Emsallerine faiktir

Ocak 03, 2014

Hakiki Feza Adamları



Düşünen Adam Tarafsız, Siyasi Mecmua
10 Mayıs 1961 
Artık eski kitapçılar gazetelerin verdiği ansiklopediler, pembe dizi külliyatları, parlak ve dandik kadın dergileri ve hıyarağası sahipleriyle ile ağzına kadar dolu sıkıcı yerler olsa da;  bıkmadan usanmadan eşelenmek Türk Kültür hayatının derinliklerinde gezinmenin halen tek yolu. Son zamanlarda yaptığım kazılarda ulaştığım bu yitik hazinelerden biri de  “Düşünen Adam” Dergisi…
Daha doğrusu “Düşünen Adam, Haftalık Tarafsız Siyasi Mecmua”. On Mayıs 1961 tarihli derginin üçüncü sayfasında listeli yazı kuruluna kısa bir bakış hakkaten ne kadar tarafsız bir dergiyi elimde tuttuğumu anlatmaya yetti. Ali Fuat Başgil, Peyami Safa, Faruk K. Timurtaş, Mehmet Turgut gibi her biri tarafsızlık abidesi; düşünür, gazeteci ve bilim adamlarının yazıları ile dolup taşan hazineden şu yaşıma kadar haberdar olmadığıma hayıflandım. Ama zaten benim ilgimi çeken bu zatlar değil, kapakta resmi olan yedi zattı. Mercury astronotlarını Amerikan Deniz Kuvvetlerinin uçuş elbiselerinden alelacele devşirilmiş gümüş rengi uzay elbiseleri içinde  gösteren o çok ünlü fotoğraf [1] ve “Hakiki Feza Adamları” yazısı,  derginin içeriğini az çok söylüyordu. Kapakta “Mebus Maaşları ve CHP” de yazıyordu amma, CHP evvel eski umurumda olmadığından pek önemsemedim.

Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler arasındaki  “feza yarışı” temelde “kim kimin kafasına daha çabuk, daha önce atom bombası atacak” motifli bir didişme. Hassas, güvenilir  kontrol sistemleri ve işe yarar yükleri yörüngeye oturtabilecek nitelikteki itki teknolojisi eksenindeki bu karakucak güreşinin, tarafların nüfuz alanlarındaki ülkeleri yemlemekte kullanılan propaganda malzemesine dönüşmesi hiç şaşırtıcı değil. Ama şaşırtıcı ve – bir parça da – acıklı olan; propagandanın hedef tüketicisi ülkelerin coğrafyasında işin üreticisinden daha heveskar, ortalığı kasıp kavuran bir sidik yarışı haline gelişi. Kimi zaman da müşteri ülkelerin gazeteci, yazar çizer ve genel olarak insan malzemesinin yetersizliği işi büsbütün maskaralığa dönüştürüyor. Yıllarca Hayat dergisinin soğuk savaş boyunca söz konusu propaganda işini en kaba saba haliyle sürdürdüğüne inandım.  Maalesef yanılmışım. Baskısından, telif yazılarına, üslubundan, sayfa tasarımına kadar “esas oğlan”dan ciddi destek aldığı çok belli Hayat dergisi anti Sovyet propagandayı –muhtemelen- sevabına üstlenen bu yayın karşısında çok rafine kalıyor.
Düşünen Adam  | 10 Mayıs 1961 | Sayfa 28 - 29 
Derginin ilk sayfaları “Memleket Olayları” başlığı ile, mecliste cereyan eden bir dizi sıkıcı görüşmenin sıkıcı haberi ile başlıyor. “Zihinleri meşgul eden mesele şuydu: 1959 da çıkan 7242 sayılı kanun devlet memurların alacakları ek ücretleri muayyen bir süre ile dondurmuş, herhangi devlet memurunun alacağı ek görev vesairenin birinci derecede devlet memuru aylığının yüzde altmışını geçemeyeceği tasrih edilmişti. Şu halde birinci derecede devlet memurunun aylığı…”(dizgi yanlışlarına dokunmadım. BvP) diye devam edip giden bu bitmez tükenmez yazının içine görüşmelerde söz alan CHP yöneticilerinin fotoğrafları ve altlarına alaycı yorumlar serpiştirilmiş. Örneğin; Kasım Gülek’in çok miktarda yabancı dil bildiğine atfen, resminin altına “dil profesörü” yazmayı münasip görmüşler. Bazen sayısı altı - ki  bizim dergi de aynı sayıyı veriyor -  bazen sekiz olan,  sonraları da  dokuza çıkan, en sonunda da toptancı bir  9-10 sayısı ile  Kasım Gülek tarafından görüşüldüğü iddia edilen diller benim için de hep merak konusudur. Ama maalesef bu yazı ne Bay Kasım Gülek’le ne de onun linguistik becerileri ile ilgili.
Bu sıkıcı girişten sonra az ileride bizi üstad Peyami Safa “Markxist, Komünist ve Ajanları” başlıklı yazısı ile karşılıyor. Yurdun dört bir yanının vıcır vıcır komüniste kesmiş olduğu konusunda uyarıyor bizleri. Hangi taşı kaldırsak altında onlar var:
“Türkiye’de Komünizmle savaş Marksizmle veya herhangi bir sol düşünce sistemi ile savaş değildir. Ajanlarla, sabotajcılarla, casuslarla mücadeledir. Özel şekilde yetiştirilmiş 150 bin Bolşevik ajanının Türkiye’ye memur edilen bir kısmı gençliğin, halkın, işçinin, köylünün, basının içine sokularak kışkırtıcı, yıkıcı propagandasını yapar. Bunun Marxizmle [2]  ilgisi yoktur. (…) ‘her toplumun esas münasebetleri yalnız istihsal münasebetleri midir?’ gibi Marksizmin esas meselelerine giren ve onları münakaşa eden bir tek komünist görülmüş müdür? Onlar bu münakaşalara yanaşmazlar, Marxizmin ne olduğunu da bilmezler. Onların işi muarızlarını arkadan vurmak, aleyhlerine iftira propagandaları yapmak, çaktırmadan Sovyetlere sempati, Amerikalılara nefret uyandıran telkin ve bahaneleri….”

Üstad sayesinde öğrendiğimiz başka kıymetli bilgiler de var: Öncelikle “Özel şekilde yetiştirilmiş” komünist ajanların Türkiye’ye memur edilen kısmının Marksizm’den filan bi bok anladıkları yok. Ayrıca, işleri güçleri Sovyetleri övüp, Amerikalılarla taşak geçmek… Ama durun:“Düne kadar Batı aydını da komünistlerle mücadeleyi yalnız fikir sahasında bırakıyordu. Fakat komünistler Çinde iktidarı ele aldıktan ve Uzak doğuda zaferler kazandıktan sonra (…) Hür Dünya uyandı ve akademik münakaşaların bize hiçbir şey kazandırmayacağını anladı”.  Yani artık biz de çene yarıştırmaktan vazgeçip,  komünistleri kabak gibi oymaya başlamalıyız!

Sertlik yanlısı ve işin “ilmini” irdeleyen üstada kıyasla Gökhan Evliyaoğlu’nun “Deliliğin Süratini Değil Aklın Hızını Seviyoruz” başlıklı yazısı ise daha bir yumuşak ve sıradan insana yönelik: “Amerikan feza adamlarından Shepard’ın başarısı daha önce fezaya bir adam fırlatıp yere indirdiğini iddia eden Rusya’nın bütün ümidini bağladığı son propaganda balonunu patlatıverdi. Artık bu yüzde kaçının hakikat, ne kadarının yalan olduğu pek anlaşılmıyan Sovyet palavrasına kapılan komünistlerin ve gafillerin kendilerine gelmesi beklenir (…) Gagarin efsanesini bütün Rus milletinin başarısı (!) şeklinde yorumlamaya gayret eden kalem sahipleri başlarını öne eğip utanmalı ve tövbe etmelidirler. Gagarin fezaya çıkmış mı, çıkmamış mı? Bunu bilmiyoruz. Çünkü Sovyet haber kaynakları dünya efkarıumumiyesini bu mevzuda fotoğraf ve sinema ile aydınlatabilmiş değillerdir.” Gökhan bey türlü inanmak istemiyor, inanamıyor olan bitene. Öyle ya, Gagarin’in bir tane bile fotoğrafı yok. Göz görmeyince insan nasıl inanır? Telemetrik dökümantasyon, radar izlemesi, doppler kayması ile izleme, telsiz dinlemeleri ,“National Security Agency” NSA’nın ELINT* istasyonlarınca yakalanan televizyon görüntüleri filan hep boş [3].
“Gagarin iddia edildiği gibi atmosfer dışına fırlatılıp, tekrar önceden kararlaştırılan yere inmişse, inerken yahut hemen indikten sonra neden fotoğrafları çekilmemiştir?” Gagarin ve Vostok1’e ait, hatta cihazın iniş sonrası halini bile gösterir pek çok fotoğrafının yayınlanmış olmasından da habersiz görünüyor. Sakız, yani işin bir Sovyet uydurması olduğu, “bizimkilerin” “hakiki feza adamı”, onların ise gazozdan feza adamı olduğu sakızı derginin bu sayısında bolca çiğneniyor. Kaldı ki, Sovyet uzay programı gerçek olsa bile “Rusyadaki teknik merhale Rus kafasının ileriliğine de delil teşkil etmez; zira hatırlanmalıdır ki, Sovyetlerin atom sırlarına ancak hırsızlık yolu ile, casus şebekeleri vasıtası ile sahib olabilmişler, füze ve roket mevzuunda da Alman zekasından istifade etmişlerdir” İnsanın aklına hemen Amerikan roket ve uzay programının tasarım ve üretim aşamalarında  kilit  görevlerde bulunan Wernher von Braun, Kurt Debus, Walter Dornberger, Arthur Rudolph gibi “roket alimleri”nin nereli olduğu geliyor tabii. Ama bizim yazarın ilgilendiği başka bi şey… O, işin daha bir nebleyim, insani boyutu ile ilgili. “Rus ve peyk halkların dişinden tırnağından sökülen paraların, hırsızlık, açlık ve zulümün eseri”olan uzay programının “Batıda ise tam aksi; insan zekasının, hürriyetin, millet arzusunun, halkı rencide etmeyen teşebbüs zenginliğinin eseri”[4] olduğunu anlatmak istiyor. Maalesef anlatıyor da!

Fezada bir Amerikalı

(Kapaktaki konu) ibaresi ile esas konuya giriyoruz sonunda. Bu oldukça uzun yazının müellifi maalesef yazılmamış ama, onun da fevkalade “tarafsız” bir muharrir olduğu okumaya devam ettikçe  elbette ki kesinlik kazanıyor. 
“DÜNYA milletlerinin A.B.D. lerinin ve Sovyet Rusya’yı feza ilminde de yarışırken görmek istemelerine rağmen, A.B.D. lerinin Cap Canaveral’a gönderdiği kati emir üzerine, Amerikan alimlerinin ne olursa olsun ilmi çalışmalarını bir yarışma propagandası yüzünden bozmamaları emredilmişti. (…) propoganda için değil, Amerikalılar ilmi ilim için yapmalıydılar.” Aslında Amerikan ordusu; özellikle de kara kuvvetleri, başında von Braun’un olduğu bir ekiple 1940’ların ortalarından beri çölde deli gibi “ilim için ilim” yapıyordu elbette.  Yapılanlar da hiç öyle yabana atılır şeyler değildi. Ordu için geliştirilen Atlas roketi oldukça başarılı bir tasarımdı. Sık sık basına yansıyan o bocalamalar, başlangıçtaki utanç verici, Dünyayı güldüren fırlatma rampasında patlayan roket görüntüleri filan ekibin beceriksizliğinden değil; İkinci Dünya Savaşı sırasında V2’leri geliştirmiş bu bir grup eski Nazi yerine, esas iş görecek tasarımın doğma büyüme Amerikalılar tarafından tasarlanması konusunda inadın ve yukarıda sözü edilen “teşebbüs zenginliğinin eseri”ydi. Başkan Eisenhower tarafından Savunma Bakanı olarak atanan General Motors yöneticisi “Engine” Charley Wilson’a göre General Motors’un ana yüklenici olduğu “Thor” roketi iyi ve yarayışlı, ama yüklenicisi Chrsyler olan “Atlas” ise işe yaramaz ve güvenilmezdi! [5] (Gray: 37). Gerçi bu iş ayyuka çıkınca bizim “motor” Wilson istifa etmek zorunda kaldı ama bu defa da, Deniz Kuvvetlerinin geliştirdiği Vanguard roketinde inat edildi. Ana yüklenicisi Martin Şirketi olan bu cihazın motoru “Hermes”in tasarım ve üretimi General Electric tarafından yapılmış, tam anlamıyla “Amerikan mühendis ve işçisinin eseri” bir sistemdi. 1957’den 1959’a kadar yapılan 11 testte "Vanguard" ancak üç uyduyu yörüngeye oturtabildi! Sonunda Amerikan gururu eski Nazilerin kucağına oturacaktı. Zaten bizim “von” da artık vatandaş olmuş, pırıl pırıl bir Amerikalıydı artık.
 
1961’e gelindiğinde eski tatsızlıklar geride kalmıştı “fezaya gönderilecek pilotun seçimi Feza seyahatinin en önemli noktalarından birini teşkil ediyordu”. Seçim konusunda dergimizin verdiği bilgiler şaşırtıcı biçimde doğru: “İlk önce pilot kırk yaşlarından daha genç olmalıydı. Boyu 1.80 den biraz az, fiziki vaziyeti mükemmel olmalıydı. Ayrıca namzetler yüksek tahsil mezunu olmakla beraber bir deneme pilotu okulundan diplomalı olmak, en az 1500 saat uçuş yapmış olmak ve en az 1500 saat uçuş yapmış(…) Seçimin başından bu evsaflara haiz 508 gönüllü çıkmış fakat bu sayı 110, 69, 32, 18 ve yediye düşmüştü”

Yedi Adet Hakiki Feza Adamı | NASA
Gerçekten de, kayıtları incelenen 508 test pilotundan 110 tanesinin seçim için belirlenmiş yedi kritere uygun oldukları anlaşılmıştı. Kırkbiri test pilot okullarındaki eğitmenlerin tavsiyeleri üzerine elenmiş,  görüşmeye çağrılan 69 kişiye de bu proje için gönüllü olup olmayacakları sorulmuştu. Otuz yedisi işi kabul etmemiş veya çeşitli nedenlerle elenmiş, tümüyle uygun görülen otuzikisi ise kapsamlı tıbbi testlere tabi tutulmuştu. Saçma sapan testlerden geçebilenler ise 18 kişiydi gerçekten (Voas;1960). Yazar tek renklendirmeyi gönüllü sayısında yapmış görünüyor. Öyle ya, herkesin gönüllü olması daha uygun ve doğal elbette. Boru mu bu? Komünizmle mücadele edilecek! Hem de uzayda… Mesela Kore’ye asker göndereceğimiz ilan edildiğinde bizim buralarda millet askerlik şubelerinin kapılarını kırmamış mıydı ? “Hür Dünya”da işler böyle yürür arkadaş…
Mercury uçuşları için seçilen bu yedi adamın  eğitim süreci de yine şaşırtıcı şekilde doğru anlatılmış. İnsan günümüz cahil muhabirlerinin yazdığı yalan yanlış şeyleri görünce daha da bir taktir ediyor adamcağızı. “tatbiki antremanları onlar için hazırlanmış aynı süratteki dönüşü yapan, aynı eğilim içinde yuvarlanan ve aynı korkunç gürültüleri çıkaran makinalarda yapacaklardı. Mesela seyahatin sırrını hususi kurslarda inceliyen pilotlar…” Burada biraz durmalı: “Aynı süratteki dönüşü yapan makinalar”dan kastedilen muhtemelen Deniz Kuvvetlerinin Johnsville’deki laboratuarında bulunan santrifüj. Pilotları yüksek “G”ler (çekim kuvveti/gravitional force) için eğitmeye yarayan bu acayip alet, yapımı tamamlandığı 1947’denberi Mercury astronotları da dahil olmak üzere yüzlerce pilota dünyayı dar etmiş. Yaklaşık 15 metre uzunluğundaki kolun ucunda oturan biçareyi 4.000 beygir gücünde bir motor yedi saniyeden az sürede saatte yaklaşık 280 kilometre hızla döndürebiliyor! Bu süratte 40 G’ye ulaşmak mümkün ve iş ağırlık cinsinden söylenince, 80 kilogram ağırlığında bir insanın yaklaşık 3.500 kilogrammış gibi hissetmesi demek. Herhangi bir canlının kaldırabileceği türden bir şey değil. Normal bir insan 6 G’de kendinden geçiyor, zaten Mercury aracı da 14G’ye dayanabilecek şekilde tasarlanmış. Bu acayip şey astronotları kalkış ve yeryüzüne iniş sırasında karşılaşacakları ivmelenmeler ve jet pilotlarını ani dönüşlerde artan G kuvvetleri için eğitmekte kullanılmış. Mercury, Gemini, Apollo hatta ilk grup Uzay mekiği astronotlarının hepsi kaderin sillesini Johnsville’de yemiş. Taa emekliye ayrıldığı 2004’e kadar.

Mercury biçareleri için özel olarak icat edilmiş başka bir işkence aleti de uzay aracının kontrolsüzce yuvarlandığı, eksenel kontrolden çıktığı  durumlarda, astronota aracı manuel olarak  stabil hale getirebilecek yetenekleri kazandırmak için tasarlanmış  MASTIF (Multi Axle Spin Test Inertia Facility) Simülator. Bu üç eksende saate 45 dönüş yapabilen bir tambur. İçindeki zavallıdan hangi aksta çevrileceğini bilemez halde bir süre çalkalanıp,  dönüşler düzenli bir hale geldikten sonra içeriden uzay aracındakilere benzeyen bir düzenekle kontrol ederek hızı düşürmesi ve nesneyi stabil hale getirmesi bekleniyor!  Bu cihazı kim tasarladı bilmiyorum ama içine girmek zorunda kalanlardan çok küfür yediğine eminim. En azından D.K. Slayton epey sövmüş olmalı. Anılarında pek de iyi bahsetmiyor cihazdan. Ama MASTIF’in simüle ettiği türden bir krizle birkaç yıl sonra Gemini IX mürettebatı karşılaşacaktı.

Feza Gemisi

Yok! Maalesef Ne Karılar, Ne de Gemiler Böyle
“Fezaya gidecek insan ne kadar ince elenip sık dokunmakla seçilmişse, insanı fezaya götürecek Feza Gemisi de o kadar incelikle ele alınmış, yüzlerce tecrübeden geçirildikten sonra ancak yola çıkmaya hazır bir şekle sokulmuştu” Feza Gemisi… böyle yazınca neler çağrıştırıyor insan değil mi? Güzel kadınlar, ışın tabancaları, ihtiyar imparatorların tatminsiz eşleri ile dolu gezegenlerde bin bir macera. Maalesef gerçek pek – hatta hiç – öyle değil.  Yaklaşık beş yıllık bir zaman dilinde iki milyondan fazla insanın uğraştığı/uğraşmak zorunda kaldığı (tam sayı 2.020.528!) şey, altısı insanlı olmak üzere Dünya yörüngesinde yapılan toplam 25 uçuş. Bu uçuşların sonuncusunda Gordon Cooper uzayda yaklaşık 34 saat geçiriyor [6].

Mercury Uzay Aracı |  Replika | "A Human Adventure" |
 Marmara Forum| Istanbul | 2013 | BvP 
Hür dünya’nın “Feza Gemisi”, Mercury 1959’da Amerikan Havacılık endüstrisinin önemli şirketlerinden birine, McDonnell’e sipariş ediliyor. Bu tarihte McDonnell Amerika’nın 100. Büyük şirketi, 24.000 kişi çalıştıran ve yıllık üretimi 436 milyon dolar olan bir dev. Deniz Kuvvetler için FH4-1 Phantom uçaklarını filan üretiyor. İşin hediyesi yaklaşık 20 Milyon dolar, adı da üreticinin model tanımı ile Sanki saç kurutma veya çamaşır makinesi yapılıyormuş gibi Model 133K! O paralara “Feza Gemisi” yapmak pek işlerine gelir şey değil aslında. Ama evdeki hesap her zamanki gibi çarşıya uymadığı için sonunda iş yaklaşık 150 Milyon Dolara çıkıyor da, Bay James S. McDonnell’in attığı taş ürküttüğü kurbağaya değiyor. Bu para karşılığında adamdan istenen şunlar: (1) İçinde insan olan bir aracı Dünya yörüngesine oturtacak, (2) İnsanın bu ortamda göstereceği yeterlilik ve performansı araştıracak, (3) Aracı ve içindekini salimen yere indirecek.
Garip ama bunların hepsi de başarılıyor. Evet, garip çünkü bu işlerin olduğu zaman dilimi 1958 ile 1961 arası! İsterseniz 1959 model otomobillere, radyolara ve  diğer boka püsüre bir bakın. Bugün telefona “nbr cnm” yazıp başka bir salağın telefonunda görünmesini sağlamak, muhtemelen yörünge değiştirme ateşlemesi için gerekenden daha karmaşık bir komut dizisi ve  teknoloji gerektiriyor.

Yüklenici Detay/Taahhüt
Dökümanından Düzenleme | BvP
Aracın biçimlenişinde büyük pay Max(ime) Faget adlı bir sihirbaza ait. Tasarımı iki basit prensip belirliyor: uygulanabilecek her durumda mevcut teknolojiyi kullanan hazır, üretilmiş malzemeleri kullanmak ve bunları mümkün olan en basit ve güvenilir şekilde bir araya getirmek! “Mevcut teknoloji” dediğimiz denilen esasen İkinci Dünya savaşı sırasında geliştirilmiş bir teknoloji amma; telemetrik kontrol ve yönlendirme, yakıt bileşenleri için sentetik kimya, ısıya dayanıklı metal üretimini için metalürjik sihirbazlıklar ve aerodinamik hususlarında da epey cambazlık içeren, pek öyle küçümsenecek bir şey değil.  Bizim dergi de işlerin bu yanından çok etkilenmiş olmalı ki, “ısıya, kozmik şualara ve göktaşı darbelerine karşı dayanıklılığı ölçülen höcrenin içi ancak pilotun vücuduna ve kol hareke(t)lerini barındıracak şekilde yapılmıştı. Pilotun sol tarafında kontrol tabelasıve sağ tarafında ise yüze varan düğme, manivela veya kumanda kolu bulunmaktaydı. Hususi şekilde yapılmış bir koltuk içinde yüzü sürat istikametine doğru oturacaktı” diye yazıyor. Haksız da değiller. Deplasman limitleri ve fırlatıcı (roket) nın çapı gibi kısıtlamalar nedeniyle “höcre” gerçekten de pek küçük, seksen kilo ağırlığında ve yaklaşık  bir metre yetmiş beş santim boyunda bir zatı muhteremin ancak sığabileceği hacme sahip. Jet uçaklarında kullanılan mevcut koltukları –özelikle- inişin sert koşulları ve daha da önemlisi ağırlıkları yüzünden kullanılamayacağından, alüminyum alaşımdan petekler halinde üretilmiş bir çekirdeğin üzerine, proje için seçilen yedi kişinin her birinin vücut kalıplarından oluşturulan  pleksiglas bir form kaplanmış. Her kişi için ayrı ve birkaç tane üretilen bu koltuklar da genel mühendislik gösterisinin ayrı bir parçası. 

Yazar insanların kafasındaki “feza gemisi” imajının sofistike  karmaşıklığına uygun şekilde “yüze varan düğme, manivela veya kumanda kolu”ndan söz ediyorsa da, aracın  içi esasen ellilerin başlarında üretilmiş jet uçaklarından daha  karmaşık değil. İki parçadan oluşan sol panelde içte ateşleme kontrol, durdurma (abort) ve el kumandasına geçiş anahtarları, dış panelde ise kabin içi basınç kontrol, iç ışıklandırma, telemetri, iniş kontrol ikaz ve manuel kontrol anahtarları var. Sağ bölüm daha basit: genel olarak kabin ve elbise iklimlendirme, oksijen sistemlerini kontrol ediyor. Burada ilginç olan, sistem gruplarının renk alanları ile belirlenmiş olması. Daha sonraki uzay aracı tasarımlarında kullanılmamış bu önlem gerçekten de oralara gönderdikleri adamın göstereceği tepki ve performanstan  çok emin olmadıklarını gösteriyor.

Yüklenici Detay/Taahhüt Dökümanından Renklendirme ve Düzenleme | BvP
“Manivela ve kumanda kolu” ise, esasen durdurma kolu (abort handle) ve lövye ünitesi (hand controller). Bu sistem uçaklarda kullanılana benziyor. Temel fark, eksenel yalpanın (yaw) ve doğrusal hareketlerin, yani üç eksenli hareketin solenoid valflerle harekete geçirdiği ufak iticiler ile sağlanıyor oluşu (RCS=reaction control system). Tüm bunların tek bir ünite üzerinden ve basınçlanmış bir elbise/eldiven) ile kontrol edilebilecek kadar hassas düzenlenişi (yaylı bir düzenekle sistem üzerindeki zorlamaların “hissedilmesi” filan sağlanıyor) “hür dünya” nın 1961 model başka bir mühendislik başarısı bence.

Aurora 7 - Carpenter | Ön Konsol |
Museum of Science and Industry | Şikago | 2007 | BvP 
“İŞTE Yıllardan beri süregelen hazırlıklar Nisan sonunda tamamlanmış… Cap Caneveral’daki üste ucunda Mercury höcresi olduğu halde Redstone füzesi atış kulesinde bekliyordu. Yolculuk için seçilen yedi pilot arasından Shepard isimlisi seçilmiş ve..” Yazarımızın amele pazarından inşaata tuğla çekecek amele seçiliyormuşçasına söz ettiği kişiden biraz bahsedeyim:  Amerikan Deniz Kuvvetleri Yarbayı ve test pilotu Alan Shepard.  Doğal olarak son derece renkli bir hayatı ve kişiliği olan kahramanımızın 15 dakikalık balistik seyahati ( yörünge altı bir mermi yolu takip ediyor aslında)  Nisan 1962’de Sovyet kozmonot Yuri Gagarin’in 108 dakika süren yörünge uçuşunun yanında fazla bir şey gibi görünmese de az iş değil. Başarıyla gerçekleşen bu gösteriden sonra iki kişilik, Apollo öncesi bir atlama taşı sayılan Gemini projesi için eğitime başladığı, başarıdan başarıya koşacağı sırada teşhis edilen bir iç kulak hastalığı yüzünden potansiyel koşu aksıyor ve uçuş işlerinde alınıp “astronot bürosu”na atanıyor. Taaa 1969’da ameliyat olup,  uzay uçuşu yapabilir olunca da Apollo 14 uçuşunu komutan olarak gerçekleştiriyor. 47 yaşında ve o zaman uzay uçuş programındaki en yaşlı astronot olarak yaptığı uçuş tüm Apollo programının en hassas ay inişi. Belirlenmiş noktaya “şak” diye indiriyor Antares’i! (Bu iş “komutan” olarak belirlenen, üç kişilik mürettebatın en tecrübeli ve kıdemlisi tarafından elle yapılıyor ve tahmin edilebileceği gibi pek zor bir zenaat) Golf meraklısı olan “Shepard isimlisi” ay yüzeyinde golf vuruşu yapmak gibi bir soytarılıktan da geri kalmıyor.  NASA’dan emekli olduktan sonra, iş adamı olarak başarıdan başarıya koşmak suretiyle oldukça zengin bir şekilde 1998’de lösemiden bu dünyaya veda ediyor.
               
 Kuvvetli Bir Kahvaltı

“Nihayet 5 Mayıs günü”ne dönelim: “Sabahleyin erken kalkan Feza pilotu kuvvetli bir kahvaltı yapmış”. Tabii “erken kalkan yol alır” diyerekten kalkıyor, kahvaltıya oturuyor; köyden yumurta, halis yağ, güzel zeytin, çökelek gelmiş, bol demli çay… Gün uzun olacak çünkü. Aslında bu “kuvvetli bir kahvaltı” hikayesi uyduruk değil. Mercury ve Gemini için nasıldı bilmiyorum ama Apollo mürettebatı geleneksel olarak uçuş sabahı birkaç saat sonra dünyanın en doğal şeyini yapacaklarmış gibi güzel bir kahvaltı edip, sofrada gazete filan okuyorlar. Ne kadar süreceği önceden planlanmış ve  uçuşu yapacak mürettebat dışında pek az kişinin katıldığı, ama Baş astronot “Deke” Slayton’un mutlaka katıldığı bu kahvaltılar sırasında genel olarak o gün olacaklardan fazla bahsedilmiyor, genel geyik, futbol filan konuşuluyor. Fotoğrafı en çok yayınlanan ve en ünlüsü 16 Temmuz 1969'daki Apollo 11 kahvaltısı. Mürettebattan  Michael Collins’in yazdığı ve belki de en bu konudaki en iyi anı kitabı “Carrying The Fire”da [7] ve Slayton’un anılarında [8] bahsediliyor (Collins:355-356), (Slayton/Cassut:240).

"Anam Köyden Çökelek Yollamış"
Apollo 7 Mürettebatı Kalkış Öncesi NASA Yöneticileri  İle Kahvaltı Ediyor.
R. Walther Cunningham, Soldan İkinci; Donn F.  Eisele, Masanın Karşısında  Soldan İkinci, Yanında Walter M. Schirra   11 Ekim 1968 |  NASA 68-H-924
Fotoğraflara bakınca yiyeceklerin basitliği, çeşit azlığı ve odanın ufaklığı beni hep şaşırtıyor. İnsan niyeyse kalkışılan işin acayipliğini ve seferber edilen sınırsız kaynakları düşünüp, “Eeey  NASA, astronot kardeşlerim o kadar pisboğaz değillerdir, biz onu da biliriiiz, ama hiç olmazsa pazar sabahları boğaz kıyısındaki tıkış tıkış acayip yerlerde eşofman üstü anoraklarıyla saatlerce tıkınanların çöktüğü kadar zengin bir sofra döküleydi… Adamlar fezaya gidecek, edep  yahu” demeden  de edemiyor.
Shepard iyi ki  “kuvvetli bir kahvaltı” yapmış, çünkü  gece birde  kaldırılıp  “höcresine”  sabah beş buçukta anca yerleşiyor, ama çeşitli sorunlar yüzünden sürekli durdurulan geri sayım nedeniyle roket ancak saat 09:49’da ateşlenebiliyor. Bu süre içinde de bizim hür dünyalı kahraman elbisesinin içine işemek zorunda kalıyor!(Slayton/Cassutt:98) Tabii kimsenin aklına on beş dakikalık bir uçuş için adamcağızın içerde dört beş saat bekleyeceği gelmediğinden konu ile ilgili tertibat alınmamış… Kapsül içinde ayakları yukarıda, yüzü gökyüzüne dönük oturmak zorunda olduğu düşünülürse, ıslaklığın nerelere yayıldığını varın siz hayal edin.

“Merak Etmeyin, Vaziyetim Çok İyidir”

"Vaziyetim Şimdilik Çok iyi Görünmüyor ya, Hadi Hayırlısı..."
Astronot Alan B. Shepard Fırlatma İçin Hazır | 5 Mayıs 1961
NASA

“YERDEN ayrıldığı andan inişine kadar Shepard mütemadiyen yerle irtibat halinde idi. Yüz kilometreye varan atmosfer tabakasından çıkmak üzere iken, gördüğü manzaranın güzelliğinden olacak ‘ne muhteşem manzara!’ diye söylenmekten kendini alamamıştı. Kendisi bizzat feza gemisini idare ettiği için her şeyin yolunda olup olmadığı sorulunca “Hayır, hayır. Merak etmeyin, vaziyetim çok iyidir” dedi. Burada işin içine bir parça hayal gücü giriyor maalesef. Böyle şeyler demediğini, hatta fırlatma için beklerken ne düşündüğü sorulduğunda  “bu cihazın her parçasının ihalede en düşük fiyatı veren üreticiye yaptırılmış olduğunu düşünüyorum” dediğini biliyoruz. “Ne muhteşem manzara” filan diyebilecek bir herif de değil zaten. “Bizzat idare” işine gelince: Gagarin’in tümüyle otomatik uçuşuna kıyasla Shepard’ın uçuşu gerçekten de bir miktar “idare” içeriyordu. Fakat bunlar genel olarak uçuş programını etkileyemeyen “ulan kontrol edilebiliyor mu bu şey hakkaten?” türü deneyler. Otomatik kontrol sistemini her defasında bir aks için devreden çıkararak başladığı kısa ateşlemelerle sonunda, her üç aksın kontrol edilip edilmesi ve bunların simülatörle benzerliklerin saptanması.  Ayrıca; balistik yörüngenin tepe noktasından iniş sırasında burun açısının  iniş ateşlemesi için gereken açıdan daha sığ olduğunu fark edince otomatik düzeltmeyi beklemeden, bu açıyı kendisi optimuma (34 derece) getiriyor. İdare ediyor yani…

Kısa ama önemli yolculuğun sonunda okyanusa iniş sorunsuz olarak gerçekleştirir. “Yavaş bir süzülüşle istenen noktada suya düşen höcreden Sherpard aralıksız olarak civar gemilerle irtibatı devam ettirdi. Etraftan yetişen iki helikopterden birisi pilotu, diğeri de höcreyi…” “Aralıksız olarak civar gemilerle irtibatı” devam ettirmek özellikle vurgulanmış bir durum. Anlaşılan makalenin yazarın şu “irtibat” işi fazlasıyla etkilemiş.  O yıllarda İstanbul’dan Ankara’ya yapılan telefon görüşmeleri düşünüldüğünde, teknolojik gelişmişliğin en kavranabilir ölçütü olarak bu durum çok ta şaşırtıcı değil. RCS veya telemetrik izleme sistemleri okuyucunun kafasında herhangi bir çanı çalamayacak kadar anlaşılmaz şeyler zaten.  

Yolculuğun “muvaffakiyet” haberinin bütün dünyayı dolaşmasıyla “uçuşu başından sonuna kadar televizyonlardan takip eden” milyonlarca Amerikalı büyük bir coşkunluk içinde “yüzlerini ağartan”  Shepard’ın alkışlarlar…


Beyaz Sarayda Alan  Shepard'ın Uçuşu İzleniyor.
Soldan Sağa; Lyndon B. Johnnson, Arthur M. Schlesinger Jr., Arleigh Burke,
Başkan Kennedy, Jaqueline Kennedy |  5 Mayıs 1961| Kennedy Library /Wikipedia Commons 
Başarının “tesiri”  dünyada o kadar derin bir hayranlık bırakır ki, “kominizmin  bazı kör hayranları” Sovyet iddiasının o kadar körü körüne alkışladıklarına pişman olmuşlar,  sanki ‘feza ilminde Sovyetler daha ileridir’ diye “efkarı umumiyeyi zehirliyen” onlar değilmiş gibi bu defa Shepard’ın zaferinde kendilerine pay çıkartmak isterler.  İşte “Hür dünya” bir kez daha galebe çalmış, her şey açık açık “efkarı umumiyenin” gözü önünde oynanmıştır. Diğer taraftan “nazarlar” birden Sovyetlerin iddia ettikleri zafere çevrilir. Sovyetler daha ileri olsalar-dı neden onlar da Amerikalı’lar gibi yapmayıp bir “esrar perdesi” ni tercih ederler? “Gagarin’İn hikayesi insana Halepten döndüğünde yüz arşın uzun atlama atladığını söyliyen seyyahı hatırlatıyordu”! ( Ünlem bana ait) “İyi niyet insanın şanındandır ama, Sovyetlerin her dediğine hiçbir ispat görmeden inanmakta insana ağır geliyordu”…  (Ulan; ne “ağır geliyordu” ? Görsen anlayacak mısın ?)

Efkarı Umumiye: "Ağır Geliyor, Fevkalade Müteesirim"
Yazıya Konu Dergiden Gripin Reklamı-na Ekleme | BvP

Yazının bundan sonraki  bölümünde akıl erdiği, dil döndüğünce tüm bu olan bitenin  aslında “Fezanın feth” edilmesi filan olmadığını anlatılıyor. “ Dört yıl evvel Ruslar ilk Sputnik’i mahrekine yerleştirdikleri vakit Amerikanın ilim ve teknik alandaki şöhreti ilk darbeyi yemişti. Fakat milyonlarca insan yine ümitle bekliyor ve bu geçici üstünlüğü Sputnikten daha büyük bir Amerikan başarısıyla bertaraf edilmesini istiyordu.” Ama “efkarı umumiye” her ne kadar  inanmak istemese de Sovyetler Gagarin’le (kaba tabirle) ‘çocuğu koyunca’  “bütün ümitleri yıktı ve daha fenası Amerika ile birlikte bütün batı alemi hüsrana uğratacak yeni Sovyet telakkilerinin habercisi oldu. Halbuki Amerikanın feza yarışında geri kalmasının makul bir izahı da vardı: Maksat kıtalar ötesine hidrojen ve atom bombaları atabilmek olduğuna göre, Amerikan teknolojisi, elinde siklet ve eb’at bakımından Ruslarınkinden küçük olan ve Ruslarınkinden daha kudretli bombaları daha az kudretli bombalarla istediği yere atabilecek durumda idi…”

Buraya kadar anlatılan ve olup bitenler inanılması ne kadar güç olsa da, altmış küsür yıl önce  gerçekten olmuş işler.  İşin varabileceği noktaları, israf edilen kaynakları düşününce dehşet verici değil mi?  Ama biz yine dergiye dönelim: O, yazının sonunda bile saplantı halinde “Kuruşçef”in neden  füze yolculuğunu “onlar gibi Dünya Efkarı umumiyesinin gözleri önünde yaptırmıyor” olduğunu sorgulayadursun, Yazıdaki en aklı başında saptama ile bu yazıyı bitireyim:

“… Bu işte çürük bir taraf bulunmadığını iddia etmemek için saf, hem de çok saf olmak lazımdı…”


BvP
Eylül - Aralık 2013
Edited By Miki 

Görsel Malzeme: "Düşünen Adam" dergisi kapak ve iç sayfa taramaları bana ait. "Fevkalade Teessürlere Karşı" da öyle. Derginin iç sayfalarındaki Gripin reklamını biraz kurcaladım. NASA'ya ait fotoğrafların linki var. Apollo 7  kahvaltı fotoğrafının NASA envanter numarasını verdim. Mercury replikası ve Scott Carpenter'in Aurora7  panel fotoğrafı bana ait. Mercury panel ve couch çizimleri referansı verilen McDonnell dökümanından. Temizleyip renklendirdim ve Türkçe eklemeler yaptım. Beyaz Saray'daki fotoğraf Wikipedia'dan. Kennedy Library referans gösteriliyor ama maalesef kütüphanenin sayfasında bulamadım. O dört adet füze ve hanımefendi fotoğrafı" da,  "x-ray delta one" müstearlı zatın akıllara zarar koleksiyonundan.
....................
* ELectronic INTelligence


[1] Life Dergisi fotoğrafçısı Ralph Morse tarafından çekilen ve  yedi Mercury  astronotunu, yani “hakiki feza adamı”nı gösteren 1960 tarihli  bu çok ünlü fotoğraf hangi akla hizmetse ters basılmış.  Yine de sayayım; (sol üst) Gordon Cooper, Virgil Grissom, Alan Shepard, (sol alt) Scott Carpenter, John Glenn, Deke Slayton, Wally Schirra.
Amerikan Deniz ve Hava Kuvvetlerinde subay ve hepsi test pilotu  (50’lerde test pilotu olmanın nasıl bir şey olduğu  düşünülürse cesaret ve yetenek konusu daha iyi anlaşılır sanırım) bu yedi zatın her biri çok kapsamlı olarak bahsedilmeyi hak etmekle beraber şimdilik birkaç kısa malumatla yetinin:
Hür Dünya”nın uzaya çıkarmayı başardığı ilk  insan Alan Shepard daha sonra Ocak 1971’de, Apollo 14 uçuşu ile Ay’da yürüyen beşinci kişi olur. Apollo projesinin ilki  (Apollo 1)  ile uçacak olan ve fırlatma rampasındaki  sıradan bir test sırasında kabin içi yangın ile ölen VirgilGrissom 2. Mercury uçuşunu yapar ancak, aracı Liberty Bell 7 okyanusa indikten (düştükten) sonra kabine su dolması sonucu batar! İki kişilik uzay aracı Gemini’nin Mart 1965’deki ilk insanlı uçuşunda yer alır. Hayatını kaybetmemiş olsa çok büyük bir ihtimalle  Ayda yürüyen ilk insan Armstrong değil o olacak-tır.  [Mercury uçuşları hep “7” rakamı ile adlandırılıyor. “Freedom 7”, Liberty Bell 7”, “Sigma 7 gibi… Aslında Tüm uçuşlar “M” Mercury ve fırlatıldıkları roketin adı ile tanımlanıyor. Örneğin  “Freedom 7”   M(ercury) R(edstone)-3 veya “Sigma 7” M(ercury) A(tlas)-8)]
Her üç projede de (Mercury, Gemini, Apollo)  uçan tek kişi Wally M. Schirra. 1962’de üçüncü Mercury uçuşu, 1965’de Gemini ve Apollo 1 yangınından sonra, 1967’de yapılan ilk insanlı Apollo uçuşu, Apollo 7. 

[2] Karl’ın öğretisi ve ona gönül verenler konusunda üstad ve mürettip pek anlaşamıyorlar galiba;  “Marksizm”,”Markxizm”, “Markxist”… Bi sıkıntı var.

[3] Onun istediği bir tane fotoğraf. Aslında “Hür dünya” (NSA, olarak okuyun)  genel olarak Japon Posta ve Haberleşme Bakanlığı,  İsveç üzerinden geçişlerde ise  İsveç TERETE’si  vasıtası ile,  19,995 Mega Hertz üzerinden (bak, frekansı da veriyorum)  1960’dan beri uçuşları ve ses haberleşmesini arslanlar gibi izliyor. Sanırım kendisine bu bilgi verilmemiş.

[4] İşin "teşebbüs zenginliğinin eseri” olduğu doğru. Projenin ana yüklenicisi McDonnell’e yaklaşık 4.000 üretici ve alt  yüklenici yardım ediyor, pastaya herkes ortak oluyordu. Bazıları:
-Convair Astronautics Division, San Diego, California: Atlas roketi ana yüklenici.
-Chrsyler Corporation Missile Division, Detroit, Michigan: Redstone roketi ana yüklenici.
-Ventura, Van Nuys, California: Mercury iniş ve kurtarma sistemleri.
-B.F. Goodrich, Akron, Ohio: Giysiler.
-Minneapolis-Honeywell RegulatorCompany, Minneapolis, Minnesota: Mercury stabilizasyon sistemleri.
-AiResearch Manufacturing Division, Garret Corporation, Los Angeles, California.  Kabin içi iklimlendirme ve  basınç  stabilizasyon sistemleri.
-The Perkin-Elmer Company, Norwalk, Connecticut. Mercury periskop.
-Thiokol Chemical Corporation, Elkton, Maryland. Mercury iniş frenleme roketi.
-Texas Instruments, Incorporated, Dallas, Texas. Mercury telemetrik sistemler.
- D.B. Milliken Company, Arcadia California. Mercury kameralar.
- Bendix Radio Division, Bendix Corp., Baltimore, Maryland. Yerden havaya haberleşme, radar, izleme-tanımlama sistemleri.
-Bendix-Pacific Division, Bendix Corp., North Hollywood, California. Antenler, telemetri, radar bilgi işlem.

Daha geniş bir liste için :  ProjectMercury A Chronology NASA SP-4001.APPENDIX 9 - CONTRACTORS AND SUBCONTRACTORS SUPPORTING PROJECT MERCURY

Burada dehşet verici olan, bu denli hassas ve karmaşık teknoloji cambazlıklarını geliştirebilecek ve üretebilecek şirketlerin bolluğu ve ülkenin her tarafına yayılmış olmaları. Üstelik çoğu, isimlerden de anlaşılacağı gibi, alanlarında öncü teknoloji geliştirmiş bireylerin adını taşıyor. Bay Elmer ve Bay Perkin, Bay B.F. Goodrich, Bay D.B.Milliken, Bay Garret... Hep var. Endüstriyel Kapitalizm filan da bir yere kadar yani.

[5] Gray, Mike (1992). Angle of Attack: Harrison Storms and the Race to the Moon. Penguin Books.

[6] Uzayda uçuştan kastedilen yerçekimsiz ortamda geçen süre. Örneğin, Cooper’in Toplam uçuş süresi 34:19:49 iken, “Feza”da geçirdiği süre 34:03:30.

[7] Collins, Michael  (2009). "Carrying the Fire: An Astronaut's Journeys". Farrar, Straus and Giroux. 

[8] Slayton, Donald K.; Cassut, Michael (1994). "Deke!: U.S. Manned Space: . From Mercury to the Shuttle". Forge.



1 yorum:

Adsız dedi ki...

Rusların dediği gibi, "Gagarin uzaya çıkan ilk insan değil, geri getirilebilinen ilk insan".