Kıyıdan
yaklaşık iki kilometre açıkta, Milattan Önce dördüncü yüzyıl sonlarında batmış
“Girne Batığı” olarak adlandırılan küçük ticaret gemisinden kalanlar bu gün
Girne Kalesinde sergileniyor.
Batık ve Ahşapların Konumunu Tespit için Kullanılan 2x2 m Izgaralar | 1967 |
Otuz
metre derinlikteki yaklaşık 100 amforadan oluşan yığını Kıbrıslı bir
profesyonel dalgıç 1967 yılında Pensilvanya Üniversitesi Müzesinden Dr. Michal
L. Katzev‘e gösterir. [Aynı üniversiteden
başka bir ekip, Dr. George Bass başkanlığında Akdeniz’in bu bölümünde kazılar
yapmaktadır. 1960’da Gelidonya Burnunda bronz devrine ait bir batık (kayalık
zeminde parçalanmış bu tekneye ait fazla ahşap bulunamaz), 62’de Bodrum yakınlarında Yassı Ada’da M.S.
7. Yüzyıla ait bir batığın kazısı yapılmıştır. 1967’ye gelindiğinde Yassı Ada’daki Dünyanın
en büyük sualtı projesidir. Bu dönemi ve kazıların hikayesini çocukluk ve ilk
gençlik kahramanım Bay George Bass “Archaeology
Beneath The Sea” kitabında insani tarafları ile, güzel okunan bir macera
romanı tadında anlatır. Neyse, esas hikayeye dönelim]. Bu yüz amfora sualtında yaklaşık 5.5 metreye
3 metrelik bir alanı kaplamaktadır. Önceleri çok ufak bir tekne batığı ile
karşılaştıklarını düşünmelerine rağmen, yakın çevredeki sondajlarda çamurun
altında daha geniş bir alana (20 x 10 metre)
yayılmış amforalar tespit edilir. Rodos tipi bu amforalar Milattan Sonra
dördüncü yüzyılın son çeyreğine tarihlenir. Yeni geliştirilen türlü kazı tekniklerinin yardımı ile (haritalama
tekniğinden adapte edilen stereo fotogrametri ve kazı alanı üzerine yerleştirilen
iki metre aralıklı ızgara buluntuların ve sonunda da, tekne ahşabının net
konumlarının tespitine olanak verir)
iki sezon boyunca teknenin kazısı
yapılır.
Teknedeki
buluntular o dönem ticareti yapılan
mallar, taşınış biçimi ve teknedeki hayat ile ilgili pek çok şey söyler: Gemide on farklı tipte seramik taşıma kabı
vardır. O çağda her liman kendine özgü kaplar içerisinde satar malını. Başka
bir deyişle, tekne 10 ayrı limana uğramış, farklı mallar taşımış görünmektedir!
Mevcut 404 amforadan 343’ü o çağın şarabı ile ünlü Rodos adasına ait
tiptedir. Bazıları kulplarında hacmen
uygunluğunu onaylayan memurun mührünü taşır.
Taşınan başka bir mal da ayrı bir bölüme bulunan yaklaşık 10.000 adet kabuklu bademdir. Belli ki çuvallar içinde tekneye yüklenmiş,
çuvallar çok uzun zaman önce eriyip yok olunca geriye badem yığınları
kalmıştır. Doğal olarak içleri çürümüş
ama kabuklar 2.200 yıl boyunca sapasağlam durmuştur! İlginç mi? Dahası
var: teknede ayrıca 29 adet elde buğday öğütmeye yarayan
değirmen taşı bulunur. İki parçadan oluşan
bu öğütücülerin hiç biri çift oluşturmuyor,
mutlaka birbirleri ile uyumlu çiftler olarak kullanılan taşlardan
satılmadan kalan veya hatalı olanlar yolculuğun bu aşamasında balast olarak kullanılmış olmalı. Hazneli
öğütücü, “hoppermill” denen bu tür el değirmenlerine Serçe Limanında 1978-1980 yılları arasında
kazısı yapılmış başka bir Helenistik Dönem batığında da rastlanır [1].
Diğer
buluntular da teknedeki denizcilerin
günlük yaşamı hakkında kapsamlı bir
fikir verir. Küçük seramik kaplar ana kargonun başında ve kıçında olmak üzere
iki ayrı bölümde bulunur. Sıvı içmeye
içmekte kullanılanların tümü başta (pruvada), halen Doğu Akdeniz’deki kayık ve
ufak tekneler de de içme suyu bu bölümde tutulmakta. Yemek pişirmekte, yemekte kullanılan
kaplar; tabaklar, yağ sürahileri, ufak
bir bakır kazan ve toprak kepçeler, birkaç tahta kap kıçtadır. Listeyi
tamamlayan dört adet tahta kaşık geminin son yolculuğunda kaptanla birlikte
toplam dört denizci olduğunu söyler. Kıç
bölümündeki oldukça geniş bir mutfakta gelişkin
bir ocağa, mangallara sahip daha sonraki Roma gemilerinin aksine (Yassı Ada’da
kazılan Yedinci yüzyıl Bizans gemisi bu
türdendir) bizim geminin içinde yemek
pişirildiğini, ateş yakıldığını kanıtlayacak bir bulguya rastlanmaz.
Muhtemelen yemekler kıyıda yakılan bir ateşin üzerine pişirilmektedir. Bulunan tek pişmiş toprak kandil de bu oldukça ufak teknenin geceleri yol
almayıp, kıyıya yanaştırıldığını anlatır (Antik çağın görkemli ve karmaşık, kürekli savaş gemileri
“Trireme” ler de böyle. Tekne hassas bir yardımcı gövde üzerinde geceleri
karaya çekilir, mürettebat ve kentin hür vatandaşlarından oluşturulan gönüllü
kürekçi grubu geceyi karada geçirir).
Peki
neden bu tedbirli gemicilerin teknesi limana iki kilometreden az bir uzaklıkta batmıştır? Yangın veya
korsanlık izine rastlanmaz. Batığın bulunduğu yerde Yassı Ada’daki gibi pek çok tekneye mezar olan türden yüzeyde
görünmeyen tehlikeli kayalıklar, akıntılar yoktur. Fakat Akdeniz’in bu kıyısı Kuzeyde
Anadolu’dan Toros Dağlarından esen ani rüzgarlara karşı korunmasızdır (ulan, ne
işler). Yaz sonu, sonbahar başlarında
aniden kopan bir fırtına limana yanaşma hazırlığı içindeki serenini (yelken
direğini) indirip, yelkenini toplamış bu ufak tekneyi gafil avlayarak alabora
etmiş olabilir (yelken donanımında kullanılan türden kurşun halkalar düzgün bir
şekilde burunda bulunur, son derece iyi korunmuş, omurga üzerindeki
seren yuvasında da serenin
kalıntılarına rastlanmamıştır, bu da
yelkenin kaldırılıp, toplanmış olduğunu gösterir). Beş ufak bronz para bulunmuş olmasına rağmen,
uzun bir ticaret sezonunun birikimimi olabilecek gümüş ve altın paralara, basit
günlük kap kacaktan başka kişisel herhangi bir eşyaya rastlanmaması da, fırtına
sonucu sahile çok yakında batmış tekneden mürettebatın – en azından- kişisel
eşyalarını ve hasılatı kurtarmış olabileceklerini gösterir. (Serçe Limanı’nda
batan, mamul ve hurda cam taşıyan İ.S.
11. yüzyıla ait, bir zamanlar Fatımi’lere ait olduğu düşünülmekle birlikte, artık Marmara, belki de Bulgaristan kıyılarında yola çıkmış Bizans ticaret gemisinde satranç takımından, silahlara kadar pek çok
kişisel eşya bulunmuştur mesela. Kimi zaman tekneden ancak canı kurtarmak
gerekebilir. Mal canın yongasıdır da, bir yere kadar…)
Bulunan
bronz paralar İskender’in ardıllarından “Tek göz” Antigonus
(Antigonus Monophtalmus) ile onu oğlu “Kuşatıcı” Demetrius (Demetrius Poliorcetes) [2]
dönemine; İ.Ö. 306
sonrasına, bademler de Karbon 14 analizi ile artı eksi 62 yıllık bir
sapma içinde İ.Ö 288’e
tarihleniyor. Teknenin kaplama tahtaları
da aynı saptama yöntemiyle artı eksi 44
yıl ile 389’da kesilmiş olmalı. Şöyle anlatayım: Tüm bu tarihler gemi batmadan
önce yaklaşık seksen yıl denizlerde
gezmiş demeye getiriyor! İki bin iki yüz yıl önce kötü dökülmüş madenlerden mamul keser,
testere ve keski ile şekillendirilip parçaları birbirine küçük tahta
takozlarla tutturulmuş bir araç için hiç te fena değil…
Rekonstrüksiyon | Mart 2013 İç Kaplama Tahtalarına ve Omurgaya Bitişmeyen Döşeklere Dikkat |
Gemiden,
daha doğrusu tekneden kalanlar bu gün Girne müzesinde özel bir salonda - camla
korunmuş ve klimatize- korunuyor. Hafifçe karanlık mekanda görecekleriniz; “Gemi” , “Gemi Batığı” deyince aklınıza
gelenlerden oldukça farklı muhtemelen. O yüzden, karmaşık bir formda
bitiştirilmiş şu siyah tahta parçalarının ne anlama geldiğini dilim döndüğü ve
aklım erdiğince anlatayım: Gemi sadece muhteşem bir işçilikle yapılmış son
derece karmaşık bir strüktür olmanın ötesinde
başka şeyler de ifade ediyor. İnsanlık tarihinde 2.400 yıl ara ile iki
kere inşa edilmiş ilk gemi! Onu bir araya getiren de, küçük bir kasabada
elektrikçilik yaparak yaşayıp giderken yetenek, bilgi ve heyecanı ile bu işi
başarabilen ilk insan olarak, “Gemi Rekonstrüksiyonu” denen bilimin temellerini
atan bir zamanların amatör gemi
modelcisi Richard J.(ohn) Steffy veya “Dick”Steffy [3].
Haziran
1972’den 9 Kasım 1973’e kadar, hemen hemen her parçayı kendisi birleştirerek
toplamda 5 tondan biraz fazla ağırlıkta ahşabı yaklaşık 7.500 paslanmaz çelik
tel saplama ile tutturarak 2.500 saat gibi bir sürede tekneyi tamamlıyor! “Tamamlandı”
demek gerçekte pek uygun değil. Aslında tekne ile ilgili yapısal sorunlar,
özellikle de,sualtında çok uzun süre geçirip yumuşayan ve üstündeki ağırlığın
da etkisiyle form değiştiren omurganın eğimi hayatının sonuna kadar kafasını
kurcalıyor. Yeniden yapılandırmaya (rekonstrüksiyon) ait yöntemler o kadar yeni,
eldeki bilgiler o kadar yetersiz ki adamcağızın her şeyi kendi icat etmesi,
matematik formüller geliştirmesi filan gerekiyor (lise son sınıfta matematikten
çakmış ve hocasının “matematikten hiç anlamıyor, aman ha mühendislikle ilgili
filan bir şey okutmayın” dediği bir öğrenci), nerdeeen nereye!
Tekneye geri dönelim:
İskele
(sol) tarafına 15 derecelik bir açı ile dibe
omurgası üzerine oturan teknenin yumuşak deniz tabanı ve
amforalar arasında kalan iskele
bölümü büyük oranda, bir süre sonra
yükün ağırlığı ile kırılıp düşmüş olan
sancak (sağ) tarafın da bir
bölümü de yine aynı şekilde
korunmuş. Sualtında yaklaşık 6,000 parça
bulundukları yerde önce dikkatle
kaydedilip, fotoğraflandıktan sonra çıkarılmış. Tam boy çizimleri yapılmış,
fotoğraflanmış ve korunmak üzere yıllarca polietilen glikol [4] eriyiğinde bekletilip ,
temizlendikten sonra tekrar birleştirilmiş. Yapımda genel olarak çam; daha
doğrusu “Halep Çamı”, Pinus halepensis [5]
kullanılmış.
Geminin
gövdesi bu gün görmeye ve algılamaya alışık olduğumuz biçimde, yani tekne
omurgasına sıkıca eklenmiş kaburgaların su içinde seyahate uygun bir forma kılavuzluk
ettiği, bu formun da kaburgalara (postalara) [6] tutturulan kaplama tahtaları ile ortaya çıktığı “klasik” yapım tekniği ile yapılmamış. Omurga,
kaburga ve kaplama tahtalarının birbirlerine sıkıca kenetlenişleri, güçlüden,
(omurga) ince ve güçsüz olana (kaplama tahtaları) bir bütün olarak çalışıyor oluşuyla oldukça
rasyonel bir strüktür kurgusu
oluşturuyor değil mi? E, yanlış ta değil. Ama yirmi üç yüzyıl önce pek
de öyle düşünmemişler işte. Teknenin formunu kaplama tahtaları versin;
kaburgaları da omurgaya filan birleştirmeden, gövdeyi dış etkilere,
içe doğru çökmelere filan koruyan bir yapı olarak düşünelim
demişler! Söylemesi yapmasından çok daha
zor ve dışarıdan içeri doğru inşa edilen,
önce kabuğun üretildiği yönteme “shellfirst” deniyor.Yöntem o kadar
karmaşık ve anlamsız görünüyor ki, batık bulunup, detaylı olarak incelendikten sonra bile, uzun
süre bilim dünyasında şüphe ile karşılanmış.Geminin yapısını anlayabilmek ve
formuna ilişkin teorileri kanıtlayabilmek için Mr. Steffy 17 adet model yapmak
zorunda kalmış.
Teknenin ortalarından (yukarıdaki resimlerde beyaz okların başlangıcı hizasından) kesit. |
Yaklaşık
yirmi santim kalınlığındaki kaplama tahtaları, birbirlerine dar yüzlerine
açılan yüzlerce oyuğun (lamba/mortise)
içine sert, yassı tahta parçaları
[7] (zıvana/tenon) ile yaklaşık 12
santim aralıkla birleştiriliyor. Omurga ile birleşmeyen kaburgalar da
kaplamalara bakır çivilerle. Bu kaburgaların
tümünün, teknenin formunu oluşturan biçimlere uygun doğal eğimde ağaçlar kullanılarak yapılmış olması inanılır gibi
değil ama gerçek. Biçimlendirmek ve onu
istenilen biçimde tutabilmek öyle basit bir şey değil tahmin edeceğiniz gibi.
Kaplamalar üzerine baştan kıça, tekne boyunca devam eden kuşak tahtaları ile
açılmanın önüne geçilmiş ama, en iyisi de olsa, ahşap nihayetinde. Çalışacak
burkulacak, nemden açılacak, kapanacak. Türlü rezillik yani… Bu yüzden
kaburgalar oturtulana dek gövdeyi dıştan sıkıp,
onu karpuz gibi yarılmaktan koruyacak bin bir türlü kalıp, takoz koymak
gerekli. Bugün 1970’lerde yapılmış
maketlerden bir tanesi, kalenin depolarında unutulup, yakın zamanda tekrar
keşfedilerek [8] sergilenen 1/5 ölçekli maket de aslı ile aynı sorunları
paylaşıyor.
1/5 Ölçekli Model | Mart 2013 Ayrılmış Kaplama Tahtalarına Dikkat. |
Tüm bu
takozlar, dıştan sıkma tertibatı, kesilen binlerce zıvana (yaklaşık %60’ı
korunmuş gövde üzerinden 3.351 adet adet zıvana oyuğu sayılmış) ve kullanmaya en uygun doğal formu bulabilmek için soyulan,
kesilip biçilen, işlenen sonra da uymadığı için çoğu atılan ağaçlar ile çok
ekonomik ve kolay bir iş değil. Buna rağmen, kaba marangozluğun ötesinde,
mobilya yapımı türünden incelik ve hassaslık gerektiren yöntem Homerik çağlardan başlayarak, Bizans
dönemine kadar çok uzun süre uygulanmış [9] . Örneğin M.S. 7. Yüzyıl Yassıada Batığı su kesimine kadar bu yöntemle, üst bölümü ise
diğer şekilde inşa edilerek kompozit bir
yapı kullanılmış [10]. Tekneler genellikle su kesimlerine kadar ziftli
kumaşlar üzerine de büyük başlı bakır
çivilerle tutturulmuş kurşun levhalarla kaplanıyor. Bu sayede hem sızdırmazlık
garantileniyor, hem de gövdeye zarar verebilecek canlılara karşı koruma
sağlanıyordu.
Rekonstrüksiyonu
büyük ölçüde tamamlanmış, ufak tefek kozmetik düzeltmeler bekleyen batık Kıbrıs’taki
1974 olayları sırasındaki hengamede önemli bir zarar görmüyor ve Türk
yetkililer çıkartmadan yaklaşık on gün sonra teknenin kontrolüne izin veriyorlar. Adadan daha önce
ayrılmış olan Mr Steffy bir daha dönemiyor. Batık artık Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinde bulunuyor olsa da, Kıbrısın kültürel mirası içindeki varlığı çok
büyük. Öyle ki, Rum tarafında kullanılan
10, 20 ve 50
sentlik Euro’ların üzerinde, adanın
bir ticaret ve denizcilik merkezi olarak antik çağlardan günümüze önemini vurgulayan
Girne Batığı’nın resmi bulunuyor.
Hikaye
ile ilgili son bir söz daha: 1982’de teknenin aynı inşa tekniği ile yüzer
bir replikası yapılıyor. Yirmi üç yüzyıl önceki aletlerle, bakır çiviler, elde
yapılan zıvanalar kullanılıp, üç yılda tamamlanarak 1985’de denize indiriliyor. Girne limana
giremese de Kyrenia II Ege’de yelken
açıyor, Hürriyet Heykelinin 100 yıl kutlamalarında New York Limanına giriyor,
Avustralya ve Japonya’yı ziyaret ediyor!
Yaklaşık
on yıllık iyi niyet elçiliği sonunda Güney Kıbrıs Larnaka yakınlarındaki Ayia
Napa’daki Thalassa Deniz Müzesi’ne hediye edilen Kyrenia II bu gün Müze
koleksiyonunu en önemli parçası olarak sergileniyor. Replikayı görmek pek mümkün değilse de, Girne kalesine bi uğrayıp insan evladının yirmi üç yüzyıl önce yarattığı şu muhteşem şeyin aslını esasını görmekte yoğun yarar var.
Kıbrıs'ı ziyaret eden;
Beyaz naylon eşofmanlı kumarhane teyzeleri,
Beyaz naylon eşofmanlı kumarhane teyzeleri,
Rugan
ayakkabılı abiler,
Ve, bavuluma
ne kadar ucuz içki koyabilirim hesabındaki herkes:
Bu yazı
sizler için.
BvP.
Temmuz - Ekim 2013
Temmuz - Ekim 2013
Batığın
in situ fotoğrafı ve çizimler AJA 89’dan,
çizimlere ekler ve diğer fotoğraflar BvP.
………….
[1]
Pulak - Towsend (1987) 41-42.
Batıkta bulunan az miktardaki değirmen gemi kullanımı için olabilir.
Dipnot 60. Benzeri malzeme bulunmuş kazı alanları için bkz. dipnot 55.
[2] Epey pis ve gözü pek bir herif haa. Macerası Çok.
Bir tanesi; İskender’in ölümünden
sonraki didişmede, Mısır’ı ele geçiren
İskender’in eski generali, sağ
kolu ve “yakın koruması” I. Ptolemy’nin
donanmasının defterini Kıbrıs,
Salamis’de dürüşü (Bu Salamis’i İ.Ö. 480’de
Atina, Salamis Körfezinde Atinalıların Persleri yendiği yapılan deniz savaşı ile karıştırmayalım).
“İ.Ö.
307’de Ptolemaios’a karşı kendisi ile birlikte savaşmaları için, Antigonus
Rodoslulara çağrı yaptı. Ne var ki, Mısır ile yolunda giden karlı bir ticaret
ilişkisinden hoşnut olan Rodoslular, bu çağrıyı reddettiler. Bunun sonucunda,
Antigonus’un “Kuşatıcı” olarak tanınan oğlu Demetrius’un üstlendiği İ.Ö.
305’deki ünlü Rodos kuşatması gerçekleşti. Bu kuşatma, özgür
kentin monarşi tiranlığı karşısındaki başarısı olarak,Davud’un Golyat karşısındaki başarısı gibi ünlendi. Demetrius,
40,000 asker, 30,000 işçi, 200 savaş ve 170 nakliye gemisi ile gelmişti.
Kuşatma makinaları, Helepolis (Kentler Alıcı denilen, mancınık ve sapanlarla
dolu koca bir zırhlı kuleyi içeriyordu. Ne varki, Kuşatıcı bu kez kendinden
beterine çatmıştı. En son ve en gelişmiş araçları kullanmasına karşın, bir
yılın sonunda kuşatmayı kaldırmaya mecbur oldu. Antigonus, Rodoslular
başlangıçta ne istedilerse, onlarla anlaşma yapmasını buyurdu oğluna: Özgür ve
Mısırlı Ptolemaios dışında herkese karşı Antigonus’un müttefiki olmaktı
Rodosluların isteği. Demetrius Rodos Halkını yiğitliğinden öyle etkilenmişti ki
(kuşatma sırasında köleler bile surlarda hizmet vermişti), bütün kuşatma
makinalarını ardında bıraktı. Rodoslular bu araçları satarak elde ettikleri
büyük miktarda parayı, koruyucu tanrıları olan Helios’un bronzdan dev bir
heykelini yaptırıp dikmek için harcadılar. Clayton, Price (2000)
[3] Steffy. L. (2012) 2.
Gazete yazarı olan küçük oğlu Loren C. Steffy
tarafından yazılmış güzel kitapta tüm macera hoş bir dille – ama bilimsel
çizgiden de sapmayarak – anlatılıyor. Oğul Steffy babasının arşivinden, çoğu
halen hayatta bulunan babasının çalışma arkadaşlarından, öğrencilerinden oluşan
geniş bir grup ile yaptığı görüşmelerden
yararlanmış. Kendisi de 1972-73 arasında
Girne’de geçirdiği bir yılda bu çalışmalara tanık oluyor.
Mr Steffy’i 1984 veya 1986’da tanıdım.
Rekonstrüksiyonu süren 11. Yüzyıl Cam Batığı için kısa aralıklarla Bodrum’a gelir,
projeyi yürüten eski öğrencisi Shelia Matthews
ile çalışırdı. "Corç Bey”, George Bass, “Fred Bey” Fred van Doorninck’ten sonra
sualtı arkeolojisi Olimpos'unun tanrılarından biriydi. Diğer ikisinin aksine,
akademik kimliği olmayan (daha doğrusu üniversite diploması bile olmayan) bu
dahi adamcağız akademik jargonun standart hitap biçimleri ile adres edilmekten,“doktor”
veya “profesör” Steffy denmesinden rahatsız olur, diğer tanrıların aksine ilk
adı ile hitap edilmez, “bey” de denmez,
ortada yokken bile kendisinden “Mr Steffy” olarak bahsedilirdi. Çok
bilgili, çok mütevaziydi. Aklımda sürekli sigara içen, sessiz, nazik, mesafeli ve
kumaş pantolonlarla dolaşan, saygı – ama çok saygı - uyandıran, ününden sıkılan eski tip bir beyefendi
olarak kalmış. 2007’de hayatını kaybetti.
[4] Çook uzun süre su altında kalmış ahşap gözeneklerini doldurmuş (esasında, organik her nesnenin hücreleri) su
sayesinde belli bir dirence sahiptir.
Ahşaplar su yüzüne çıkarıldıkları zaman
bu su buharlaşıp gözeneklerin iç direncinin azalmasına, böylece ahşabın
içe doğru çökmesine, parçalanmasına sebep olur (su altından çıkarılacak ahşap
parçaların çıkarılmasında en kritik an maalesef sudan çıkarılıştır. Kendi
ağırlığı yüzünden kırılmasın diye bin bir türlü önlem almak, ahşap kasalar
yapmak, bu kasalarda taşımak, etraflarını beslemek gerekiyor). Bu yöntem
basitçe, suyun yerine ahşabın gözeneklerinin içini, ona direnç ve sağlamlık kazandıracak başka
bir madde ile doldurmaya dayanıyor. Polietilen glikol 4000 (PEG) sıcak suda kolayca eriyen, muma benzer bir polimer. Vücut ısısında bile kolayca
eridiği için kıça fitil filan da yapılır! Korunacak ahşap ısı kontrollü kazanlar içindeki su – peg eriyiğinde uzun süre, gözeneklere iyice nüfuz edip
direnç kazandıktan sonra çıkartılıyor ve yüzeyi
- çok uzun ve dikkat gerektiren bir süreçle- temizleniyor. Bodrum
Müzesinde Sergilenen 11. Yüzyıl Cam
batığının girintili çıkıntılı, tahta kurdu (teredo navalis) yeniği delik deşik
ahşapların on binlerce kulak pamuğu ve
sabır ile temizlendiğini hatırlıyorum. Boru değil bu işler. Eriyiğe daldırma
işinde önce tuz ve kum vb, diğer yabancı maddelerden iyice temizlenmesi için
aylarca – bazen yıllarca - tatlı su
havuzlarında bekletme işini de unutmamalı tabii. Sualtı Arkeolojisinde ilk kez kullanılan
çoğu yöntem gibi bu da, Girne Batığına ait çalışmalar sırasında uygulanıyor. Steffy L. kitabında yöntemi geliştirenin proje konservatörü Frances Talbot olarak
olduğunu söylüyor.
[5] Rougé (1981) Çam ağacı
ahşabı gemi yapımında kullanılan o kadar yaygın bir malzeme ki, “Pinus” Latin şairleri için gemi ile
aynı anlamı taşıyor. Horace,
Epode 16.57; “non huc Argoo contendit
remigepinus” Virgil , Aeneid 10.206.
[6] Pulak (1984) Sualtı arkeolojisinde kullanılan İngilizce terminoloji yerine tekne
mimarisinin temel öğelerini, Türkçelerini ve gemici dilindeki
karşılıklarını kullanan ilk
çalışma sanırım bu ve bir önceki
yıl sunulan aynı konuya (16. yüzyıl Osmanlı Batığı)
ait bildiriydi. Kendisi de aynı
görüştedir (Ağustos 2013).
[7] Steffy (1985) 84.
[8] Bu bilgi için Dr. Pulak’a teşekkür ederim.
[9] Casson, 203.
[10] Bass F.
George, van Doorninck jr. H.
Frederick. 1982. Yassı Ada, Volume I, A Seventh-Century Byzantine
Shipwreck. Texas A&M University Press.
…………………
Bass, F. George (ed). 1974. A
History of Seafaring Based on Underwater Archaeology. Walker and Company.
________
. 1975. Archaelogy Beneath The Sea, A Personal Account by George F. Bass.
Walker and Company.
Bass F. George, van Doorninck jr. H. Frederick. 1982. Yassı
Ada, Volume I, A Seventh-Century
Byzantine Shipwreck. Texas A&M University Press.
Casson, Lionel.
1986. Ships and Seamanship in The Ancient
World.
Steffy, J.
Richard. 1985. The Kyrenia Ship: An
Interim Report on its Hull Construction.
AJA 89, 71-101.
Steffy, Lauren
C. 2012. The Man WhoThought Like A Ship. Texas A&M University Press.
Rougé, Jean. 1981. (trans)
Frazer F.,Ships and Fleets of the Ancient
Mediterranean. Wesleyan University Press.
Pulak, Cemal. 1984.
Yassıada Sualtı Kazısı – 1983
Sezonu. VI. Kazı Sonuçları Toplantısı,
469-491.
Pulak, Cemal. Townsend,
Rhys F., 1987. The Hellenistic Wreck at Serçe
Limanı, Turkey: Preliminary Report.
AJA 91, 31-57.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder