İkinci Dünya
Savaşı boyunca Alman denizaltı gücünün bel kemiğini oluşturan Tip VII serisi
daha savaş başlamadan önce geliştirilmiş [1]
ve savaş sırasında edinilen tecrübelere göre geliştirilen pek çok yenilik
eklenmiş ve alt tipler üretilmiştir. Dayanıklı ve manevra kabiliyeti
yüksek “VII” Kuzey Atlantik’teki çetin savaş şartlarına uygundu. Ucuz
maliyetler, seri üretim teknolojisindeki tecrübe ve cambazlıklarla inanılmaz miktarlarda
üretilebilmişlerdir [2] (Tüm alt tiplerden
toplam 709 adet) !
Ana alt gruplar:
“VII A”, “VII B”, “VII C”, “VII C/41”, “VII C/42”, “VII D” ve “VII F” di.
Bunlardan en başarılı olanı, yani toplam tonajda en çok gemi batıran VII B idi.
Atlantik savaşının Alman Denizaltı Donanması açısından en başarılı
günleri olan 1940-1941 yıllarında bir Tip VIIB, U-99, Nisan
1940’dan Mart 1941’e dek toplam tonajı 280.000 gros ton civarında
olan 43 gemi batırır!
Savaşın
ilerleyen yıllarında işler Almanlar aleyhine dönmüş ve teknolojik açıdan geride
kalan bu teknelerin yerine farklı tipler üretilmiş olsa da [3] , Tip VII denizaltı gücünün temel taşı olmaya devam etti.
Temel tipten
üretilmiş ve birincil görevi düşman kıyılarına mayın döşemek olan Tip “VII D”, basitçe “C” versiyonunun bu
iş için değiştirilmiş haliydi. Denizaltı ile yapılabilecek hainliklerden biri
de, düşman limanlarının ağzına veya gemi trafiğinin yoğun olduğu alanlara
çaktırmadan yaklaşıp bir miktar mayın bırakmak. Mayın döşeyici su üstü gemileri
ile havadan ve yüzeyden çok sıkı korunan liman ağızlarında dolaşmak pek akıllıca
olmadığından, denizaltı bu işe pek uygun, ideal bir cihaz. Tabii bazı sorunlar
çözülürse…
Mayın döşeme
görevleri denizaltılar için oldukça uygun dedim amma, iş o kadar kolay
değil. Esas hedefi açık denizde biçare nakliye gemilerini avlamak için tasarlanmış
ve ana silahı [4] torpido olan
teknelerden bırakılan mayınlar istenen etkiyi yapamıyordu. Bu tür mayınların
boyutları mevcut torpido tüpleri ile belirleniyor, üstelik mayınlar
etkili olacak şekilde dik de döşenemiyordu. Klasik, çıpalı tip mayın döşemek
için özel olarak geliştirilmiş XB serisi denizaltılar ise oldukça büyük, manevrası
yavaş teknelerdi. Burundakiler kaldırıldığından, sadece iki adet kıç
torpido tüpüne sahip bu tekneler yalnızca mayın döşeyici olarak kullanılmaktaydılar.
Pek başarılı oldukları da söylenemezdi.
Yeni ve etkin
bir silah geliştirebilmek için, başarısı kanıtlanmış olan Tip VIIC kullanılarak
kontrol merkezinden teknenin kıçına doğru bir kısım eklendi. Bu bölüm her biri
üçer adet dikey mayın alabilecek beş silo içeriyordu. Teknenin boyu 71 metreden
83 metreye çıkmış, uzatılan bölümdeki balast tankları da ek yakıt depoları
olarak kullanılmıştı. Tip VII C’ ye göre silah gücünde bir değişiklik
olmamış üstelik menzili de artmıştı. (Buraya kadar her şey güzel değil mi ?,
ama dur, sonunu oku…)
Gövdede ve
toplam tonajdaki bu değişiklikler teknenin manevra kabiliyetini olumsuz yönde
etkiler; dalış için gereken süre artarken, güvenli ve maksimum dalış
derinlikleri azalır. Artık eski günler geride kalmış, müttefik uçaklarının,
destroyerlerinin sürekli takibi ve baskısı altındaki Alman denizaltıları için
daha derine daha çabuk dalabilmek iyice önem kazanmıştır. Bu yüzden 1941
ağustosu ile 1942 ocağı arasında borda numaraları U-213’den U-218’e dek
toplam altı adet üretilir. Tip IIV D’ler ile savaşın sonuna dek 31 adet devriye
görevine çıkılmış (bunların yalnızca dokuz tanesi mayın döşeme göreviydi), altı
tekne toplamda kırk üç bin ton civarı
(42,622) on adet tekne batırmıştır.
Genel olarak
bakıldığında atılan taş ürkütülen kurbağaya pek de değmez. Teknelerin beşinin
ve içindeki 241 denizaltıcının[5] defterini
savaş sırasında müttefik donanması dürer, yalnızca biri, U-218 savaşın sonunda
teslim olur. Bu tekne de Almanya’yı işe yarar silah namına arta kalanlardan
temizleme maksatlı “Operation Deadlight” güzelliği kapsamında Aralık 1945’de
batırılır.
İlgimi çektiği
için ben de yıllar önce bu teknelerden birinin (U-216) 1/144 ölçekli modelini
yapmıştım. VII tip denizaltılar onlarca tersanede üretilmiş olmasına rağmen
mayın taşıyıcıların tümü Kiel’deki Germania Tersanesi mamulatı. İkinci Dünya
Savaşından sonra ağır bombardıman ve silahsızlandırma programı çerçevesinde
çanına ot tıkanan bu muazzam ve önemli tesis savaş boyunca 131 adet denizaltı tamamlamış.
1867’de kurulan ve 1902’de Friedrich Krupp tarafından satın alınmasıyla adı Friedrich Krupp Germaniawerft olarak değişen tersanenin ürettiği çok
çeşitli ve ünlü tekne arasında bizim
Nusret mayın gemisi de var.
Bir denizaltı
bugün olduğu gibi o zaman da onlarca farklı teknolojik cambazlığın bir arada
ustalıkla kullanıldığı karmakarışık bir araç. Üretebilmek, daha doğrusu
bileşenlerini sıfırdan var edebilmek için bolca para, bilimsel birikim ve
teknolojik altyapı, kullanabilmek için de bol miktarda taşak gerekiyor.
İçindekileri anlatmak benim sabrımın ve bilgimin dışında olsa da, İkinci Dünya
Savaşı sırasında üretilmiş tipik bir alman denizaltısının üst yapısında dikkati
çeken bazı nesnelerin ne olduğundan söz etmekte yarar olabilir. Burada resimlenen
“VII D” strüktür ve donanım itibarı ile türün en yaygın modeli ile büyük bir
benzerlik gösteriyor, o yüzden genelleme yapmak için uygun.
Silahlar,
antenler, kapaklar, periskoplar, türlü türlü acayiplik…
88’lik güverte topu:
Denizaltının
torpido yükünden sonraki en önemli
silahı topun karada tanksavar ve uçaksavar silahı olarak kullanılan
meşhur “seksensekizlik” ile hiçbir alakası yok. Bu birinci Dünya Savaşı
sırasında Alman su üstü gemilerinde kullanılan toptan geliştirilmiş bambaşka
bir nesne. Mermileri bile birbirlerinin yerine kullanılamıyor. On iki
kilometrelik menzil ve etkili ateş gücü torpido ile yaralanmış ama
batırılamamış gemilerin hakkından gelmeye yeterli. İyi eğitilmiş bir mürettebat
(nişan alan, topu istenen pozisyona getiren, nişan alan, mermi süren ve
cephaneyi taşımak suretiyle bildiğimiz
hamallık görevini üstlenmiş üç kişi, yani toplam 6) ortalama 11 kilo
ağırlıktaki zırh delici veya patlayıcı mermilerden dakikada 16 tane atabiliyor.
Sehpası
ile birlikte tam olarak adını soyadını
söylemek isterseniz; “8.8cm Schiffskanone C/35 in Unterseebotslafette
C/35” demek gerekiyor, yorgunluk verdiyse, kısaltılmışı da kullanabilirsiniz:
“8.8cm Sk C/35in Ubts LC/35”! Şimdi anladınız değil mi, onca bilgiye, zekaya,
maharete rağmen niye savaşı kaybediyor bu adamlar…
Haberleşme Şeyleri:
1950
seçimlerinden sonra, Eylül başlarında çıktığı bir yurt gezisinde yolu
Anamur’a da düşen Ahmet Hamdi Başar anılarında tanık olduğu bir
hadiseden söz eder. Ermenek yolundaki bir kamyon kazasında yirmiden fazla
vatandaş ölmüş; bir o kadarı ağır yaralı olarak kasabaya getirilmiştir.
Yaralılara hemen hiçbir tıbbi müdahale yapılamaz. Ameliyat, röntgen, serum ilaç…
Hiçbir bir şey yoktur. O sırada DP milletvekili olan Başar yaralıların niye
Mersin’e yollanmadığını, en azında neden
Mersin’den yardım istenmediğini
sorduğunda akşam saat beşten sonra telgrafhanenin kapandığı, muharebenin
kesildiğini cevabını alır. Telgrafhaneyi açtırmanın da faydası yoktur,
çünkü hatlar Mersin’e direkt bağlı
değildir! Aradaki merkez de cevap
vermeyecektir. Adamcağızın aklına geldiği geminin telsizi ile Mersin’e ulaşmak
gelir. Kaptan’dan “bizim telsiz yalnız İstanbul’da idarenin telsizi ile konuşur” cevabını
alınca, (evet, adamda Hz. Eyyub sabrı
var) İstanbul’dan Başvekil Adnan Menderes’in acilen telefonla bulunması
istenir, durum anlatılarak acil yardım istenecek, eğer vaktinde yardım gelmezse
yaralıları gemiye bindirerek en yakın bir Kıbrıs limanına götüreceği
bildirilecektir… Sonunda bir saat kadar sonra cevap, sabaha karşı da Mersin’den ambulanslar gelir.
Bu
hikayeden yaklaşık on yıl kadar önce Alman Denizaltıları binlerce kilometre
ötedeki üsleri ile haberleşebiliyorlardı. Kulede biten ve burundan kıça, denizaltının
gövdesi boyunca devam eden teller kara
haberleşmesi için kullanılan HF
(High Frequency), Almanların deyimi ile
KW (Kurzwelle-Kısa Dalga) antenleri. Öndeki tekneden karaya
gönderilenler, arkadakiler ise karadan gönderilecekleri alabilmek için. Arada
kaçırılanlar olup olmadığının tespit imkanı verecek şekilde sıra numaralı, mors alfabesi ile ve şifrelenmiş (şu meşhur
enigma sihirbazlığı) olarak yapılan bu haberleşme için başlarda teknenin yüzeye
çıkması, bazı durumlarda pozisyonu mesaj yönüne doğru yönlendirmesi gerekliydi.
Bununla birlikte, sürekli geliştirilen antenler kısa süre içinde 30 metre
derinlikten bile haberleşmeyi mümkün kılıyor.
Başlarda
genellikle Müttefik Konvoylarının yeri, denizaltıların yer değiştirmeleri veya,
U bilmem kaç denizaltısının başarıları ile ilgili olan mesajlar 1943’den sonra
sıkça uçak veya destroyerlerce batırılan denizaltıların son koordinatlarını
içeriyordu. Gemide yedek olarak
bulundurulan uzun dalga alıcısı ise gerektiğinde radyo sinyallerinin yönünü tespit için
kullanılan halka antenden yararlanıyor.
Radyo sinyal trafiği yüzünden denizaltının yerini tespit mümkün ve kolay olduğu için üslere çok nadir
mesaj gönderiyorlar. Eğitim sırasında tekneler arasında taktik haberleşme için kullanılan telsizler
de savaş görevleri sırasında çok nadir
taşınıyor ve kullanılıyor. Bunlardan başka diğer tekneler ve uçaklara uyarı ve
işaret gönderebilen vericiler, aynı işi gören alıcılar, imdat ve yardım isteyen otomatik sinyal
üreticiler ve ticari yayınları
dinleyebilmek için de (tekne
içine yapılan müzik yayını mürettebat için çok önemliydi) sivil radyolar vardı.
Kısaca, sıradan bir Tip VII denizaltı Anamur’un 1950 sonbaharındaki halinden
çok daha üstün haberleşme sistemlerine sahipti denebilir.
Savaşın
sonlarına doğru, radyo ve radar teknolojisi ilerledikçe, denizaltılar da bu
işten nasiplenip köprülerini bin bir türlü oyuncaklı haberleşme ve radar
antenleri ile dolduruyor. Dalga boylarının kısalması ile birlikte [6] hedef tespit radarları, hedef
radarını tespit radarları, yönlendiriciler gırla… Uzun ve eğlenceli bir
araştırma konusu olabilecek bu konudan çark edip esas işe dönelim: Tüm bu
tertibat Telefunken, Lorenz, (İkinci
Dünya Savaşı ve sonrasına Amerikan Hava Kuvvetlerinin uçak telsizlerini üreten
ve Apollo projesinin haberleşme sistemleri yüklenicisi Collins Radio gibi, Lorenz de daha çok uçak
telsizi üretiyor. Radar ve yönlendirici sinyal vericisi işine de bulaşmışlığı
var) Fieseke & Höpfner, Philips gibi
şirketler tarafından üretiliyor. Ama ana alıcı/vericiler ille de
Telefunken.
Sabrım
olursa güverte ve kule üzerinde görülen diğer ıvır zıvırdan da bahsedeceğim.
BvP.Model ve fotoğraf, BvP.
…......
[1] İşler 1935 Sonları ile 1936 başları
arasında tezgaha konan ve sekiz ayda
bitirilen 10 adet “VII A” ile başlıyor. Güvenli dalış derinliği 100 metre ile sınırlanmış
ama gerektiğinde 200 metredeki basınca dayanabilecek şekilde tasarlanmış bu tekneler yüzeyde saatte 16,5 mil (30,5
km/s) sualtında ise 8 mil (15 km/s) hız
yapabiliyor ve 44 kişilik mürettebat ile yaklaşık 30 saniyede dalabiliyorlardı.
[2] Deutsche Schiff-und Maschinenbau
Aktiengesellshaft “Decimag”, Flender
Werke AG, Howaltswerke AG, HG Stülcken Sohn, F. Schichau-Werke, Neptun Werft AG,
Bremer Vulkan-Vegesacker Werft, Blohm
& Voss , Germania, Nordseewerke, Deutsche Werke AG, Danzigerwerft AG gibi… Baltık Kıyısında konuşlu bu tersaneler savaş süresince 1.150civarında
denizaltı üretip denize indirebildiler (atayizler bi boku açıklayacaksa, hadi bunu
açıklasınlar bakalım).
[3] Bloğun çeşitli yerlerinde Almanlar
aleyhine gelişmeleri izale maksatlı
geliştirilmiş sualtı silah sistemleri hakkında atıp tutan birkaç yazı var.
[4] Güvertedeki epey etkili bir de
88’lik top vardı ama, denizaltı denen meret esas figürü suyun altında,
torpidoları ile gösteriyordu.
[5] Bunlardan U-214’ün son kaptanı,
Deniz üsteğmeni Gerhard Conrad denizaltı Donanmasının en genç komutanlarından
biri. Teknesi 26 Temmuz 1944’de Manş
denizinde batırılıp, tüm mürettebat ile birlikte öldüğünde henüz 21 yaşında.
[6] Savaşın ilk yıllarında kullanılan
130-260 cm boyunda dalgalarla iş gören “Metox 600A” yerine 2-4 cm gibi oldukça
kısa bir dalga aralığında çalışan epey gelişkin “Naxos” gibi radar uyarı detektörleri
kullanıldı. Aynı detektör gece avcı uçaklarında üsse dönüş için sinyal alıcı
olarak da kullanıldı. Bu cihazlar denizaltıları İngilizlerin onları avlamak
için kullandıkları radar donanımlı bombardıman uçaklarından (az da olsa) koruyordu. Havadaki uçak arama radarını açtığında denizaltıdaki
tarayıcı da uyarıda bulunuyor ve mürettebat hemen dalıyordu. Ancak uçaklardan
açılan radar yükseklik nedeniyle çok
daha geniş bir alanı – yani daha uzağı- görebildiğinden denizin hemen üstünden sinyal
tarayan alçak bir tekneye göre çok daha avantajlıydı. Uçağın
denizaltıyı tespit edişi ile tepesine
çöküşü arasında genellikle birkaç dakikadan az zaman vardı. Atlantik
kıyılarındaki üslere giriş çıkış için Biscay Körfezini kullanan denizaltılar İngiliz
Uçaklarının bu can sıkıcı hakimiyetinden bunalıp iki taktik geliştirdiler: 1- Şnorkel vasıtası ile çaktırmadan suyun
altından gitmek (bu da her zaman işe yarayan bir yöntem değildi) 2-
“Ölümden öte köy mü var? “N’olacaksa
olsun” deyip açıktan açığa aslanlar gibi körfeze girip çıkmak, ama bunu
yaparken de tekneyi ürkütücü uçaksavar silahları ile donatıp İngilizlere “geleceğin varsa göreceğin de var”
demek!
1 yorum:
bilgi için çok teşekkürler..
Yorum Gönder