Tophane Çeşmesi| Tophane | I. Mahmut | 1732 | Aralık 2012 |
Kentte var olan gündelik malzemenin çoğu pek dikkati çekmeden, önemsenmeden usul usul hayatlarını sürdürüyor olsa da, esasen şu önemsenmeme hali de bir dezavantaj. Muktedir kafasında canlandırdığı geçmiş estetiği tanımına uymayanı önemsemediği için, hayat hakkı tanımıyor. Üstelik şimdilerin yaygın, ham ve kulaktan dolma o kibirli ecdat hassasiyetinin oturmaya çalıştığı kronolojik zemin de oldukça gevşek. Neyin “Şanlı Ecdat Hatırası” olduğu müphem. Mesela Veznecilerdeki Kuyucu Murat Paşa sebili gayet iyi durumdadır, Sultanahmet Meydanı’na başka bir gezegenden inmiş gibi o çirkin ve görgüsüz Alman Çeşmesi şıkır şıkır durup durur da; Lale Devri’nin ve bir parça sonrasının rokoko kartuş ve madalyonlarla bezeli tuhaf, ilginç ve sıra dışı sebillerinin çoğu tost ve portakal suyu sıkma cihazı ile mücehhez olup, önlerindeki üstü camlı kırmızı buzdolaplarından çubuklu dondurma alınabilir.
Hamidiye Külliyesinin köşesindeki
1777 tarihli [1] I. Abdülhamid HanSebili, külliye IV. Vakıf Han yapılmak üzere yıkılınca, Evkaf Nazırı
Şeyhülislam Hayri Efendi tarafından yirmi birinci yüzyıl başlarında çiklet,
gazoz satılsın diye Alemdar Caddesi’ndeki Zeynep Sultan Camii’nin avlu kapısına
taşıttırılmıştır. Ona çok benzeyen, Kabataş’taki
az daha geç -1785- Koca Yusuf Paşa sebilinde ise menemen söylemek, hatta bir
yandan duvardaki “Ediba sen de yaz itmamına tarih-i zibasın / Söz olmaz tarhına a’la
sebil-i dil küşadır bu” beyitini okuyarak sahanda ekmek gezdirip, afiyetle
gövdeye indirmek mümkündür. Ancak, tuhaf bir yaklaşımla yine aynı sırada
Dolmabahçe’ye doğru, Bezmi-alem Valide
Sultan Camii karşısındaki 1740 tarihli Mehmet Eminağa Çeşme ve Sebili yıllardır
boş durur… Halbuki bir zamanlar o da çay ocağıydı. Hayır, bu ayrımcılık, bu zulüm neden?
Hem, Rokoko üslubunun yurdumda ilk defa bir bütün olarak kullanıldığı, daha
eski, daha güzel bir yapı. Kubbesi, cephenin sürekliliği ile seyrine doyum
olmaz. Oralara yolunuz düşerse dikkatli bir bakın.
Laleli Çeşme | Şişhane | 1903? | 2013 |
On sekizinci yüzyıl sonlarının
“ecdat yadigarı” bu eserlerinin; barok,
rokoko filan, haline üzüldünüz değil mi bir parça? O zaman, daha geç dönem
mimarlık akımlarının temsilcileri olan ve aslında sayıları şu saydıklarımdan
bile az başka örneklere bakalım:
Bunlardan en dikkat çeken ve sıra
dışı olanı, Şişhane’den Galata’ya doğru inen ve nedense tüm dükkanların
külliyen adına "elektrik" dediğimiz o esrarengiz şey aksamı ticareti ile
uğraştığı caddenin, adına yaratıcı bir biçimde “Laleli Çeşme Sokağı” denmiş sokaklarından birinin köşesinde yer
alır. Bölümünün uzmanlık alanı endüstriyel “anaktar”, “sikörta”, priz ve
kablodur. Mesela, caddenin karşısındaki sokaklar abajur, avize mavize satar (90’ların
başında oradaki her dükkan tavanları halojen molekülleri ile bombalayarak endirekt
aydınlatma yapan ayaklı lambalarla doluydu, hep korkardım “ulan zayıflayan demir ve beton yüzünden tavan günün birinde başımıza çöker
mi? ” diye. Öyle çok elektrik harcayıp öyle çok ısı yayarlardı ki, hem aydınlanmak, hem de ısınmak mümkündü)
Arada buradan geçip güncel zevk(sizlik) trendini yakalamak, hangi pahalı ve
acayip tasarımın ucuz kopyalarının ve onların kopyalarının yapılmış olduğunu
görmek mümkün olabilmektedir.
Neyse, başka şey anlatıyoruz burada. Sokağın köşesinde iki cepheli çeşme, üzerinden arsızca
geçen telefon kabloları, hazne çatısının
yağmur oluğu, tam önündeki girilmez tabelası ve etrafındaki keşmekeşle
cinnetüstü bir yer ve konumda. Öyle ki, hafta içi mesai saatlerinde etrafında nakil
vasıtası, homo sapiens, vs olmadan
fotoğrafını çekmek pek mümkün değildir. Üstelik Çelik Gülersoy gibi, “sokağın süsleri, ağaçlar, asmalar ve
çardaklarla bitmezdi: Şimdilerde bile, sağda solda tek tük yaşayan bir dizi
‘aksesuar’ sokağa bir kişilik ve onu öbürlerinden ayıran özellik, renk ve tad
katardı. Nelerdi bunlar. Hepsi sayılamaz ki. Yılların birikimi ile bir köşede
mekan tutmuş, oranın ayrılmaz parçası
haline gelmiş ‘tabloyu tamamlayan’ değişik figürler: Çıkrıklı kuyu bileziği,
bir namazgah, köşe mezarlığı, malta taşı ile kaplı bir set, meydan çeşmesi,
ünlü bir fırın, akşam olur olmaz ampullerini yakan, gümüş rengi deniz
ürünlerini kırmızı tablalarda resim gibi sergileyen köşebaşı balıkçısı,
turşuları ve kıpkırmızı turplarıyla, mor lahanaları ve yeşil salatalarından
resim yapan lakerdacı…” [2] gibi şeyleri aramaya kalkarsanız, işiniz daha
da zordur.
Laleli Çeşme | Şişhane | 1903? | 2013 Mukarnas Yorumu |
Şeyh Zafir Türbe ve Kitaplığı |Yıldız Caddesi, Beşiktaş | 1903 | 2013 |
Denk gelir de karşısında durup
birkaç dakika geçirebilirseniz, bir süre sonra tuhaf ve tekinsiz gelmeye
başlaması kaçınılmazdır (biraz ince olun, şaşırın böyle şeylere). Evet, art
nouveau ya da Osmanlı mülkünde söylendiği üzere “Tarz-ı Cedid” [3] olduğuna eminsinizdir ama; sanki köşe
bileşiminde, o üstteki ampir madalyonla az “eklektiğimsi”dir, çeşme aynasını
oluşturan basamaklı nişin içi de mukarnas yorumuyla Osmanlı mimarisine de göz
kırpar (hani pseudo egzotik mi, yerel historisizm mi demeli, bilemedim şimdi). İstanbul’daki
hiçbir şeye benzemiyor gibi görünmekle birlikte; Beşiktaş’tan Yıldız’a doğru
çıkarken cep telefonunuzla oynamak yerine sağa bakarsanız, tam parka gelmeden
göreceğiniz şeyle arasında bir bağlantı vardır. Hatırladınız değil mi Şeyh
Zafir Türbesini? [4].
Hiçbir şeye benzemez de, belki biraz her şeye benzer… Kare
Planlı türbenin geometrik formu az
Olbrich kütüklüğü taşır, üzerine oturan dilimli/kaburgalı kubbe (sanki) hint hibridi’dir. Şimdilerde öyle değil tabii. Yanındaki kütüphanenin ana pencerelerine, duvarlarına da biraz Mackintosh “değdirmiş”
gibidir. Ezcümle, bu tuhaf şey de çeşme kadar garip ve ilginç. Adamı, yapıyı münasip gördüğü coğrafyayı, esinlendiklerini; tüm bunları bir araya katarsanız iş iyiden iyiye içinden çıkılmaz hale gelir. Amma, kötü de değildir haaa !
Solda, Şeyh Zafir Tekkesi Kitaplıkta Pencere | Raimondo D'Aranco 1903 Sağda, Glasgow Sanat Okulu Ana Girişte Pencere | C.R. Mackintosh 1897 -1899 |
İkisinin de Mimarı Art Nouveau’ya
İslam motiflerini ustaca katışı ve sıra dışılığı ile Türkiye’de iz bırakmış diğer İtalyan
mimardan daha yaratıcı ve fantastik bulunan Bay Raimondo D’Aronco [5].
1893’de Osmanlı Milli Tarım ve Sanayi Fuarı’nı tasarlamak üzere Türkiye’ye çağrılan ama, Temmuz 1894’de İstanbul depremi yüzünden fuar işleri yalan olmasına rağmen (Tarım Orman ve Maadin Nezareti Binası; bugünün Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’nü yapıyor en azından) 1903’e kadar kalan, II. Abdülhamit’in saray mimarı bu zat ayrıca Türkiye’de bilinen ilk Art Nouveau örneğin de mimarı olma şerefini taşıyor. II. Abülhamit’in terzisi Hollanda uyruklu Bay Botter için tasarlanan, İstiklal caddesinin sonundaki Botter Apartmanı. 1900 tarihli bu yapı, dönem itibarıyla öncel Brüksel-Paris/Nancy eksenli eğrisel ve çiçeksi dönemine ait.
1893’de Osmanlı Milli Tarım ve Sanayi Fuarı’nı tasarlamak üzere Türkiye’ye çağrılan ama, Temmuz 1894’de İstanbul depremi yüzünden fuar işleri yalan olmasına rağmen (Tarım Orman ve Maadin Nezareti Binası; bugünün Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’nü yapıyor en azından) 1903’e kadar kalan, II. Abdülhamit’in saray mimarı bu zat ayrıca Türkiye’de bilinen ilk Art Nouveau örneğin de mimarı olma şerefini taşıyor. II. Abülhamit’in terzisi Hollanda uyruklu Bay Botter için tasarlanan, İstiklal caddesinin sonundaki Botter Apartmanı. 1900 tarihli bu yapı, dönem itibarıyla öncel Brüksel-Paris/Nancy eksenli eğrisel ve çiçeksi dönemine ait.
Siz kısaca “floral” stil deyip geçebilirsiniz. Çizmenin
oralardakine doğal olarak İtalyan “Floreale”si de deniyor [6]. Yapılarının çoğu ayakta:
Yıldız Sarayı dış bahçesindeki Yıldız Porselen Fabrikası (o da çok
acayip) Cumhurbaşkanlığı Yazlık Konutu
olarak kullanılan Huber Köşkü, İtalyan Elçiliği Yazlık Sarayı ve Vallaury ile
yaptığı Haydarpaşa Numune Hastanesi, şu anda Maçka Parkında bulunan ama orijinal
yeri Tophane olan (yukarıdaki çocuk karyolası örneğini tekrar okuyun) Abdülhamit Çeşmesi halen duruyor. Maatteessüf yerinde
yeller esen bir yapısı var ki, insanın içi acır. Menderes “imarı” çok
bilmişliği ve hevesine kurban giden, yıkıldığı ile kalan, Karaköy, rıhtım’da
Osmanlı Bankası’nın arkasındaki o çok acayip
1903 tarihli Karamustafa Paşa Mescidi… Ama durun! Yöreye yaptığım son
seyahatte İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu eseri (maatteessüf) tekrardan
bize kazandıracağını öğrendim. Şu, “eser
ihya etmek”, “yeniden ayağa kaldırmak” tutkusu, kibri nasıl bir şeydir arkadaş? Üstelik; yıkılmasına sebep olanın politik kimliği, o kimliğin son elli yılda dillendiriliş biçimi göz önüne alındığında iyice sıkıntılı bir "görünür kılma" ameliyesi. Neyse, İş iyice tatsızlaşmadan esas diyeceklerimi edeyim.
Karamustafa Paşa Mescidi | 1903 - 1958 Soldan Sağa, Yapının Eski Fotoğrafı, Yeniden Yapıma İlişkin Canlandırma, İnşaat Alanı ve Çevreleyen Panolar | Eski Fotoğraf Pano Üzerinden | Mayıs 2015 |
Yapım tarihi bilinmeyen çeşme,
biçimsel benzerlikleri dikkate alındığında 1903 tarihli türbe ile birlikte tasarlanıp yapılmış olmalı. Ama şu tarihsizlik, mimarın bilinememesi konusu
sizi fazla üzmesin, zaten az yukarıda epey sıkıldınız. Yüzyıl başında ülkemize
girmiş, epey de yaygınlaşmış bu tarza ait
diğer yapıların da çoğunlukla ne mimarı ne de yapım tarihi biliniyor zaten. Halen yetkin ve yeterli katalog çalışması bile yapıl(a)mamış bu çok ilginç yapılara, tarza ve diğer çeşme hikayelerine arada sırada tekrar döneceğim. Hem, bunun bir de daha da "cedit" olanı, "Art Deco" tesmiye edileni var ki...
Bu yazıyı
nebleyim, bir nev’i girizgah olarak okuyun. Aslında yine sadece şu ilginç
çeşmeden bahsedecektim.
BvP,
Dergah el- Hakim Fotoğrafı Wikipedia'dan. Çeken zat : Md iet
Glasgow Sanat Okulu Fotoğrafından ayrıntı : Steve Cadman, Flickr
Diğerleri BvP
.............................
Glasgow Sanat Okulu Fotoğrafından ayrıntı : Steve Cadman, Flickr
Diğerleri BvP
.............................
[1] Düşülmüş tarih ? Var tabii, olmaz mı, hatta onun tarih beyiti
daha da güzel: Yazdı tarihini anın
getürdi lali / Kevserin aynı değil mi bu sebil-i ziba 1191
[2] Gülersoy, İstanbul Estetiği, 1983. s.63.
Tüyler ürpertici “Gülersoy Romantizmi”
nin panzehirini, o mekanları bizzat yaşayıp görmüş, her yönü ile anlatmış Hüseyin
Rahmi Gürpınar’ın romanlarında arayıp bol miktarda bulmak mümkündür ya, kısaca fikir
sahibi olunması için, bu çok ilginç
konuya ait ve fakat oldukça kötü edisyon
hataları ile dolu bir kitaptaki örneklere
bakılmasını önereceğim:
Taştan Zeki – Oto, Elif Duran:
“Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanlarında Mahalle Hayatı”. Kitapevi, İstanbul,
2014.
[3] Endüstri devrimini gerçekleştirememiş, sıkıntılarını yaşamamış Osmanlı ülkesinde yeni sanat akımları ve özellikle makineleşmeye tepki olarak doğan bu sanat akımına talep, parasal ve toplumsal koşulların oluşumu çok ilginç ve tuhaf. Aslında her zamanki gibi talep saraydan geliyor. Konuya ilişkin tartışma ve saptamalar için Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi içinde Afife Batur’un “İstanbul Art Nouveau’su isimli makalesine bakılabilir (cilt 4, 1086-1088). Konu ile ilgili daha yeni tarihli, daha anlaşılabilir başka bir kaynak ise Haziran-Temmuz 2005 yılında düzenlenen ve İstanbul Art Nouveau’sunu merkez alan “Yeni Sanat (1890-1930) Avrupa’dan İstanbul’a Art Nouveau Sergisi” için Mimarlar Odasınca basılan Katalog. Akımın Türkiye ve Dünyadaki örnekleri ile tanım açısından zengin bir kaynak.
[4] II. Abdülhamit tarafından, Tarikatın Şeyhi Muhammed Zafir
Efendi için kurulan tekkenin Kitaplık, çeşme ve türbeden oluşan bölümü.
Kütüphane, Türbe ve Cami onarılmış (1974’deki onarım sırasında türbenin kubbesi
nazikane bir tabirle “disfigüre” edilmiş. Gerçekten de, yapının perspektiflerde
görünen haline hiç benzemiyor ve yine nazikane tanımlamak gerekirse, bir parça
tuhaf) Yıldız caddesine genişçe cepheli
diğer müştemilat bugün harap halde.
Caminin mimarı bilinmiyor, 2010 yılında restore edilmiş. Yapı grubunun oldukça geniş bahçesinin bir
bölümü park, bir bölümü ise Conrad
oteli.
[5] Diğer zat burada daha fazla vakit geçirmiş ve – görece- az görkemli yapılarına rağmen bence uzun vadede etkileri ve katkısı daha fazla olan Giulio Mongeri. İki Mimarı da Doğu Dünyasındaki motiflerin yapı üretimlerinin niteliğine ve üsluplarına katkıları açısında inceleyen ilginç bir makale:
Alfieri, Bianca Maria "D'Aronco and Mongeri: Two Italian Architects in Turkey" Journal of the Islamic Environmental Design Research Centre, 142-153. Rome: Carucci Editore, 1990
[6] Evet Botter apartmanı; hatta Mimarı ve tarihi belirsiz Sirkeci’deki güzelim
Vlora Han da floral stilde, ama bu yapılar İtalyan ve Fransız floralindeki gibi
tüm cepheyi saran, yayılan bir bezeme anlayışının uzağındalar. Öyle üstünkörü
kopyalar değil yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder