Meraklının harita metot defterinin ilginç, dikkate değer yapılar bölümü hep “karşının” adresleri ile doludur ya, Kadıköy’de yabana atılmayacak, ilginç yapılar yönünden geri kalmaz sanki
Haydarpaşa Garı ve
Silolar
Karaköy’den vapura binilip karşı
kıyıya biraz yaklaşıldığında ilk göze çarpan, şu kuzey Avrupa otellerini
andırır Haydarpaşa Garı ile silolardan ve limandan başlayayım: Her görüşümde
“Weser Baroğu” demek gelir içimden ama sanki
o da değildir. "Bavyera 'dan sevgilerle".
Sirkeci Garı ne kadar “Doğu”yu yansıtıyorsa,
Haydarpaşa’ya yapılan da o kadar yansıtır. Ama hiç olmazsa mimarları Bay Otto
Ritter ve Bay Hellmuth Cuno parodisiz filan düpedüz, ne biliyorlarsa, ne
gördülerse onu yapmışlardır. Zavallının son otuz kırk yılının
pek parlak geçtiği söylenemez. Galiba talihsizliği yetmişlerde “Haydarpaşa’nınGelini olarak” itelenmeye çalışılan bir “hamfendi” ye zemin, fotoğraflarına
arka plan olarak kullanılması ile başladı . Christine Haydar’ı hatırlayanınız
var mı? Bizim şu Haydar Paşa ile o karının kavat kılıklı kocası arasında en
ufak bir korelasyon yok elbette. Söz konusu zat Kanuni’nin komutanlarından
Gelendost’lu Haydar Paşa… Önceleri süvari talimgahı olarak kullanıldığı
söylenen alana yaptırdığı köşk nedeniyle etraf Haydarpaşa’nın Bahçesi olarak anılmaya başlamış. Sonraları Selimiye
Kışlasının yapımı sırasında III. Selim’in dikkatini çeken Haydar Paşa isimli
başka bir vezir nedeniyle bizim padişah bölgeye resmen Haydarpaşa Çayırı adını vermiş. Atalarımız çayırı çimeni
sevdiğinden olsa gerek düğünler, panayırlar ve tabii başta güreş olmak üzere
çeşitli spor etkinlikleri tertib olunurmuş. Mesela Abülmecit’in oğulları V.
Murad ve II. Abdülhamit’in sünnet düğünleri, Abdülmecit’in kız kardeşi Adile
Sultan’ın 1845’deki yedi gün yedi gece süren “mutantan” düğünü de burada
yapılır. Düğündeki en ilginç maymunluk o sıralar İstanbul’da bulunan Comasgi
isimli İtalyan baloncu zatın yapacağı uçuş gösterisidir. Comasgi İstanbul’da
iki uçuş daha yapmış hatta birinde yine mezkur çayırdan havalanıp Yalova’nın
bir köyüne iner. gökten inen kefere karşısında şallak mallak olmuş köylülere
elindeki fermanı göstererek kendini gerisin geriye Payitaht’a atar. Ez cümle,
uçuşlarının pek kontrollü olduğunu söylemek mümkün değildir. Fakat bu son
uçuşta baloncunun talihi önceki kadar yaver gitmeyecek, ipleri çözüp
havalandıktan ve İstanbul semalarında bir saat kadar da gözlendikten sonra
gözden kaybolacak ve bir daha şu saate dek kendisinden haber alınamayacaktır !
Bu hoş hikayeyi Bay S. Vural 5 Şubat 1952 tarihli Milliyet gazetesindeki “Her
Gün Tarihten Meraklı Bir Vak’a” adlı köşede yazmış. Kaynak olarak dönemin
gazetelerini, özellikle de Ceride-i Havadis’i gösteriyorsa da, Comasgi adlı bir
baloncu hiç duymadım. S. Beyin yazıda bolca “artistik lisans” kullandığı
seziliyor ama, olmayacak şey de değil… [1]
Wilhelm II |
Uzatmayalım; Bu işler olur,
mallar şakır şakır demiryolu üzerinden civara akarken bir de liman yapımı
gerekir. Gel gör ki, istasyonun önündeki kıyı lodosa fazlasıyla açıktır. “Bir de dalgakıran yapalım n’olacaksa”
denir ve istasyonun hemen önüne 1899’da 595 metre uzunluğundaki ilk dalgakıran yapılır.
Liman için de çalışmalara başlanır. Temel atma töreni için uygun görülen 1
Eylül 1900 günü tesadüfe bakın ki, II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. Yılına
denk gelmektedir. Bu kutlu olayı belgelemek üzere dalgakıranın ortasına Mimar
Vallaury tasarımı ? [2]
bir hatıra sütunu dikilir ve kitabe yazılır.
Tüm çabalara rağmen tören
planlanan günde yapılamaz, 17 Kasım 1902’de gerçekleşir. Tesadüf eseri bu tarih
de aynı zatın doğum günüdür. Üzerindeki yekpare mermere oyulmuş günün anlam ve
ehemmiyetini nakleden altın yaldızlı kitabe bugün yerinde değil maalesef. Belki
ona da bir “düzenleme” yapacaklar kim bilir?
Garın Önündeki Dalgakıranın Hatıra Sütunu 1900 | 2012 |
Kitabede ne yazdığını çok merak
edip geceleri ter içinde haykırarak
uyanmayın, sıkıntıdan kurdeşen olmayın diye :
Revnak Efzayı Sediri
Şevket
Masiri Osmani
Essultan İbni
Sultan Elgazi
Abdülhamid Han
Sani Hazretlerinin
Yirmi
Beşinci Sene-i Devriye-i
Cülusı
Hümayunlarının
Hatıra-i Fahiresi
Olmak Üzere Anadolu
Demiryolu
Şirketi Osmaniyesi
Tarafından
İşbu Amud Teyemmünen
Rekz Olunmuştur
1318 [3]
Rivayete göre - 1903’de Liman Tesisleri
bitirildikten sonra, II. Abdülhamit tüm bu yapılanları yeterince gösterişli
bulmamış ve “Bunca kilometre demiryolu
yaptım, memlekete, çelik yayların bir ucu Haydarpaşa’da. Bana o rayların denize
kavutluğu yere öyle bir bina yapın ki, ümmetim baktığında ‘buradan bindin mi,
hiç inmeden Mekke’ye kadar gidilir’ desin” demişti. Bu söz üzerine şimdiki
gar binasının yapına başlanmış ve 19 Ağustos 1908’de de bitirilmiştir.
Deniyorsa da, - öğlen yemeklerinde çılbır
yemeyi seven, devletin parasını harcarken ardıllarında rastlanmayan bir sorumluluğa
sahip bu mütevazi ve akıllı adamın yaşayışına,
fermanlarına bakıldığında, emredeceği en son şeyin ota boka gereksiz para
harcanması olacağı kesin. Kısa sürede genişleyen demiryolu ve liman
tesislerinin getirdiği yönetsel büyümenin ihtiyacı büro alanlarını
karşılayabilmek için daha büyük bir yapı düşünülmüş ve uygulamış-tı muhtemelen.
U biçimindeki kocaman binanın kollarından uzun olanı Kadıköy’e bakar, yolcu
trafiği için düşünülmüştür. Kısa kol ise
yük taşımacığı ile ilgilidir. Bugün bile aynı işlevin, çok yakın zamana kadar
sürdürülmüş olduğu bellidir. Gümrüğe doğru genişleyen alan silolar, enerji
tesisleri, bakım bölümleri ile doludur.
Yapıların bir kısmını bugün
denizden görmek mümkün. En dikkati çeken ise, Garın solundaki ilk silolar. Dik
çatısı ve cephe özeni ile garla aynı dönemde (belki de aynı kişiler tarafından)
tasarlandığı anlaşılıyor. Fakat benim favorim bir parça feri kaçmış olsa da “T.M.O. Ofis Çiftçinin Kara Gün Dostudur” yazısı
halen okunabilen son silolar. A.H. BAU Düsseldorf ve İbrahim Yolal firmaları
tarafından 1954’de yapımına başlanan 34.000 tonluk bu silo ülkemizde kayar
kalıp tekniği ile üretilmiş ilk yapı. Aynı grup daha sonra İzmir/Alsancak Limanındaki bir parça ufak olanları da yapar.
"Ofis Çiftçinin Karagün Dostudur" - 1954 | 2013 |
Ne Güzel Bir Plastik Asma Tavan | 2013 |
Kitch Unutulmasın! 2013 |
2011 |
Haydarpaşa Vapur
İskelesi:
Haydarpaşa İskelesi | Mimar Vedat Tek | 1915 | 2013 |
Garın önündeki iskele binası gözü okşar, geçen yüzyılın sonunda yapılmış çini bezeli hoş bir yapı. Deniz cephesindekiler de pek güzel olmakla birlikte, Gara bakan taraftakiler, özellikle de köşelerdeki serviler beni benden alır. Bu çiniler Kütahyalı Mehmet Emin Usta [4] tarafından yapılıp, Kütahya’dan getirtilmiş. Beşiktaş iskelesi kadar büyücek ve detaylı
Gar Cephesinden Detay | 2013 |
Pencere Detayı | 2013 |
Onun, Mimar Kemalettin Bey’in,
Arif Hikmet (Koyunoğlu) Bey’in Yirmilerin sonlarına kadar sürdürdükleri;
malzemesini Türk-Osmanlı geçmişinin
öğelerinde arayan bu ulusal mimarlık arayışı “Mürteci Mimari” olarak
adlandırılıp, sonunda mücadeleyi “Kübik Mimari” 1930’da kazanınca iyice unutulur, adından söz
edilmez olur [5]. Lakin şimdilerde
bir “Milli Şahlanış” var, memleket idarecileri filan hep mimarlık fenninden
anlar, bilgili eşhas. Üstelik kamu yapıları, özellikle okullar “ecdad”ın yaptığı
gibi olsun isteniyor ya; adamcağızın işlerine biraz daha dikkatli bakılır, hem
ruhu şad olur hem de yapılanlar –
belki- bi boka benzer diyorum, ama…
Gar Cephesi | 2013 |
Devam edecek...
BvP
Fotoğraflar :, Doğal olarak, Wilhem'in dışındakiler BvP !
..................
[1] Aynı Hikayeden Adnan Giz’de
“Bir Zamanlar Kadıköy…” kitabında bahsediyor (Giz:1990,61)
[2] (Atılgan:2011, 27) Atılgan
başka hiçbir yerde rastlamadığım bu ilginç bilgiyi vermekle birlikte, “o yıllarda İstanbul’da bulunan ve oldukça
tutulan İtalyan Mimar” diyerek işin güvenilirliğini azaltıyor. Doğma büyüme
İstanbullu bir levanten olan Vallaury Paris’te geçirdiği öğrencilik yılları
dışında tüm yaşamını burada geçirmiş Osmanlı imparatorluğu vatandaşı idi! Bir
Kadir Topbaş, bir Mustafa Sarıgül kadar İstanbullu yani. Çok, ama pek çok
yapısı var.
[3] (İbid,27)
[4] (İbid, 40)
[5] O yıl Güzel Sanatlar
Akademisindeki Türk-Osmanlı Seçmeciliğini savunan atölyesi ile Avrupa-Latin
seçmeciliğini savunan Mongeri atölyeleri 1930’da kapatılır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder