Hayvanları severim. Kollarının incecik uçlarıyla bir şeyleri kavrayan güzel gözlü zarif ahtapotları (hayatınızda hiç canlı bir ahtapot gözlerini dikip size bakmamışsa... Eh, o sizin hıyarlığınız), evimizin önündeki ev yıkıntısının girintilerinde cıvıldayıp, hoplayarak koşuşturan yuvarlak kafalı, parlak tüylü ve çok zeki kargaları, sıcak bir günde beton dökülmüş bir rampadan inatla yukarı çıkmaya çalışan küçücük yılanı, minik kurbağaları. Tüm bu canlılardaki zarafeti, güzelliği görmek bana iyi gelir. Onların üçgeli bir telefonla bilmemne sike bağlanmak, budalaca kendi fotoğraflarını çekmek yerine, üzerine işemek veya gagalamakta vücut bulan, gelişkin mizah duygularını da severim.
Bir de sokak köpekleri var. Hani şu, tatlı kahverengi kısa tüylü, ağız ve burunları siyah, kocaman gözleriyle hep kırgın bakanlar. Her yerde bulunur onlardan. Kasaba giriş çıkışlarında deli gibi arabanızın yanından koşup, tekerlekleri dişlemeye çalışanları da mevcuttur. Genellikle sağanak yağmur altında sırılsıklam dolaşacak kadar ahmak, evde beslenen hemcinsleri gibi gözünüzün içine baka baka sokağın ortasına sıçmayacak kadar da akıllıdırlar.
Her gördüğüm yerde onlara bir selam sarkıtmak hoş olur. Asansörde karşılaştığın komşun “günaydın” deyince yüzüne boş boş bakar da, hiçbir “köpek” selamını karşılıksız bırakmaz. En ufak sevgi kırıntısına gösterilen bu içten sevince, ne yapılacağı bilinmez halli çoşkuya “köpekleşmek” der ya insanoğlu, içi cız ettiresi bir orospu evlatlığıdır ortaya konan. Başka bi bok değil.
...
Geçen kış Büyükada’da, yukarılara doğru eş dost, çoluk çombalak yapılan bir yürüyüşte (nedense böyle yerlere gidilince hep bir gezip dolaşma, yeşillikteki mucizeyi arama, bünyeye bulama isteği belirir. Aslında anlamsız bir yorgunluktur. Otur iç biranı işte, niye kalkıp dolaşırsın?) iki tane sağlam arkadaşa denk geldim. Biraz hırpani ve hırt görünüşlü ama yürekleri gül bahçesi bu beyler – ki, isimleri muhtemelen “Hayri” ve “Battalboy” olabilirdi - hoşbeşten sonra bizimle birlikte bu anlamsız yürüyüşe katılma alicenaplığını gösterdiler. Biri önde diğeri arkada, biz dangalak insan evlatlarına sahip olarak epey yürüdük. İyice yorulup, yeşil mucizenin bizlerde bisike yaramadığı anlaşılmaya yakın, kısa yoldan binalara, at idrarı ve faytoncu teri kokan yollara ve sakızlı un kurabiyesi pastanesine kavuşma isteği belirdi çoğumuzda. Millet yoldan ayrılıp çam ağaçlarının iğneli yaprakları ile iyice kayganlaşan dik patikalarında maymunluk ederken benim dostlar Hayri ve Battalboy çatallaşarak ikiye ayrılan yolun, gerçekte bizi çabucak ve yorulmadan aşağıya indirecek bölümünde bekliyorlardı. Yemin ediyorum, önerilerini dikkate almayıp bildikleri yoldan gitmeye kalkan ve madara olanlara yönelik; “olm var ya, mal lan bunnar” alt yazısı geçti o gözlerden…
...
Bu yaz sonunda yolumuz İç Ege, Denizli Menizli derken, Pamukkale’ye düştü. Pamukkale dediğin yer maskaralığın kitabını yazmış ya, haydi Hierapolis’in yüzü suyu hörmetine görmezden gelip yokmuş gibi yaptım (“Artemis Restorant” önlerinde, kerane çığırtkanı tavırlı heriflere katlanamıyorum artık). Yukarıdaki kaynaklardan her yıl gittikçe azalarak akan su aşağılarda bir yerde güzel ve berrak bir doğal havuz oluşturuyor. Ördek ve kazların yüzdüğü bu sakin suyun kıyısında dinlenirken karşılaştım onunla. Sokak köpeklerinin kendilerini seven, adam yerine koyanları arayıp bulmada inanılmaz bir yetenekleri var. Bu parlak kısa tüylü, tertemiz delikanlı, gelip neşeyle önüme oturdu. Faruk’muş adı. Güzel kafasını okşayıp, bir yandan dinginleşen havanın, batan güneşin ve hiçbir karşılık beklemeden bana sunulan bu dostluğun tadını çıkardım. Hava iyiden iyiye kararmaya yüz tutunca kalktık. Bizle kalktı tabii, arabaya gidip, arka koltuğa bir şeyler koymak için kapıyı açtım. Arka koltuğa geçip oturmak için (“it oturumu” denir. Bildiniz mi?) belli belirsiz bir hamle yaptı! Yüreğim bombok oldu ossat.. Götüremezdik ki onu, gitmeyi düşündüğümüz yerlere. Dostuna bu kadar güvenip, onunla birlikte neresi olursa gitmeye anında karar veren arkadaşıma bakıp, birine hakaret için “köpekleşme!” demişlere/halen diyenlere/ilerde diyebilecek olanlara ana avrat sövdüm.
Köpekleşmeniz dileklerimle,
Edited By Miki,
1. Fotograf: Soldan sağa, Battalboy, BvP, Hayri. Nisan 2009, Büyükada
2. Fotograf: Soldan sağa, Pamukkale’li Faruk, Bvp. Eylül 2009, Pamukkale,
3 yorum:
Bunların bazıları müthiş akıllı olur. Hem de K9 üniversitesini bitirmedikleri halde; feleğin çemberinden geçerek, hayat okulundan mezun olarak yani, Hayri tipik bu sınıftan mesela. Yeşil ışıkta karşıya geçmeyi bilirler örneğin. Sahibine tasmayla bağlı olmanın cesareti ile ortalığı velveleye veren çaçaron finolar onları asla kızdırmaz. Onlara zarar verebilecek insanları uzaktan sezip yollarını değiştirirler. Problem olacağını bildikleri için insanların bulunduğu ortamlardan uzakta bulunmayı tercih ederler.
Tabii kulağının arkasını kaşımanıza itirazı olmaz hiçbirinin.
Köpekler siyah beyaz Görüyomuş ne İş?
İstanbul'a geldim geleli en çok içimi parçalayan konuyu yazmışsın baronum. Tamam sokak köpeği her yerde vardır ama burada o kadar çok ki. Haliyle kovalayan,vuran orospu çocukları yüzünden de çok ürkekler. Sevmeye korkuyorum.bişey yapar diye değil peşime takılıyorlar ayrılamıyorum.Çok gariban ve masumlar. Bakışları insanın içini parçalıyor. Off off :(
Yorum Gönder