İstanbul’da yaşıyoruz. Daha doğrusu, Kentin -dolayısıyla- merkezin bir parça dışında. “Star Wars” ağzı kullanılacaksa, “outer rim” de denebilir evimizin olduğu bölgeye… Karımın da benim de şöyle firaklı, bilinen bir soyadımız yok. Bu yüzden ne aklımız ne de çalışkanlığımız tescilli değil. Başarımız da, garantide değil doğal olarak… Aslında şöyle uygun bir soyadı ile karım mucizevi bir şekilde kendi yaptığı pastaları satar veya stil danışmanı olabilirdi. Ya da ben, tahsilimi ikmal ettikten sonra ailenin endüstri işletmesinde -nedense, söyleşilerde hassasiyetle vurgulanır şekilde "en alttan" başlanır- elbette hep çok başarılı olurdum ve, her iki durumda da inanılmaz paralar kazanırdık… Olabilirdi tabii, ama olmadı işte. Periferide kendimize ait bir evin kapısını açabilmek benim için yirmi , karım için beş yıl eşşek gibi çalışmayı gerektirdi.
Bizler de, Klitorisli Evler’deki mülkiyet kalesinin kapısını açtık açmasına da; havuzu, kapalı garajı, proleteryanın duvarları aşarak hücumu halinde bizleri cansiperane korumaya yeminli kavruk Anadolu’lu delikanlılardan oluşan ücretli-hususi emniyet gücü ve saymaya değmez nice iç bunaltıcı özelliği olan bu yerdeki esas tatsızlık; etrafta başka canlılar olmasıydı. Genel olarak “Komşu” adı verilen bu fenomenle bilinen yöntemlerle iletişim kurmak pek olası değil. Diyelim asansörde bu cisimlerden bir veya bir kaçına rastladınız; reflekslerinize yenilip “günaydın”, “merhaba” derseniz bu sözler ebleh bir surat veya kaçırılan gözlere çarpıp havada kalıyor. Siz de, yere düşen bu lafları alıp onların kıçına sokmak istiyorsunuz doğal olarak ! Aslında nasıl olsa hiçbir durumda tepki göster/emeyeceklerin emin olduğum için bazen “ananızıskym” veya “nasıl? Dün gece eşiniz hamfendiyi güzelce düzdünüz inşeallah” demek istiyorum ama, her zamanki gibi muazzam bir üşengeçlik geliyor üzerinize afiyet.
Yazıya konu canlıların bir özelliği de, akıl almaz üreme yetenekleri. Mesela bizim yan komşular doğum kontrolü diye bir kavram olduğunu sanırım çok yakın bir zamanda keşfetmişler. 2001-2006 yılları arasında determine bir şekilde çiftleşip; günlerini banyoda, su ile doldurulmuş küvette mutluluk ve çığlıklarla geçiren çok miktarda dev kurbağaya sahip olmuşlar. O evde, çocuk dev kurbağalar ve dişi dev kurbağadan başka canlı olmadığına eminim. Hiç erkeğe benzeyen bir canlının sesini duymadım. Muhtemelen kesip yediler onu. Karşı daire, yan, yanın üstü ve yanın üstününün karşısı vıcır vıcır çocuk kaynıyor. Ortalık illegal bir kreş gibi. Karımın çalıştığı plazanın girişinde öğle vakti, bir takım beybiler, tahıl gevreği, hijyenik ped, çukulata, gazlı içecek bok püsür dağıtıyorlarmış. Hani; “bak kullan, belki alışırsın” vs. vs. hesabı. Ben de ciddi olarak sitenin girişinde prezervatif dağıtmayı düşünüyorum.
Burası fevkalade sosyal bir yerleşim alanı. Bazı Pazar sabahları aşağıda hep birlikte kahvaltı yapılıyor. Sonra ev karıları ve vıcır vıcır çocuklar kocaman bir günü aylakça havuzun kenarında geçiriyor. Mutfağa her gidişimde pencereden aynı canlıları aynı beyaz plastik şey üzerinde yatalak halde görüyorum. (Maalesef, şöyle “havuz güzeli” tabir edebileceğim, yüksek topuklu terlikler üzerinde seken acayip karılar yok bizim sitede, mutfak balkonundan görülebilecekler; saçını boyayanların koyu renk saç dipleri ve aşağıya doğru birkaç dilimde inen göbekler.)
Akşamüstleri iş dönüşü binaların orta yerindeki havuzun kenarında yatay kalın çizgili merserize tişört ve şortları ile toplanmış erkek komşuları görüyorum bazen. Plastik terlikleri var hepsinin. Yanı başlarındaki içinden çiçekler fışkıran bir at arabası kalıntısı da görüş alanımda… Nedense sevilen bir öge bu, ev için evcilleştirilmiş olanı da kömürlü ütünün içine konan kuru çiçek galiba. Bu kadar çok yetişkin erkeğin işten gelince kendi başlarına yapacakları hiçbir şeyleri yok gibi görünüyor. Okul dönüşü çantayı fırlatıp atan sonra da sokağa koşan çocuklara benziyorlar. “Ulan, her akşam bahçede toplanmayı gerektirecek kadar ilginç ne konuşuyor olabilirler?” diye düşünüyorum hep. Geçen yıl eski bir yarış arabasının arka tekeri ve yuvarlak camdan muazzam bir yaratıcılıkla oluşturulmuş orta masasının etrafındaydılar. Etrafında çeşitli oturacak şeyler var ve bunların arasında, şu “Emmanuel” filminde kullanılana benzer bir koltuk da vardı sanki! Ama, uyduruyor da olabilirim. Neyse. İçten içe onları kıskanmamak mümkün değil. Yapacak hiçbir şeyi olmadan aylakça vakit öldürebilecek bir bünyeye sahip olmak güzel bir şey olmalı. Bir gün cesaretimi toplayıp ben de ineceğim aşağıya. Fikir tamam, bir de kalın yatay çizgili merserize tişört ve plastik terlik edinsem… Ya da en iyisi, buradan siktir olup gitmek. Ama nereye ?
Edited By Miki
1 yorum:
Merhaba,
Tebrik ederim, çok hoş bir yazı. Küfür etmeniz de beni hiç rahatsız etmedi. Kaleminize kuvvet, dostlukla.
Yorum Gönder