Emsallerine faiktir

Ocak 26, 2013

What the fekk!


dünyada en güzel, en zengin
ve en kolay olabilecek bir dil
Geçen gün Hong Kong ve Şangay Bankacılık Şirketinden aradılar. Nazik bir hamfendi  ne zamandır şubelerinde duran kaadı alma zamanının geldiğini, hatta bu zamanın epeydir  geçmiş olduğunu anlatarak,  ürkütücü bir “süresi geçerse merkezden yeniden istememiz gerekebilir” i de eklemeyi ihmal etmedi. Öyle ya; bundan kaç sene evvel  ev alalım, kafamız girsin diye  Ümraniye’ye dükkan açıp ona buna –sevabına tabii- borç veren   elin Hong Kong'lusundan aldığımız parayı her ay tıkır tıkır ödeyerek  borcumuzu  bir tamam ödemişiz, o da bize kıyak yapıp,  “Size verdiğim borçla aldığınız evi, ev almak için aldığınız borca karşılık rehin tutmaktan vazgeçiyorum” demiş.  Bunun kağıdını alacağım ki,  göğsümü gere gere tapuya gidip  durumu kayda geçirteyim.

Saat tam 09:00’da dayandım Hong Kong'lunun kapısına.  Teşrifatçı  bir yiğit içeri aldı bizleri . “Elin gavuru  çok güveniyor buna. Oğlan zebun görünüyor amma, baksana beline tabanca bağlamış; içerideki karıların namusu, para pul, varidat  hep bundan soruluyor” diye düşündüm. Atını göremedim.  Herhal seyisler alıp tımara veya suvarmaya götürmüştü.

Ayakçı birahaneleri gibi dar uzun , karanlık sevimsiz bir yer burası. Anlaşılan Ümraniye halkı alkeulun katresini ağzına sokmamakla; birahane talebi olmadığından, bizim uzak Asya'lı müteşebbise şube olarak kakaladılar. Tabancalı'nın üstüne iliştiği taburenin yanındaki  makinenin ön camına sabahın o saatinde bankadan ne muradımız olduğunu parmakladık, o da bize üç haneli bir numara kustu. Tavşana niyet çektirmek gibi bir şey,  pek hoş ha!

Numarayı alıp, gidip boş bir yere seyirttim. Yanımda benimle birlikte bir bey oturuyordu. Mühendis olduğunu öğrendiğim yaşlıca bu zatla, görüşeceğimiz yetkiliyi beklerken havadan sudan hasbıhal ettik. Bana zevcesinin ve kendinin yirmi küsur sene, toplam şu kadar paket filtreli cigara ve şu kadar adet kesme şeker tüketmeyerek nasıl bir ev parası kadar tasarrufta bulunduklarını gururla  nakletti.  Kötü dikilmiş kötü kumaştan takım elbisesi, ceketi ile aynı boy ve renk ucuz kabanı,   yukarı doğru sert bir kavis çizerek yükselen dilli  mokasen ayakkabılarının kalın kauçuk altları ile bu bey gerçekten de  cigara içmeyip,  kesme şeker tüketmeyerek yapılan görkemli tasarrufun maddeleşmiş kanıtıydı! Dışarıya park ettiğim kocaman, gıcır gıcır  otomobili, üzerimdeki  bir parça eskimiş olmakla beraber halen güzel görünen pahalı kaşmir kazağı ve gömlek cebimdeki gövdesi bilmemne ağacından altın uçlu dolma kalemi düşündüm [1]. Hakkaten, belki ben de her gün içtiğim Küba purolarını iki günde bire indirerek şu anda olduğumdan bambaşka bir yerde olabilirdim. Ama artık yaş elliydi. Bu ve benzeri saçma sapan tasarruf tedbirlerinin bir boka yaramadığını,  para kazanmanın çoğunlukla ancak ve uzun bir eğitim sonrası çok çalışmak ve kendini gerçekten adamak sureti ile   başarılı olunabilen karmaşık işlere boğazına kadar gömülmekle mümkün olduğunu biliyordum (tabii, kaçakçılık, orospuluk, jigololuk, şarkıcılık,manken-fotomodellik, futbolculuk gibi işler de vardı da, bende o zenaatler için gereken ne taşak, ne de yetenek vardı).

Böyle düşünüp dalga geçerken, yaremize merhem olacak ilgilinin  ortalıkta olmadığını , vaktin de boşu boşuna ilerlediğini fark ettim. Ben o pahalı kaşmir kazağı,  bilmemne ağacı gövdeli altın uçlu dolma kalemi  çayıma kesme şeker atmayarak değil;  gün boyu hiçbir dakikayı boşa geçirmeden eşek gibi çalışarak  sahip olduğum, ilerdeki kazak ve gömleklere de ancak bu yöntemle sahip olabileceğim için durum epey canımı sıktı. Gönül bunaltısını gidip silahlı oğlana bildirdim. “Taplantıdalar, birazdan gelirler” cevabı üzerine gerisin geri bizim tasarruf sihirbazının yanına döndüm. Hakkaten arası çok geçmedi,  üst kattan  merdivenlere doğru bir nalın şakırtısı kapladı ortalığı ki, çarşı hamamı  mübarek. “Eh, ehli İslam muhit ya hep buralar, helbet ticaret erbabı işe başlamadan abdest alacak” diye akıldan geçiriyordum ki, meğer o ses  bizle ilgilenecek bayanın iskarpin şakırtısıymış [2] !

Hanım kardeşimizin masasına seyirtip işi bir an önce bitirme maksatlı, (işin veya toplantının her neyse onun b.ku iyice çıkmaya başlamış saat dokuzu epi geçmeye durmuştu)  tasarruf mühendisi zat ve ben bir ağızdan “ipotek kaldırma yazısı için gelmiştik” diye  mırıldandık. “Evet, ipotek fekki yazısı vardı sizin di mi?” Şeklinde karşı cıvıldayış oldu. Tasarruf mühendisi “fekk” ne demek diye sorunca, ona seviyeli  bir şekilde açıkladım ne olduğunu: “Fekk; kurtarma, koparma demektir amma, anatomide çene kemiği anlamında da  kullanılır. Mesela ‘fekki-ala’ üst çene demektir” dedim.

Türkçenin, içinde pek az Türkçe barındırmasına rağmen Türkçenin “dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dil” olduğuna hepimizin inancı tamdı.  Anlaşılan devletimiz de  aynı fikirdeydi,  yurdumuzda artık pek konuşan kalmadığını da görüp [3]; her sene  Kürre-i Arz’ın muhtelif yerlerinden Türkçe konuşabilenleri yurdumuzda bir araya getirip muhtelif eğlenceler, müsabakalar  tertib ediyordu.  Bizler de televizyonda seyredip gururlanıyorduk.  Ama işte “bankamız adına tesis edilen ipoteğin fekki”ne   pek aklımız ermiyordu.

Sonra aklıma Sigorta, örneğin nakliyat sigorta poliçelerindeki genel şartlar, kredi kartı sözleşmelerindeki anlaşılmaz, küçücük boyutlarda sayfalarca yazılmış garabet geldi.

Örneğin “İğtinam, zaptü müsadere, hapsü tevkif, mümanaat veya alıkoyma ile bunların ve bunlara matuf her türlü teşebbüslerin neticeleri, kezalik muhasematın veya harp mahiyetinde harekatın (…) neticeleri  sigortanın dışındadır” Beyan ediyor.  Unutmadan; Kaptan ve gemi adamlarının “Baratarya”sı da  sigorta dışında. Amman ha!  Gemi sigortası yaptıracakların bu hususu göz önünde bulundurmasında faide var.

Fakat ya gemi adamları  baratarya ederlerse? Veyahutta hile ve
hud'a, ihmal, ihiyatsızlıklarında ileri gelen, hamuleye  ziya ve hasarlar
sigortaya dahil midir ?

Hukusal metinlerin çetrefilliğinden yararlanıp kündeye getirir miyim refleksleri cehalet ve salaklıkla aynı kapta karışınca ortaya böyle saçmalıklar çıkıyor işte. Ulan, iki lafı bir araya getirmekten aciziz, "dahi" anlamına gelen “de” bizim için halen evrenin çözülememiş bir sırrı, nerde kaldı “baratarya”! Nerde kaldı ipotek "fekki" ?

Ama nasıl olsa Türkçe “dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dil”, onun  ve kesme şekerden yaptığımız tasarrufun  haklı gururu bize yeter.


Hadi daalın!

BvP



Plaza duvarında şakıyan  Türki kardeş fotoğrafı BvP. 
"Mutiny on the Bounty" 1935 filminden sahne, internetten. 

………………..
[1] Sistem eleştirisinin alıştığı şekilde yapılmayışını götünden anlayıp, saçma sapan yorum yapabilecek, karşılığında galiz küfürlerime maruz kalması muhtemel arkadaşları uyarayım önceden: Burada yetersiz gelir ve donanımı ile hasbelkader  toplumsal gelir piramidinin altlarında yer alanlar  aşağılanmıyor.

[2] Böyle yüksek topuklu kadın iskarpinlerine sert zeminlerde çıkardıkları sesten dolayı “clackers” diyor Anglosakson milleti. Bunların “düzbeniayakkapları” olarak adlandırılanları da olmakla beraber,  şu an konumuz o değil. 

[3] Üniversitelerin Türk Dili Bölümlerinde  bile pek konuşulamadığını  Sayın profesörün “dil bayramını kutlarken” konulu yazısından anlıyoruz.

… “Cumhuriyetimizin kuruluşunun 78. yılını kutlayacağımız bu yıl, ayrıca oCumhuriyeti bize armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ebediyenayrılışının da 63. yılıdır. Kemal Atatürk, kurduğu Cumhuriyetin 15. yılınıgördükten 13 gün sonra aramızdan ayrılmıştı. Cumhuriyetin ilânında doğanCumhurlar 78. yaşını kutlarken Atatürk’ün ölüm günü doğanlar; Ogünler,Mustafalar, Kemaller, Mustafa Kemaller de 63 yaşına girmiş bulunmaktadır. Üçkuşağı geride bırakan Cumhuriyetimiz daha nice 78 yıllara bütün güzellikleriyleakıp gidecektir; buna olan inancımız tamdır.”

Metindeki imla yanlışlarının dijital ortama taşınırken yapılan sıradan umursamazlıktan kaynaklandığını  düşünsek  bile – ki, o da bir üniversitenin "Türk Dili Bölüm Başkanlığı” adına  epey acı verici – metin maalesef oldukça amatör.
Metnin tamamı : http://www.aku.edu.tr/web/Sayfa.aspxID=57JQM25NDAU828332AQ101

2 yorum:

Elmoş dedi ki...

Son günlerde sigarayı biraz abartmışım da, ağır tiryaki kadınların kendinden ekolu, tıslayan kahkahalarından atarak her cümlede güldüm. Daimi üyesi olduğum avam kamarasına da hitap edecek bu tür haşlama/taşlama yazılarınızı büyük hayranlıkla okuyorum.

Üçüncü türden yakınlaşmalar, bankada, dolmuşta, kuaförde, ATM'nin önünde beklerken kurulan arkadaşlıklar gerçekten de ufuk açıyor, ve hatta insandaki yaşama ve üreme hevesini emip geçiyor, değil mi?

Baronvonplastik dedi ki...

Estağfurullah hanfendicim, hadi kamare neyse de, avam, mavam nedemek? Size bi parça konken kahkahası attırtabildiysek ne mutlu müessesemize.

Şimm şöle bişey; Kamyon arkasına "gecelerin yargıcı" veya "son imparator" yazabildiğimiz, Çekmeköy Sağlık ocağının kapısına "labaratuvar", "duvarına "labratuar" yazmadığımız gün, AB ilerleme raporlarına gülüp geçeceğiz. eemenbaaş gülüşü değil ama...