Ankara Garı ve Çevresi 1938 |
Ankara ilginç bir yer. Doğruya doğru… Devlet cihazı, cihazın lacivert takım elbisesi ile dünyaya gelmişe benzeyen bıyıklı, çerçevesiz gözlüklü [1] uzuvları. Uzuvların uzuvları. Haritada yeri bulunamaz elçiliklerin, dost ve müttefik ülke ajanslarının, içinde ne işle uğraşıldığını, muhtemelen girişteki kapının yanına konuşlu beyaz plastik kutu mahkumlarının bile bilemediği 3-4 katlı lüks, villa irileri ilk göze çarpanlar. Ama, bilgi görgü artıracak, merak şeydecek başka şeyler de var helbet.
Bunlardan pek merak ettiğim bir tanesi, yirmilerin sonlarından günümüze kadar yapılmış/yapılamamış kamu binaları. Özellikle seksenlerde ve daha sonra yapılanları “Devlet Mimarlığı” temalı bir eğlence parkı, nebleyim bir lunapark etkisi uyandırıyor bende. Oysa gerçekten güzel olan, süzülüp keyif alınasılar otuzlarda yapılmış olanlar. Gençlik parkından Ulus’a, yukarı doğru yürürken yaklaşık 600 metrelik bir cadde üzerinde çoğu. Seyfi Arkan'ın İller Bankası Binasından başlayıp, Martin Elsaesser’in 1938 tarihli inanılmaz Sümerbank Binasına kadar... “Millete karşı örgütlenmiş devlet” [2] için yapılmış olsalar da, yurttaşlarını ürkütüp, ezmeye yanıp tutuşan morumsu-gri bu heyulalar çok güzel. Hem; vatandaşları ile bütünleşme derdinde, “insan odaklı” –ne skim bir söz bu da- gibi görünen seksen binalarından daha az madrabazlar sanki. Öyle insanla falan pek ilgileri yok. Bugün ya hepten terk edilmiş ya da ilgili kurumun önemsiz birimlerinin tıkıştırıldığı yerler. Yine söyleyeyim, etkileyici, taşaklı ve güzeldirler işte. Ama, onların da boy ölçüşemeyeceği iki yapıdan [3] biri Ankara Garı.
Taksilerin Hücumu Altında Ankara Garı 2011 |
1930’lar Türklerin ulusal tarihteki entelektüel başarılarının yüceltilip, tarihin ulusalcı eksende yeniden inşa edildiği, bilmem kaç kıtada nasıl başarıdan başarıya koşulduğu vurguları ile dolu. Dolu ama, açıklanamaz bir şekilde geçmişi parlak başarılarla dolu Türk ulusunun mimar çocuklarına yapı tasarlatılmaz pek. Oysa, yeniden inşa edilen ulus-devletin acilen yaptırmak zorunda olduğu çok miktarda kamu yapısı vardır. Ve o yapılar Türkiye’de bir daha eşine az rastlanır bir şekilde yabancı mimar emeği ile şekillenir. [4]
Durumun kolay açıklaması, mevcut iş gücünün küçüklüğünden –yetersizliğinden değil- kaynaklandığı olmakla birlikte pek inandırıcı değil, zaten kimse de yemez bu açıklamayı. Bu durum İkinci Dünya Savaşı sonunda dek Türk mimarlar tarafından sürekli gündeme getirilecek, yakınma konusu olacaktır. Yabancı mimarların ciddi paralar kazandıkları da bir sır değildi. Örneğin, Clemens Holzmeister’in ne özel ne de resmi statüdeki “büro”su uzun süre Tarabya Oteli’ndedir! [5]
Şevki Balmumcu Sergi Evi - Paul Bonatz Opera |
“Ecnebi Mütehassıs”ların büyük çoğunluğu ayrıntıları tam saptanamamış bir statüde ve doğal olarak yerli rakiplerinden daha avantajlı bir zeminde proje ve yapı ürettiler. Türkiye’de önemli ve –bence– iyi yapılar tasarlamış Paul Bonatz, Bruno Taut, Martin Wagner[6] ve Holzmeister’in resmi proje büroları yoktur. Dolayısıyla, nasıl vergilendirildikleri de meçhuldur. Örneğin Bruno Taut’un “bürosu” resmen Milli Eğitim Bakanlığına bağlıdır. Kendisi İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi’nde ders verir. Büronun çalışanları devletten maaş alır. İlginç olan, burada üretilen tüm proje ve belgeler bugün Berlin’de “Akademie der Künste” de korunur! 1938’de Türkiye’de öldüğünde, mimarın mirasçılarınca tüm bunlar rahatça alınıp Almanya’ya götürülebilmiştir.[7]
Bu durumda; Başkente giriş kapısı niteliğindeki şu önemli yapıyı Bayındırlık Bakanlığı’nda çalışan bir Türk Mimara tasarlatma fikrinin hangi bürokrattan çıktığını hep merak ettim. Muhtemelen de hiçbir zaman öğrenemeyeceğim.[8]
Stuttgart Garı |
Düsseldorf Garı |
Gelişen kentin yetersiz kalan eski istasyon binası yerine yapılması düşünülen bu yapı için çizdiği ön proje beğenilen Bay Şekip Akalın çağdaş gar binalarını görüp incelemesi için Avrupa’ya gönderilir. Almanya gezisinde özellikle Stuttgart ve Düsseldorf garlarından etkilendiğini saptamak olası. 1927 tarihli Stuttgart Garının projesi, daha sonra Türkiye’de mimarlık eğitiminde önemli etkisi olacak Paul Bonatz’a ait. Paul Bonatz’la ilgili aklıma ilk gelen, Şevki Balmumcu’nun çok zarif ve güzel modern, Ankara Sergievi’ni opera binasına uyarlayıp, Osmanlı mimari bezemeleri ile maymuna çevirmesi oluyor maalesef. Oysa bu yapı modern mimarlık alanında Türk Mimarının neler yapabileceğinin gerçek bir kanıtı. [9]
Bay Bonatz’ı bırakıp yeniden Şekip beyefendi’ye ve güzelim binasına dönelim:
Gazino ve Bağlantı |
Önündeki meydan ve –doğal olarak– ray hattı boyunca kuzeybatı-güney doğu yönünde uzanan Betonarme iskelet üzerine Ankara taşı kaplı bu simetrik ve epey yatay ana yapıyı, zarif bir yay çizen ikili sütun dizisi gazinoya bağlıyor.
Kütlesel simetri yanlardaki yarı şeffaf merdiven kuleleri ve dışlara doğru azalan yükseklikler ile de vurgulu. Önü arkası camlı on iki metre yükseklikteki yolcu salonunun iki yanında üçer, ikişer katlı kütleler ve sağ uçta bu gün fazla kullanılmayan “Şeref Salonu” yer alıyor.[10]
Salonun hemen yanında, 1930’lar sonu ve 40’larda epey ceviz kırıldığı besbelli gazino ve ucundaki saat kulesi bugün lüzumsuzca terk edilmiş halde. Son elli yıldır yapıların bu güzel dengeleyici kütlesi ince ve dikey saat kulelerine ihtiyaç yok artık. Hislon ve Nacar ihtilali, sonrasında yetmişlerin quartz devrimi bu güzelim öğenin ağzına s.çtı maatteessüf. Ama bu sessiz, yitik haliyle bile çok güzel sanki.
Pencere Sövelerine, Kütleler Arası Uyuma Dikkat! |
Sütun, Arşitrav ve Merdiven Kulesi |
Lojman, Sağda Şeref Salonu |
Girişteki portik Hereke taşından mamul sütunları (ki, yükseklikleri 10 metre, boru değil) ve arşitravı bugün taksiler ve nasıl bir akıl strüktürü ile tasarlanıp oraya konduğunu açıklamakta yetersiz kaldığım, Fenike kökenli geç Hitit sanatı etkisi altındaki Akşehirli Nasrettin hoca (Belki de Karkamışlı. Bilmiyorum, onu da siz sorun Melih Bey’e) heykeli tarafında iyice etkisizleştirilmiş olsalar da çok güzeller. Kendinden önce ve çok daha yetenekli insanlarca yapılmış güzelim yapıların orasına burasına abuk sabuk şeyler sokuşturan, kendini denk gören zihniyete birkaç lafım olacak ilerde.
İki mümtaz devlet büyüğünün demiryolu alanındaki başarılarını [12] vurgulayıp sonsuza taşıyan bir plaket ile yapıyı kısaca tanıtan ancak, hem yapılış tekniği hem de kullanılan malzemenin kötülüğü nedeniyle okunması tümüyle imkansız başka bir plaket [13] ana giriş duvarına çakılı.
Plaketler |
Bagaj Dağıtım |
Kapı üstü hizasındaki aydınlatma elemanlarına dikkat isterim. Muhtemelen şaşırtıcı şekilde orijinal form ve yapıdalar. Binada orijinal halini koruyan başka elemanlar da var. Pirinç kapı fikstürleri, asit indirme TCDDY amblemli camlar ve bagaj dağıtım bölümümdeki bagaj tezgahı, kolonları darbeden koruyan çemberler..
Giriş Holü |
Tepeden ve iki yandan ışık alan ana hol yirmi üç metre uzunlukta altı çelik makasla geçilmiş . Yapının arkasındaki sonradan yapılmış yolcu platformunun üzerini örten çelik makas ve camdan örtü de Avrupa’daki benzerleri kadar fiyakalı olmasa da, ferah görünümlü ve net.
Asit İndirme Orjinal Camlar |
Ankara Garı’nın en güzel ve sağlığımıza yararlı bölümlerinde biri de “Gar Gazinosu”. Yapılışından beri çok az değişiklik gördüğü anlaşılan; yüz binlerce kere hamdolsun ki, hiçbir müsteşarın, umum müdürün, umum müdür muavinin aklına “yenilemek” gelmediğinden olduğu gibi korunmuş bu köhne ve stilli mekan bugün gece geç saatte kalkacak Kapadokya gezi trenini bekleyen Japon turistlerin rağbet ettiği bir yer. Her an kocaman paltosu ve şapkası ile Recep Peker'de girebilir kapıdan. Sıradan ve basit bir menüsü ve hala satılıyorken içebilebileceğiniz soğuk birası, beyefendi garsonları var. Ambisyon gözlüğünüz falan yoksa da alıyorlar. Tadını çıkarmakta yarar olabilir...
Kısaca; titizlikle tasarlanıp üretilmiş hala iyi işleyen, yoğun kullanılan tutarlı, bakımlı ve güzel bir yapı bu. Gidip görmek için Nasrettin Hoca heykelinin veya taksilerin kaldırılmasını beklemeyin.
Edited By Miki
Fotoğraflar : Bvp, Eski Kartpostallar İnternet, Karkamış Chimairası: Akurgal, E. Anadolu Uygarlıkları Kitabından tarama.
-----------
[1] Şu ambisyon gözlüklerinin sapları hafif kalınca ve tuhaf renkli olanları zannederim daha makbul. Allah rızası için biri de şu konuyu bi incelesin.
Oğlum olunca, onu 23 Nisan’da, 12 Eylül’de falan “Minik Müsteşar” olarak giydirmek istiyorum. O zaman alacağım bu gözlüklerden ona da bir tane. Aslında; ”Minik Futbol Kulübü Başkanı”, “Minik Dizi Yıldızı”, “Minik Dürüst Gazeteci” de olabilir. Belki hepsini tek başlık altında “Minik Dlyarak” olarak toplar, uygun aksesuar ve kıyafetler ayarlarım.
[2] Günay, Ertuğrul.. 24. Haziran 2011: Mustafa Balbay ve Prof. Mehmet Haberal’ın Milletvekili seçilmeleri nedeniyle tahliye taleplerinin reddi konusunda yaptığı açıklamadan.
[3] Diğer etkileyici Ankara yapısı Anıtkabir gibi geliyor bana. Günün birinde yeterli bilgi, görgü sahibi olursam eğer, etraflı söz etmek istediğim bir simge.
[4] “Türkiye’de 1924 -1942 yılları arasında Almanya, Avusturya, Fransa ve İsviçre’den gelen toplam 40 mimar ve şehir plancısı çalışıyordu.”
Türkiye’deki Almanca konuşan mimarlar ve Ankara’daki izleri için şuraya bakılabilir.
Sitede ayrıca bu mimarların yapılarına ilişkin ipe sapa gelir bir katalog da yer alıyor.
[5] Tanyeli, Uğur: Erken Cumhuriyet’te Mimarlık ve “Modernite Projesi” veya Türkler ile Yabancılar. Sanat Dünyamız, Güz 2003 içinde. S:159-167.
[7] Tanyeli. op. cit.:164. İstanbul’da oturup, iğne deliğinden Bağdat’taki deveyi s.kebilecek maharet ve entelektüellikteki mimar taifesinin garip kavramsal tartışmalar üzerine fikir beyan edip de, neden böyle şeylere kafa yormadığı benim için yaşam boyu sürecek bir merak konusu… Belki Kültür Bakanımızın haberi olsa… Bi el atsa şu işe, ha?
[8] Son on yılda mimarlık intelligentsiası bu konulara epey merak salmış; söyleşi, panel, diploma projesi gırla gidiyor olsa da, tüm bu kalabalık içinde yeni bir bilgiye, karar sürecine ilişkin özgün bir saptamaya ulaşmak pek olası değil.
[9] Aslanoğlu, İnci. Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı 1923-1938. ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları. 2001. Ankara. S:77. Bu saptamaya katılmamak elde mi?
[10] O zamanlar da, şimdiki gibi “İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir millet” olsak da, anlaşılan böyle şeylere her zaman ihtiyaç var demekki. Bu bölümüne boktan bir yassı televizyon eklemekten geri durulmamışsa da, epey iyi korunduğu kesin. Çaktırmadan bir fotoğraf:
[11] Aynı motif benzer tarihli Afyon Garında da mevcut.
[12] 2004 – 2010 arası tren kazaları :
22 Temmuz 2004. Pamukova'da tren kazası. 38 ölü.
11 Ağustos 2004. Kocaeli tren kazası. 8 ölü.
27 Ocak 2008. Pamukkale tren kazası. 9 ölü.
19 Şubat 2008. Sincan'da tren kazası. 13 yaralı.
23 Şubat 2008. Sivas'ta tren kazası. 5 yaralı.
17 Mayıs 2009. Sivas'ta tren kazası. 1 ölü.
27 Ağustos 2009. Bilecik'te tren kazası. 5 ölü.
3 Ocak 2010. Vezirhan'da tren kazası. 1 ölü.
[13] Okunamayan plakette:
ANKARA GARI
Yapılış Tarihi
1935 – 1397
Mimarı
Şekip Akalın
1930’lu yılların
anıtsal neo-klasik
uslubunda
yapılmıştır.
(Yazıyor. Altında, çevresinde “Büyük Şehir Belediyesi” kelimeleri okunan güneş kurslu bir amblem var!)
[14] Aslanoğlu, op.cit., s.227.
[15] Benzer stil ve köhnelik için Atatürk Orman Çiftliği Merkez Gazinosu’nu da önerebilirim. Bunlar belki bu günün fiyakalı ve cilalı mekanlarından değil. Ama ne olursa olsun görülesi yerler.
2 yorum:
Geç Stilsiz fotosu gayet iyi özetlemiş sıkıntıyı.
"Benden iyi mi bilecen, artiz" yaklaşımını, hemen hemen her meslekten işin erbabıyla iki lafın belini kırdıktan sonra duyuyorum. Hepsi geçiminin derdinde "işine gelmezse yapma, yapacak adam çok" tavrına boyun eğip bu rezilliklere katlanmakta. Gerçi ben millete sktr lan demekten diplere vurmaya doyamadım ama milletin ekmek parası naabıcan abi (!)
"Yiyenim şuraya bi balkon aç da yingen çamaşırını assın. Banyo da yakın oraya"
"Tamam kasa hesabı ekranı güzel olmuş ama tam şuraya bi düğme koyun, kapıdaki kameraya bağlansın, izleyim ben orayı"
"Şimdi kartvizitin köşeye bi tane guş goy. - Niye !? - Sen goy oraya..."
Hülasa, borusu olan ötürüyor Baroncum.
Bi araba yazının içinden gittim buna takıldım, kusura bakma. Katil olmama bir birim kaldı bunların yüzünden.
Bu binaya bayılırım. Daha evlenmemişken ve İstanbul'a gidip gelirken genelde treni tercih ederdim ve gara önceden gidip her seferinde daha çok gezerdim.
Gar gazinosu sanırım baya bir varlığını korudu.Hayal meyal dedemlerin oradan bahsedişini hatırlarım. (ilk yeri)
İkinci ve şuan ki yeri ben 12-13 yaşındayken ailece yemeğe gittiğimiz bir yerdi ve çok klastı. Yemekleri hala güzel ve personeli hala kalitelidir bu arada. Tren'lerin yemekli vagonlarındaki özelleştirme kalitesizliğini göz önüne alırsak; binmeden burada bir şeyler yemek her zaman tercih edilmeli.
Gündüz gezmek gerekse de gece Atatürk'ün evinin camından bakmak insanı bambaşka hayallere sürükler. Onu orada otururken ve düşünürken hayal ederdim hep.
Haydarpaşa mimari olarak çok daha güzel olsa da Ankara garı'nın nostalji havasını ben orada bulamıyorum. Birbirlerine kürtçe birşeyler bağıran insanların haydarpaşada ki varlığı buna etken olabilir.
Ellerine sağlık amcacım yazı da resimler de süper.
Yorum Gönder