"Vallaha mı?” derken, önündeki ahşap kaptan bir şeyler avuçladı yanımdaki hayvan. Elindekinin ne olduğuna bakmadan ağzına atıp çiğnedi sonra. Kadıköy’de bir ara sokak birahanesinin sokağa atılmış masalarında oturduğumuza göre, herhalde kuru yemiş. Hoş, keçi boku ya da çelik bilya bile olsalar bakmadan ağzına atıp öğütebilirdi. Ayaklarını her sabah o, tuhaf uçları hafifçe kalkık et rengi pabuçlarının içine zorla tıkıştırdığına emimin. Bence, nal çaktırsa daha iyi olur.
Ne konuştuklarına dikkat etmiyorum pek. Nasıl olsa, Şanghay Borsası’nda beklenen sert düzeltme hareketinin yatırımcıları ne kadar rahatsız edeceğini tartışmayacaklar. Ama belki de, Euthyphron ve Sokrates’in Kadıköy’de cisimleşmiş halleridirler. O, “Vallaha mı?” bir anlık kaymadır. Bunu hiç öğrenemeyeceğim.
Euthyphron – Ne o, Sokrates? Nasıl oldu da Lykeion’daki konuşmaları bırakıp buraya,”Kral Kapısı”na geldin? Senin de benim gibi “Arkhont Kral” önünde bir davan olacağına bir türlü inanamıyorum.
Sokrates – Euthyphron, benim işime Atina’da pek dava denmez. Beni ağır suçtan kovuşturuyorlar.
Euthyphron – VALLAHA MI?
Gözüm tam önümde oturan ve öğrenci olmaları gereken güruha kayıyor. Kıçı bana dönük oğlan belli ki, küçük yaşlarda başlanmış bir karbonhidrat rejimi hala inatla uyguluyor. Ucuz, kolları sökülmüş bir blucin mont var üzerinde. Montun sırtına birileri tükenmez kalemle şeytana benzeyen bir yaratık çizmiş, sınırları belirginleştirilmiş dudakları kıpkırmızı. Bu haliyle bluminia’lı Zeki Müren’i andırdığını eğilip söylesem mi? Fikir hoşuma gidiyor, gülmeye çalışıyorum, ama olmuyor. Oğlanın neşeli sefaleti içimi burkuyor. Yanındaki zayıfça kızın ensesi çocuk gibi tıraş edilmiş; sert, siyah kıllar var ensesinde. İnce, kötü kumaştan pantolonunun sıyrılan kısmından bu sert siyah kılların devamını görmek zorunda olmak ne fena. Daha çok bira içmeli. Bir de, gizli işsizlerin bunlar mı, yoksa, loş lokantalarda tüm işi masalara sessizce yaklaşıp, maharetle kül tablalarını değiştirmek olan komi çocuklar mı olduğunu düşünmeli uygun bir zamanda.
Akşamın erken bir saati, hava aydınlık. Dikkatimi toplamaya çalışıp bu dar sokaktan geçen sayısız insana bakmaya çalışıyorum teker teker. Gençten olanlar inanılmaz şekilde birbirine benziyor. Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan giydirilmişler ve orada tıraş oluyor gibiler. Farklı olabilmek için niye bu kadar aynı olmaları gerektiğini anlamaya çalışıyorum ama, bu kafayla zor.
Büyücek olanların bir kısmı daha bir insana benziyor sanki. Önümden geçen beyaz gömlekli herifin omzuna “3G” yazısı işli. Yazının sınırlarında çeşitli renkte şeritler var. Kısa kıvırcık saçlarının üzerine itilmiş güneş gözlükleri olan, özelliksiz bir hıyar bu. Belki de, görüntülü cep telefonu ile Devrek’teki halaya kahve falı baktırmamızı, fırındaki börek çöreğin durumunu öğrenmemizi sağlayan icadın mucidi geçiyor önümden, bilemiyorum. O icat ne kadar anlamlı ise bu herif de o kadar anlamlı sanki. Çıkan hafif serinlik hepsini siktir ediyor kafamdan. Masaların arasından kıvrakça kurtulup hesabı ödüyorum. Gidip ciğer yiyeceğim.
Fotograf : BvP
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder