Narmanlı Yurdu , İstiklal Caddesi Cephesi, Aralık 2012 |
Tünel'den Galatasaray'a doğru
yürürken, hemen başlarda caddenin genel mimari dokusundan oldukça ayrı, sert
duruşlu bir yapı hemen dikkat çeker. Kalın, iki kat yüksekliğindeki tuskan
kolonları,kesintisiz,sade frizini dengeleyen saçak çıkmaları ve ortadaki büyük,
iki kanatlı kapının açıldığı avlusu ile sanki başka bir yer için tasarlanmış
da, yanlışlıkla oraya kondurulmuşa benzeyen bu özgün kütlenin adı “Narmanlı
Yurdu”dur [1].
Cephesindeki
ölçülü bakımsızlığın onu daha da güzelleştirdiğini düşünürdüm hep. Bir yapı olarak
zihnimde yer ettiği ilk yıllardan beri böyleydi. Ama son yıllarda işin tadı kaçtı bir parça. Cephe çatlayan sıvalar veya başka yapı malzemesi gelen geçenin kafasına düşmesin diye ince bir ağla kaplı.
Avlu terk edildiğinden beri buradaki ağaçlar, otlar iyice büyüdü. Hele baharda parlak, güzel bir yeşilliği var. Gündüzleri oturup çay içen bekçisi ve yarı açık, üzerinde "girilmez" yazılı kapısının önünde onu seyreden turistlerle İstanbul'un orta yerinde bir tür ıssız ada karikatürü gibi.
Avludaki hiç iş yapmıyora
benzeyen içleri karanlık, yarı kapalı metruk dükkanlar dışarıda İstiklal Caddesinin
gürültüsüne, keşmekeşine inat dingin bir sessizlik yayar, insana kendini İstanbul’da
değil başka bir ülkenin eski kentlerinden birindeymiş gibi hissettirirdi. Kavisli
köşesinde şimdilerde turistik pılı pırtı satılan dükkanın yerinde ne vardı
hatırlamıyorum, ama kapının yanındaki dükkanda fotoğraf filmi ve makineleri satan dükkan, eczane ve içerideki noter sanki hep vardı. sonraları beni bu
görkemli yapının hep daha iyi günler geçirmiş
olduğuna inandıran, acıklı ve iş yapmamaya mahkum bir iki “Cafe-Kitapevi”
açıldı galiba [2].
Narmanlı Yurdu, Avlu, Mayıs 2013 |
Yapının mimarı veya kesin yapılış
tarihi, yapılış amacı bilinmiyor doğal olarak. Rus Konsolosluğu olarak
yapıldığı söyleniyorsa da, bu konuda kesin bir bilgi bulamadım. Hemen biraz
ötedeki Gaspar Fossati’ye yaptırılan
tasarımı Elçilik binası 1845’de açılana dek uzun yıllar Rusya
Konsolosluğu olarak kullanılmış.Buna göre yapılışı 1800’lerin başları olmalı. Mekanın
ve cephenin ele alınışı da, 19. Yüzyılın ortalarında itibaren Beyoğlunda çoğu yapıda rastlanan; batının engin parası,
birikimi ve zevkiyle iyi becerdiği, ama Rum kalfaların elinde malzeme ve
görgü- bilgi yetersizliği ile epey çoraklaşmış neoklasizmden farklı. Kendinden
sonra gelenlere kıyasla tutucu, bezemesiz ama daha özgün. Sevilen deyimle
“Postmodern”.Bunu belki biraz da kütlenin serbest cephesinin kavisli formuna borçlu. Orta avlunun çatlamış, yer yer otlar çıkmış beton zemininden malta
taşı döşemeler çıkacak gibiydi ve hep sanki buraya o kocaman kapıdan atlarla,
at arabaları ile girilir-miş gibi gelirdi. Neyse, Rus diplomatik misyonu elçiliğe taşınmışsa da;
çok uzun yıllar, taa 1933’e kadar bazı birimleri burayı kullanmaya devam etmiş [3].
Said Duhani "Başlangıçta bina bu kadar geride değildi ve caddenin büyük bir bölümünü işgal ediyordu. 1914'den sonra şimdiki hizasına gelindiğinde Rus Hükümeti binadan kurtulalı çok olmuştu" diyor. Üzerinde düşünülmeden birbiri ardınca tekrarlanan bu nakarat aslında önemli bir noktaya işaret ediyor: yapı 1914 sonrası ciddi bir değişiklik geçirmiş olmalı. Fakat önceki görünüme ait görsel bir kayıt yok doğal olarak. Şu "Rus Hapishanesiydi" geyiği için de yine Duhani'ye başvurabiliriz: Çar'ın bu eski sefaretinin tutukevi (kapütilasyonlar yabancı devlet temsilciliklerine özel mahkeme ve hapishaneye sahip olma hakkı tanımıştı) Sofyalı Sokağına bakardı. İstiklal Caddesine paralel olan Sofyalı Sokağı, Tünel'i Asmalımescit Sokağına bağlamaktadır" [4]. Yani, koskoca yapının tümü hapishane olarak kullanılmamış, arkada ufak bir bölümü bu işe tahsis edilmiş (Gerçekten, yapının Sofyalı Sokağa bakan cephesi tarafı dikkati çekecek kadar sağır).
Suat Nirven , 1950 |
Bin dokuz yüz otuz üç’de Narmanlı
kardeşler satın almış. Bin dokuz yüz otuz iki tarihli Pervititch haritasında Ex-Consulat De
Russie” olarak adlandırılan bina 1950 tarihli Suat Nirven haritasında “Narmanlı
Yurdu” olarak geçiyor. Kardeşlerimizin
burayı ressam, heykeltıraş taifesine kiraya verdikleri söyleniyor. Kiracıların
en ünlüsü Ahmet Hamdi Tanpınar. Onun
dairesini daha sonra Aliye Berger, Bedri
Rahmi Eyüboğlu atölye olarak kullanıyor [5]. Ama artık hepten unutulmuş, en az onlar kadar önemli başka bir kiracı daha var: Bu zat 1937'de Kenan Yontunç tarafında Türkiye'ye getirilen Fidzek Karoly. "Kim ulan bu Macar ?" değil mi ? Bin dokuzyüz otuzlar da Türkiye'de heykel yapmak kolaydı da, onu bronza dökmek pek öyle kimsenin götünün yiyeceği bir iş değildi... Zaten "Sinyor Kanonika" da Taksim'deki Atatürk Heykelinin bronz elemanlarını kendi ülkesinde modle edip, bronza döktürüp öyle getirmemiş miydi?
Halbuki "Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlıda top döken en ileri seviyede 532 büyük top döküm ustası vardır.Macar Urban işsiz kalmış, Osmanlı'ya baş vurmuş Osmanlı'da 532 top ustasının yanında bu kişiye iş vermiştir" [6]. Ama nedense 20. Yüzyıl başında bronz heykel dökmek için Macar elinden kefere getirtmek gerekir. Neyse; işinin ehli, meslek namusu sahibi bu adamcağız Narmanlı yurdunda bir dökümhane kurup temelli İstanbul'a yerleşir. Üç çırağı; Orhan Yurdagül, İzak Amon ve Hayrettin Kocaer. Üçü de iyi yetişirler ve Karoly sağ olduğu sürece (1956'da ölür) onun yetiştirdikleri ayrı dökümhane kurmaz....[7] Fidzek Karoly diye internette aratıldığında - isterseniz deneyin- hiç bir şey çıkmıyor. Şu "bilgi çağı" soytarılığının kalın unutkanlığı sıvaşmış oraya da.
Şimdilerde avluya açılan kapıları
zincirli, öylece duran, karşısındaki sıradan ve sıkıcı, kolalı gömlek gibi cephesiyle sırıtkan İsveç
Konsolosluğuna [8] – kötü bir niyeti
olmasa da tepeden bakan bu güzel yapının sonu bakalım ne olacak? “Dönüşüm” rüzgarları İnegöl köfteden yana mı,
ev yapımı nane yapraklı limonatadan yana mı esecek? [9]
BvP
Fotoğraf ve Harita taramaları: BvP
……………
[1] Otuzların modern - ulusalcı tutumu ile yeni sahiplerini böyle isimlendirmiş olmalı. "Yurt", hana kıyasla daha Türkçe ve modern, daha bir "avant-garde" geliyor-du herhalde kulağa. Ama daha sonraları bu ek tutmamış olmalı ki, kapının üzerindeki tabelada "Narmanlı Han" yazıyor. Muhtemelen lüks konuta dönüştürüldüğünde adı boktan bir şekilde "Narmanlı Residences" olarak değişecek.
[2] Doksanların bu türden mütevazi girişimleri yerini daha sonraları
Beyoğlu’nun “İlginç mekanları”nı yine acıklı ama çok para dökmeye hazır
ve hırslı, şık projelere bıraktı.
Yenilenen pasajların, yapıların içi bu defa
pahalı – ama çok rafine ve hiçbir yerde satılmayan- kadın giysileri, nane yapraklı, ev yapımı limonata, ev yapımı kek, enginar konservesi
(ama cam kavanozda), ev reçeli, zeytinyağı (ama soğuk sıkma) dükkanlarıyla
doldu. Zeminleri mozaik parke olur, tavanların volta döşemesi çıplak bırakılırsa
daha makbul, kimi şık, parlak kaada basılı “City Guide” larda tanıtılan bu dükkanların hevesli, amatör sahiplerinden bayrağı
şimdilerde büyük elektronik ıvır zıvır mağazaları, daha amelece ama ödenebilir ve yenebilir yiyecekler sunan yerler devralıyor.
Kentin merkezindeki eciş bücüş sahiplenme
savaşı bir sürü bazıları güzel, bazıları eh idare eder yapının ırzına geçti ve geçmeye
devam ediyor maalesef. Kentin soyluları prensesi kötü adamın elinde kurtarıp,
tam da onun yapmak üzere olduğu şeyi yapıyorlar. Vay arkadaş; ne prensesmiş, rahat bıraksanız
ya, az.
[3] Birimler “Intourist” ve “Neft Syndicat” mış. Bu bilgiyi, yapı
hakkında internette bulmaya alışık olmadığım kadar ciddi yazılmış,
sitesinde
buldum. On numaralı dip not (Dünden
Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 1994. Cilt 6 ) –muhtemelen - bu bilginin kaynağını gösteriyor. Ayrıca, şu atla
girilme hikayesini de doğruluyor.
[4] Dunahi Sait, N., Eski İnsanlar Eski Evler. 19. Yüzyıl Sonunda Beyoğlu'nun Sosyal Topoğrafyası. TTOK, 1984.
[5] Herkesin birbirinden kesip yapıştırdığı bilgileri tekrarlamak
istemiyorum. Ama sanırım şu küpür, yapının
bir dönem kullanıcılarını ilk elden anlatan:
2000’lerin başında yapıya yeni işlevler kazandırılacağının ortaya çıkması üzerine “Mor
salkımlar kesilecek”, “Kediler ne olacak?” çığlıkları ve kes yapıştır karman çormanlığını alt alta okumak, “Aklınızı akasyaların küçük çırpınışlarına bırakmak” için de, şurayı kullanabilirsiniz
[6] Bu muazzam bilginin kaynağı internet. İmla yanlışlarının düzeltip, bu alıntıyı okunabilecek hale getirdim tabii. Son derece karmaşık, antik çağdan beri kıskançlıkla sırları saklanan yüksek nitelikli kalıplama ve alaşımlı metal döküm işini bilen, öyle bir değil , iki değil , yüz bile değil; tam 532 , evet Beş - yüz - otuz - iki usta var Osmanlı'nın elinde 15. yüzyılda.
[7] Berk Nurullah, Gezer Hüzeyin, 50 Yılın Türk Resim ve Heykeli. 2. Baskı. İstanbul, 1973.
[6] Bu muazzam bilginin kaynağı internet. İmla yanlışlarının düzeltip, bu alıntıyı okunabilecek hale getirdim tabii. Son derece karmaşık, antik çağdan beri kıskançlıkla sırları saklanan yüksek nitelikli kalıplama ve alaşımlı metal döküm işini bilen, öyle bir değil , iki değil , yüz bile değil; tam 532 , evet Beş - yüz - otuz - iki usta var Osmanlı'nın elinde 15. yüzyılda.
[7] Berk Nurullah, Gezer Hüzeyin, 50 Yılın Türk Resim ve Heykeli. 2. Baskı. İstanbul, 1973.
[8] 1757’de yapılmış elçi evi 1818’de yanınca, 1870’de yapımına
başlanıp, bir yıl içinde bitirilen bu çok
sıradan yapının mimarı Avusturyalı Mimar D. Pulgher. Pulgher’in İstanbul’un Bizans yapılarına ve yapı
elemanlarına ait çizimleri görülmeye
değer. Hanlar da yapıyor. O kadar da boşta gezer değil yani...
[9]‘Aslında, “Residence”de olur vallahi…’Yazmıştım ki, internette basit
bir detaya iniş zaten böyle bir şeye uzun süredir heveslenildiğini ama,sayıları
çok fazla olan hisse sahiplerinin rant güreşinde yenişememeleri yüzünden hale
yola koyulamadığını gösterdi. Olsun,
yine de bir yer bulunur nane yapraklı limonata satıcı karılara.
1 yorum:
lisede aksamlari kapidaki bufeden biralar alinip bahcede icilirdi.
Yorum Gönder