dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dil |
Saat
tam 09:00’da dayandım Hong Kong'lunun kapısına.
Teşrifatçı bir yiğit içeri aldı
bizleri . “Elin gavuru çok güveniyor
buna. Oğlan zebun görünüyor amma,
baksana beline tabanca bağlamış; içerideki karıların namusu, para pul, varidat hep bundan soruluyor” diye düşündüm. Atını göremedim. Herhal seyisler alıp tımara veya suvarmaya götürmüştü.
Ayakçı
birahaneleri gibi dar uzun , karanlık sevimsiz bir yer burası. Anlaşılan
Ümraniye halkı alkeulun katresini ağzına sokmamakla; birahane talebi
olmadığından, bizim uzak Asya'lı müteşebbise şube olarak kakaladılar. Tabancalı'nın üstüne
iliştiği taburenin yanındaki makinenin
ön camına sabahın o saatinde bankadan ne muradımız olduğunu parmakladık, o da
bize üç haneli bir numara kustu. Tavşana niyet çektirmek gibi bir şey, pek hoş ha!
Numarayı
alıp, gidip boş bir yere seyirttim. Yanımda benimle birlikte bir bey
oturuyordu. Mühendis olduğunu öğrendiğim yaşlıca bu zatla, görüşeceğimiz
yetkiliyi beklerken havadan sudan hasbıhal ettik. Bana zevcesinin ve kendinin
yirmi küsur sene, toplam şu kadar paket filtreli cigara ve şu kadar adet kesme
şeker tüketmeyerek nasıl bir ev parası kadar tasarrufta bulunduklarını gururla nakletti.
Kötü dikilmiş kötü kumaştan takım elbisesi, ceketi ile aynı boy ve renk ucuz kabanı, yukarı doğru sert bir kavis çizerek yükselen
dilli mokasen ayakkabılarının kalın kauçuk altları ile bu bey gerçekten
de cigara içmeyip, kesme şeker tüketmeyerek yapılan görkemli tasarrufun
maddeleşmiş kanıtıydı! Dışarıya park ettiğim kocaman, gıcır gıcır otomobili, üzerimdeki bir parça eskimiş olmakla beraber halen güzel
görünen pahalı kaşmir kazağı ve gömlek cebimdeki gövdesi bilmemne ağacından
altın uçlu dolma kalemi düşündüm [1].
Hakkaten, belki ben de her gün içtiğim Küba purolarını iki günde bire
indirerek şu anda olduğumdan bambaşka bir yerde olabilirdim. Ama artık yaş
elliydi. Bu ve benzeri saçma sapan tasarruf tedbirlerinin bir boka
yaramadığını, para kazanmanın çoğunlukla
ancak ve uzun bir eğitim sonrası çok çalışmak ve kendini gerçekten adamak
sureti ile başarılı olunabilen karmaşık işlere boğazına kadar gömülmekle
mümkün olduğunu biliyordum (tabii, kaçakçılık, orospuluk, jigololuk, şarkıcılık,manken-fotomodellik,
futbolculuk gibi işler de vardı da, bende o zenaatler için gereken ne taşak,
ne de yetenek vardı).
Böyle
düşünüp dalga geçerken, yaremize merhem olacak ilgilinin ortalıkta olmadığını , vaktin de boşu boşuna
ilerlediğini fark ettim. Ben o pahalı kaşmir kazağı, bilmemne ağacı gövdeli altın uçlu dolma
kalemi çayıma kesme şeker atmayarak
değil; gün boyu hiçbir dakikayı boşa
geçirmeden eşek gibi çalışarak sahip
olduğum, ilerdeki kazak ve gömleklere de ancak bu yöntemle sahip olabileceğim
için durum epey canımı sıktı. Gönül bunaltısını gidip silahlı oğlana bildirdim.
“Taplantıdalar, birazdan gelirler” cevabı üzerine gerisin geri bizim tasarruf
sihirbazının yanına döndüm. Hakkaten arası çok geçmedi, üst kattan merdivenlere doğru bir nalın şakırtısı kapladı
ortalığı ki, çarşı hamamı mübarek. “Eh,
ehli İslam muhit ya hep buralar, helbet ticaret erbabı işe başlamadan abdest
alacak” diye akıldan geçiriyordum ki, meğer o ses bizle ilgilenecek bayanın iskarpin
şakırtısıymış [2] !
Hanım kardeşimizin masasına seyirtip işi bir an önce bitirme maksatlı, (işin veya toplantının her
neyse onun b.ku iyice çıkmaya başlamış saat dokuzu epi geçmeye durmuştu) tasarruf mühendisi zat ve ben bir ağızdan
“ipotek kaldırma yazısı için gelmiştik” diye mırıldandık. “Evet, ipotek
fekki yazısı vardı sizin di mi?” Şeklinde karşı cıvıldayış oldu. Tasarruf
mühendisi “fekk” ne demek diye sorunca, ona seviyeli bir şekilde açıkladım ne olduğunu: “Fekk; kurtarma, koparma demektir amma,
anatomide çene kemiği anlamında da kullanılır. Mesela ‘fekki-ala’ üst çene
demektir” dedim.
Türkçenin,
içinde pek az Türkçe barındırmasına rağmen Türkçenin “dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dil”
olduğuna hepimizin inancı tamdı. Anlaşılan devletimiz de aynı fikirdeydi, yurdumuzda artık pek konuşan kalmadığını da görüp [3]; her sene Kürre-i Arz’ın muhtelif yerlerinden Türkçe konuşabilenleri
yurdumuzda bir araya getirip muhtelif eğlenceler, müsabakalar tertib ediyordu. Bizler de televizyonda seyredip gururlanıyorduk.
Ama işte “bankamız adına tesis edilen
ipoteğin fekki”ne pek aklımız ermiyordu.
Sonra
aklıma Sigorta, örneğin nakliyat sigorta poliçelerindeki genel şartlar, kredi
kartı sözleşmelerindeki anlaşılmaz, küçücük boyutlarda sayfalarca yazılmış
garabet geldi.
Örneğin
“İğtinam, zaptü müsadere, hapsü tevkif, mümanaat veya alıkoyma ile bunların ve
bunlara matuf her türlü teşebbüslerin neticeleri, kezalik muhasematın veya harp
mahiyetinde harekatın (…) neticeleri
sigortanın dışındadır” Beyan ediyor. Unutmadan; Kaptan ve gemi adamlarının “Baratarya”sı
da sigorta dışında. Amman ha! Gemi
sigortası yaptıracakların bu hususu göz önünde bulundurmasında faide var.
Fakat ya gemi adamları baratarya ederlerse? Veyahutta hile ve hud'a, ihmal, ihiyatsızlıklarında ileri gelen, hamuleye ziya ve hasarlar sigortaya dahil midir ? |
Hukusal
metinlerin çetrefilliğinden yararlanıp kündeye getirir miyim refleksleri cehalet ve
salaklıkla aynı kapta karışınca ortaya böyle saçmalıklar çıkıyor işte. Ulan, iki
lafı bir araya getirmekten aciziz, "dahi" anlamına gelen “de” bizim için halen evrenin çözülememiş
bir sırrı, nerde kaldı “baratarya”! Nerde kaldı ipotek "fekki" ?
Ama
nasıl olsa Türkçe “dünyada en güzel, en
zengin ve en kolay olabilecek bir dil”, onun ve kesme şekerden yaptığımız
tasarrufun haklı gururu bize yeter.
Hadi daalın!
BvP
Plaza duvarında şakıyan Türki kardeş fotoğrafı BvP.
"Mutiny on the Bounty" 1935 filminden sahne, internetten.
………………..
[1] Sistem eleştirisinin alıştığı şekilde yapılmayışını götünden anlayıp, saçma sapan yorum yapabilecek, karşılığında galiz
küfürlerime maruz kalması muhtemel arkadaşları uyarayım önceden: Burada yetersiz gelir
ve donanımı ile hasbelkader toplumsal
gelir piramidinin altlarında yer alanlar aşağılanmıyor.
[2] Böyle yüksek topuklu
kadın iskarpinlerine sert zeminlerde çıkardıkları sesten dolayı “clackers” diyor Anglosakson milleti. Bunların “düzbeniayakkapları”
olarak adlandırılanları da olmakla beraber,
şu an konumuz o değil.
[3] Üniversitelerin Türk Dili
Bölümlerinde bile pek konuşulamadığını Sayın profesörün “dil bayramını kutlarken”
konulu yazısından anlıyoruz.
… “Cumhuriyetimizin
kuruluşunun 78. yılını kutlayacağımız bu yıl, ayrıca oCumhuriyeti bize armağan
eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ebediyenayrılışının da 63.
yılıdır. Kemal Atatürk, kurduğu Cumhuriyetin 15. yılınıgördükten 13 gün sonra
aramızdan ayrılmıştı. Cumhuriyetin ilânında doğanCumhurlar 78. yaşını kutlarken
Atatürk’ün ölüm günü doğanlar; Ogünler,Mustafalar, Kemaller, Mustafa Kemaller
de 63 yaşına girmiş bulunmaktadır. Üçkuşağı geride bırakan Cumhuriyetimiz daha
nice 78 yıllara bütün güzellikleriyleakıp gidecektir; buna olan inancımız tamdır.”
Metindeki imla yanlışlarının dijital
ortama taşınırken yapılan sıradan umursamazlıktan kaynaklandığını düşünsek bile – ki, o da bir üniversitenin "Türk Dili Bölüm Başkanlığı” adına epey acı verici – metin maalesef oldukça
amatör.
Metnin tamamı : http://www.aku.edu.tr/web/Sayfa.aspxID=57JQM25NDAU828332AQ101
2 yorum:
Son günlerde sigarayı biraz abartmışım da, ağır tiryaki kadınların kendinden ekolu, tıslayan kahkahalarından atarak her cümlede güldüm. Daimi üyesi olduğum avam kamarasına da hitap edecek bu tür haşlama/taşlama yazılarınızı büyük hayranlıkla okuyorum.
Üçüncü türden yakınlaşmalar, bankada, dolmuşta, kuaförde, ATM'nin önünde beklerken kurulan arkadaşlıklar gerçekten de ufuk açıyor, ve hatta insandaki yaşama ve üreme hevesini emip geçiyor, değil mi?
Estağfurullah hanfendicim, hadi kamare neyse de, avam, mavam nedemek? Size bi parça konken kahkahası attırtabildiysek ne mutlu müessesemize.
Şimm şöle bişey; Kamyon arkasına "gecelerin yargıcı" veya "son imparator" yazabildiğimiz, Çekmeköy Sağlık ocağının kapısına "labaratuvar", "duvarına "labratuar" yazmadığımız gün, AB ilerleme raporlarına gülüp geçeceğiz. eemenbaaş gülüşü değil ama...
Yorum Gönder