Cüce Denizaltılar, İnsanlı Torpidolar, Torpido İnsanlar ve Seehund yazısında cihazdan kısaca bahsetmiştim. Gerçekten çok ilginç ve fakat çok ürkütücü bu araç sanırım üzerinde durmayı daha fazla hak ediyor.
İkinci Dünya Savaşı sonlarına doğru ciddi “sıkıntı” içindeki Alman Donanması denize düşen yılana
sarılır misali 1943 sonlarında İngiliz tasarımı bir Welman cep denizaltısı
ele geçirince pek sevinir. Eh, Welman’ın
da pek sağlam ayakkabı olmadığı, en nazik tabirle, bir boka yaramadığı bellidir
ama Üç numaralı Rayh için günler sayılı, seçenekler kısıtlıdır. Zaten donanma da benzer bir şey geliştirmeye
çalışmaktadır. Dikkate incelenen İngiliz
mucizesi –nedense- Alman Mühendislerini
derinden etkiler. Şubat 1944’de benzer
bir cihazın tasarımı bitmiş, üretim için görüşmeler başlamıştır bile. Prototip üretimin testleri… Eh, çok ta kötü
değildir. İlk olarak 24 adet sipariş verilir ve 1944 sonuna kadar bu garip makineden 324 tane üretilir [1].
Daha
tasarım aşamasında böylesi küçük bir cihazda benzin motoru kullanmanın açacağı
sorunlar hakkında aklı erenler kıçını yırtmıştır ya, gel gör ki tasarımın
sorumlu kişisi nuh deyip peygamber dememektedir. Denizaltı için Alman Ordusunun standart
kamyonu Opel-Blitz’de de kullanılan 3.6
litrelik benzin motoru seçilir. Bu şeyden bol miktarda bulmak mümkündür, ucuzdur ve ek olarak çalışırken oldukça
sessizdir. Bununla birlikte, sağlıklı
bütün benzinli motorlar gibi, çalışırken bolca karbon monoksit üretir! Çok ufak
teknede kullanıcı ve motoru birbirinden ayırabilecek imkan yoktur, birlikte
seyahat ederler. Bu ciddi, ölümcül
defo için üretilen çözümler kapaklar kapalı halde 45 dakikadan fazla motor
çalıştırılmaması tavsiyesi ve gemicilere
dağıtılan 20 saat boyunca kullanılabilecek depoları ile ilkel solunum cihazlarıdır.
Baş ve kıçtaki birer dalış tankından başka, tekneyi dengede tutabilecek, kontrollü dalışa yardımcı “trim tank”ların olmayışı da başka bir tasarım rezilliğidir. Yani kontrol karakteristikleri yüzeyde iyi sayılabilecek tekneyi dalışa geçtiği zaman tutabilmek imkansızdır, tam deyim yerindeyse “başı kıçı oynar”. Bu oynaklığın bir bölümünü de depolarda oradan oraya serbestçe hareket eden yakıta ve sabit balast tankındaki sıvılara borçludur. Burnu bir parça aşağıya verip dalışa geçtiğinizde hooop, kırk derece ile aşağıya iniyorsunuz, “hadi biraz kıçtan yükseleyim, n’olacaksa” dediniz … Hey maşallah, yukarı şahlanıyor mübarek! Yani rezillik diz boyu.
Baş ve kıçtaki birer dalış tankından başka, tekneyi dengede tutabilecek, kontrollü dalışa yardımcı “trim tank”ların olmayışı da başka bir tasarım rezilliğidir. Yani kontrol karakteristikleri yüzeyde iyi sayılabilecek tekneyi dalışa geçtiği zaman tutabilmek imkansızdır, tam deyim yerindeyse “başı kıçı oynar”. Bu oynaklığın bir bölümünü de depolarda oradan oraya serbestçe hareket eden yakıta ve sabit balast tankındaki sıvılara borçludur. Burnu bir parça aşağıya verip dalışa geçtiğinizde hooop, kırk derece ile aşağıya iniyorsunuz, “hadi biraz kıçtan yükseleyim, n’olacaksa” dediniz … Hey maşallah, yukarı şahlanıyor mübarek! Yani rezillik diz boyu.
Unutmadan;
bu manevraları kafanızı 60 santim
genişliğindeki kumanda kulesinin içinde, daracık bez iskemlede oturarak ve ense
kökünüzde bir kamyon motoru çalışırken yapmalısınız. Etrafınızdan sürekli bir şeyler sızdırarak
geçen boru ve kabloları, Kuzey denizi ile aranızdaki üç milimetre kalınlığında, birbirine kötü bir
kaynakla tutturulmuş gövdeyi fazla kafaya takmayın. Açlığınızı bastırmak
için de yiyebileceğiniz tek şey, asıl amacı sizi yorgunluğa karşı uyarmak olan bolca
kafein ve kola katılmış çikolata parçaları olsun.. (Hani var ya reklamlarda;
fıstık gibi karı yürek sıkıntısını izale maksatlı, bi ayağını altına alıp
yumuşacık kanepe üstünde yumuluyor çikolataya. Bu da o hesap, ortam farklı biraz işte) N'oldu içiniz mi karardı?
Durun daha torpido kısmına bile gelmedik.
Denizaltı
silah olarak teknenin iki yanındaki girintilere hafifçe gömülmüş
iki adet G7e torpidosuna [2]
sahipti. Gövdeye kaynaklanmış makaslar üzerine
asılı raya torpidolar halkalı
cıvatalarla tutturuluyor, üzerinde de pnömatik bir silindir bulunuyordu. Ateşleme sırasında bu silindir geriye doğru
hareket ettirilerek hem torpidoyu
gövdeden ayırıyor hem de motoru çalıştırıyordu.
Zekice tasarlanmış ama oldukça kaba bu sistemin mekanik hataları yüzünden kaç torpidonun tekneden ayrılmadan
patladığı veya kaçının tekneden ayrılmayı reddederek çalışmaya devam etmek suretiyle anlatılamaz rezilliklere sebep olduğunu
bilmiyorum. Ama hiç de az olmadığını
düşünebiliriz.
“Peki
işe yaramışlar mı bari” sorusu geldi aklınıza değil mi ? Bu sorunun cevabını üstte uzun uzun sayıp döktüğüm tasarım
saçmalıkları ile bulamadıysanız, harekat alanı olarak seçilen sulardaki
müttefik hava – deniz üstünlüğünden ve saldırı için donatılmış teknelerin azlığından da bahsetmek gerekli. Ağustos 1944 sonunda Biber’lerle
yapılması düşünülen ilk saldırı maalesef gerçekleşemeden başarısız olur. Harekat
üssü olarak seçilen Le Havre sürekli müttefik bombardımanı altındadır. Şiddetli
çatışmalar yaşanan liman ve kent 20 Ağustosta düşer! Ama “K-Flotille 261” kafayı bu işe iyice takmıştır. Belçika’daki ana depodan çıkan denizaltılar
yemeyip içmeyip, 5 günde , 28 Ağustosta biraz daha doğudaki Fecamp’a varırlar [3]. 29/30 Ağustos gecesi de (dikkatinizi çekerim, varışlarından 24
saatten az zaman geçmiş) 18 Biber denize açılır. İlginç bir şekilde kayıp
vermeden geri de dönerler. Ama resmi
İngiliz kayıtlarında o gece yapılan “saldırı” ile hiçbir detay yoktur! Denizaltılar hiçbir şey
becerememiştir kısacası. Zaten Müttefik
ilerleyişi yüzünden 31 Ağustosta Fecamp’tan
da ayrılmak zorunda kalırlar. Geride bırakılan teknelerden bir kaçı
kullanılamaz hale getirilir . Sağlam kalanlarında defterini bir Müttefik zırhlı
kolu dürer. Modelini yaptığım Biber de
işte bu geride bırakılanlardan.
Çabucak
değişen sınırların kalıcı harekat üssü belirlemeyi nerdeyse imkansız hale getirişi eli kolu bağlamıştır ya, “komtan”larda
yaratıcı fikirler tükenmez. Önce Manş denizinin üst bölümündeki adaların civarı
olası harekat alanı olarak düşünülür. Civardaki düşük süratli nakliye gemisi
trafiği, evet iştah açıcıdır da, teknelerin
bölgeye ancak uçakla
nakledilebileceği anlaşılınca vazgeçilir! Başka parlak bir fikir de bir
biber’in –yine- havadan Süveyş Kanalı
ile bağlantılı büyük acı göl’e indirilmesiydi! Göle bırakılan sivrisinek larvası
yiyen balıklar misali bu denizaltı da “uygun” bir anda “uygun” tonajda bir gemi bulacak, “uygun” bir şekilde batırarak
Süveyş Kanalı’ndaki deniz trafiğini bloke edecekti. O zamanlar yeryüzündeki en
büyük nakliye uçağı olan Bv.222'yi
(kanat açıklığı yaklaşık 46 metreydi) göle çaktırmadan indirmenin imkansızlığı
akıllara gelince bu işten de vazgeçilir. Kola girişinde Sovyet Savaş Gemisi “Archangelsk”e, fotoselli fünyelerle Waal
nehri üzerindeki Nijmegen Köprüsüne düzenlenen saldırılar da bir sonuç
vermez [4].
Umutsuz
bu çabaların nihai sonucunun, son derece cesur ve görevine bağlı bir sürü genç
insanın ölümü olduğu bir gerçek. Fakat Manş
denizi kıyılarında her an gelebilecek bir saldırıya karşı koymak için seferber
edilen, sırf bu belirsiz tehdit yüzünden gerekli başka alanlara kaydırılamayıp
dar bir alana çakılı müttefik hava ve deniz gücünün büyüklüğü göz önünde
bulundurulduğunda, Biber’in verdiği zararın onu tasarlayanların hayal bile
edemeyeceği boyutlarda olduğu
düşünülebilir.
BvP
Edited By Batur
Model ve Fotoğraflar: İtaleri tarafından üretilen 1/35 ölçekli plastik model kiti (Katalog No: 5609). BvP.
Fecamp Normandiya’da terk edilmiş Biber fotoğrafı: Imperial War Museum / Admiralty Official Collection, A 28252 http://www.iwm.org.uk/collections/item/object/205187549
………………
[2] İkinci Dünya Savaşı boyunca Alman Donanmasındaki tüm torpidobot ve denizaltıların standart silahı 53.3 santim çapında 7.163 metre boyunda, yaklaşık 280 kilogram patlayıcı (Hexanite) taşıyan “G7” tipi torpidolardı. Boyutları değiştirilmemekle birlikte sürekli geliştirildiler. Savaşın ilk yıllarında üretilen G7a hedefe ulaşmak için buhar kullanıyordu. Tüplerdeki basınçlı hava, yanmayı kolaylaştırıcı katkı maddesi (decalin), benzin ve su ile yanma odasına gönderiliyor, ateşleme ile elde edilen yüksek basınçlı buhar dört silindirli motoru, motorun ürettiği güç ise iç içe iki şafttan hareket alarak aksi yönlere dönen iki pervaneyi hareket ettiriyordu. Sistem sürat ve menzil açısından mükemmel olmakla birlikte (örneğin torpidobotlar için 6.000 metreyi 81 km/h sürat ile kat edebilecek bir konfigürasyon uygulanıyordu) gürültülü oluşu ve arkasında bıraktığı köpük izi hedef tarafından kolayca tespit edilmesine neden oluyordu. Buna rağmen çok uzun süre denizaltı komutanlarının tercihi oldular. Aslında, köpük izi ve gürültü Japonların zenginleştirilmiş oksijen kullanan “tip93” torpidosu dışında tüm donanmaların başını ağrıtan, çözülememiş önemli bir sorundu. Basit ve akıllıca bir tasarım gibi görünen elektrik motorlu torpidoların ise, 1942’de Elektrik motorlu G7e/T3 modeli üretilene dek denizaltı komutanlarını çileden çıkaran bir dizi sorunu vardı. Çalışır durumda tutulabilmeleri için savaş şartlarında bir denizaltıda sürekli ihtimam gerektiren, yetmezmiş gibi optimum performans için ateşlemeden önce 30 santigrat derecede tutulmaları tavsiye edilen kurşun-asit aküler ve 100 beygirlik motorların yavaşlığı, menzil düşüklüğü gibi… Hedef teknenin tam altında patlamak üzere geliştirilmiş manyetik fünyelerin bir mühendislik beceriksizliği olduğu ortaya çıkınca, çarpma anında patlayacak şeklide tadil edildiler. Ama torpidonun derinlik sabitleyici sistemindeki sorunlar yüzünden bu da pek bir işe yaramadı. Torpido çoğunlukla hedefin altından geçip gidiyordu! T3’lerde tüm bu teknik yetersizliklerin, gecikmeli fünyeye ilişkin sorunların üstesinde gelinmiş ve torpido mükemmel bir silah haline getirilmişti.
[3] Müttefik hava ve deniz güçlerinin
kesin üstünlük ve kontrolü altındaki Belçika-Fransa kıyıları boyunca
yapılan bu beş günlük yolculuğa ait
detay bulamadım. Fakat acayip bir şey olmalı. Bir yandan da, beş gün boyunca ortalıkta kıyılar boyunca dolanan çok sayıdaki teknenin kıstırılamamış olmasına “o kadar da üstünlüğü yokmuş Müttefiklerin işte” diyesi geliyor insanın.
[4] (ibid; s.51) Eylül 1944’de Amerikan 82. Hava İndirme
Tümenince ele geçirilen bu önemli köprüye daha önce balıkadamlar tarafından
düzenlenen cüretkar ama başarısız
saldırı önlenmiş, saldırının sonucu da
köprü ayaklarının olası saldırılara karşı
köprüden nehrin yukarısına 4 sıra önleme ağı gerilmesi olmuştu. Buna
rağmen, hayati önemdeki köprünün
defterini dürmek amacıyla 14/15 Ocak 1945 gecesi dört dalga halinde bırakılan 240 mayınla bir
saldırı başlatıldı. Mayınları sabit
periskopları suda su kuşlarının
yuvalarının andırır şekilde kamufle edilmiş 20 adet biber takip etti. Kancalarla
donanmış torpidoların ağlara tutunup bu engellerde büyük delikler açması
hedefleniyordu. Bu deliklerden geçecek dört adet biber özel hazırlanmış 300’er kilo patlayıcıyı
köprü ayaklarına yakın bir noktada bırakacaktı… Falan filan. Bir bok olmadı tabii.
Nehrin iki yanını tutmuş Müttefik
birlikleri ağlardan önce denizaltıları
avladı. Bu ilginç olay hakkında da fazla malumat yok maalesef.
1 yorum:
Kücük bir ilave.Kahve ve cikolatanin disinda bir de cesaret artirsin diye ´´pervitin´´ aliyordu denizaltiyi kullananlar.Quarks & Co da bahsediyordu bundan.Link asagida.
http://www.wdr.de/tv/quarks/sendungsbeitraege/2013/0205/doping_2_pervitin.jsp
Yorum Gönder