluşturan ve daha sonraları yerleştirilmişe
benzeyen mezarlık mermeri kaplama pis
şeyin üstü de artık boş. (özür dilerim, kuş boku
kaplı).
Kuru Kuş Boku ve Kuru Ekmek |
Herhalde ince pirinç bir levha vardı ki, vida delikleri görülebiliyor. İç bulandırıcı
bir şekilde her şey bu alanın yok sayılması için
insanüstü bir çaba sarf edildiğine işaret ediyor.
Siz de Merak Ettiniz Değil mi Orada Ne Olduğunu ? |
***
Figür uzaktan da sezildiği gibi, çok parlak bir heykeltıraşlık örneği değil. Krippel’in
Ulus Anıtında becerdiği kompozisyon zenginliği, gerilim ve figüratif ustalık göz önüne alındığında bu
durumu işin biraz – hatta çok- aceleye getirilmiş oluşuna bağlamak mümkün. Beline
dayalı eli ile ufka bakan Atatürk sağ
elini yumruk yapıp sıkmış olsa da; atletik
vücuduna iyice oturmuş ince kumaştan dar takım elbisesi, kısa paçaları ile en
kibar tanımla “kurucu baba” figürünün
epey uzağında.
Ülkede yapılmış
ilk Atatürk heykelinin sivil kıyafetli oluşu ilginç bir özellik, ancak detayların
özensizliği ve oran sorunları işin tadını bozuyor. “Ata yaka” olarak
adlandırılan o meşhur smokin gömleğinin yakaları, kravat ve ayakkabıların
üzerindeki getrlere ait detaylar pek acemice. Ancak, maalesef iş burada bitmiyor. Vücudun
geri kalanına kıyasla çok daha özenli ve
detaylı çalışılmış baş vücuda göre anlamsızca büyük. Kaş
ve bıyıkların abartılı ifadesi dışında epey gerçekçi, anlamlı yüz ifadesine sahip bir portre için daha da can sıkıcı bir durum
bu.
Üstelik sanki kaidesine göre de
oldukça hantal duruyor, başka bir
deyişle ya heykel büyük ya da kaide küçük! Fakat kaide figür ilişkisini
algılayabilecek kadar mesafe olmadığı için bu konu benim ahkam kesebileceğim
türden değil.
Ezcümle; kentsel bir öğe olarak anlam kazanabilmesi için – bence - taa başından beri yanlış bir yer seçilmiş, fazla
parlak figüratif özelliklere de sahip olmayan Sarayburnu Atatürk Anıtı' nın
hali berbat. Başarılı bir anıt olmayışı,
“yeni devlet”in kurucusuna ait bu ilk
heykelin, (ilk diyorum ulan, boru değil. Yitip giderse, elinde “ilk” diye
bir şey kalmayacak. “ikinci”, üçüncü” den başlayacaksın, anlıyor musun beni!) içinde
bulunduğu durumu haklı çıkarmıyor.
Umutsuz ve Kırgın |
Pek kimsenin umurunda olacağına sanmıyorum ya, ana haber kuşaklarına vakit doldurmak için yapılan “sevimli pantolon balıkları genç kızların sevgilisi oldular” türünden otuz saniyelik bir haber de bu anıta yapılsa keşke. Görse halini insanlar. Ama, maalesef bu aralar alıcısı yok böyle malın. İlgi açlığı yüzünden iyiden iyiye maskaraya dönmüş o tarihçi "hoca" bir iki laf ederse filan belki...
BvP.
Fotoğraflar: BvP
[1] Tekiner,
Aylin: Atatürk Heykelleri, Kült, Estetik,
Siyaset. İletişim Yayınları. 2014, ikinci Baskı. İkinci baskısı yapılmış bir
heykel kitabı. Üstelik Atatürk Heykelleri! Şaşırtıcı gibi görünse de, konunun genel
ele alış biçimi, yer alan örnekler ve değerlendirme niteliği doktora tezi olarak
yazılmış bu kitabı son derece ilginç, eğitici ve okunur yapıyor. Yazan kişi gerçekten “konunun
“mütehassısı”. Hiç saçmalamadan, hamaset yapmadan, tekrarlamadan anlatıyor bize
bildiklerini. İletişim yayınlarının pek
sevdiği o okunamaz, okunsa da bir şey söylemez “doktora tezlerinden kitap yapalım, güzel
olur” saçmalığına ait önyargımı kıran kitaplardan. Konu ile ilgilenen herkesin edinmesi gereken bir
avadanlık. Yazıdaki saptama ve tezlerin çoğu
bu kitaba dayanıyor.
[2] Bu tutum
öyle pek de hayra alamet değil. İstanbul’u “Bizans” olarak niteleyip, Siirt
Mebusu Mahmut Bey’e yazdığı bir cevapta Cumhuriyet’in Bizans’ı “elbetteki ve muhakkaka behemehal hal-i tabii ve nezihine (temiz haline) icra
eyleyeceğini” söyler. (Aydemir, Tek Adam, 1975:313. Akt. Tekiner)
[3] 12 Eylül
1924’de Hamidiye Kruvazörü ile Mudanya’dan, Trabzon’a gitmek üzere Karadenize
çıkar, ama kente uğramaz.
[4] Kızkulesi
açıklarında bekleyen Bandırma’ya Beşiktaş’tan
kalkan bir motorla gidiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder