Emsallerine faiktir

Haziran 05, 2015

Yadigar- ı Ecdat ve Art Nouveau

Tophane Çeşmesi| Tophane | I. Mahmut | 1732 | Aralık 2012
Yok, konumuz şu resimdeki fiyakalı çeşme ve/veya türevleri değil,  rahat olun. İstanbul’da halen daha ilginç ve dikkate değer şeyler var. Hem Allahıma bin kere şükürler olsun ki;  bunlar “Muhteşem Osmanlı”yı televizyon dizisi dekoru estetiği ile yansıtmadıklarından politikacıların, kent yöneticilerinin, bil umum mes’ul eşhasın dikkatini çekmiyor, “restorasyon” filan görüp mıncıklanmıyorlar.  Uzun süredir bu kendi haline bırakılmış olma halinin,  bir yapı ögesine ait estetik kalibreyi belirleyen türden gösterge olduğunu düşünür oldum. Basitçe:  kurcalanmamış, orası burası ellenmemiş ise, ya da saçma sapan bir işlevle kullanılıyorsa dikkatli bakın; ilginç, güzel ve sıra dışı bir şeyler görme ihtimaliniz yüksektir. 
Kentte var olan gündelik malzemenin çoğu pek dikkati çekmeden, önemsenmeden usul usul hayatlarını sürdürüyor olsa da, esasen şu önemsenmeme hali de bir dezavantaj. Muktedir  kafasında canlandırdığı geçmiş estetiği tanımına uymayanı önemsemediği için, hayat hakkı tanımıyor. Üstelik şimdilerin yaygın, ham ve kulaktan dolma o kibirli ecdat hassasiyetinin oturmaya çalıştığı kronolojik zemin de oldukça gevşek. Neyin “Şanlı Ecdat Hatırası” olduğu müphem. Mesela Veznecilerdeki Kuyucu Murat Paşa sebili gayet iyi durumdadır, Sultanahmet Meydanı’na başka bir gezegenden inmiş gibi  o çirkin ve görgüsüz Alman Çeşmesi  şıkır şıkır durup durur da;   Lale Devri’nin ve bir parça sonrasının rokoko kartuş ve madalyonlarla bezeli  tuhaf, ilginç ve sıra dışı sebillerinin çoğu tost ve portakal suyu sıkma cihazı ile mücehhez olup, önlerindeki üstü camlı kırmızı buzdolaplarından çubuklu dondurma alınabilir.
Hamidiye Külliyesinin köşesindeki 1777 tarihli [1] I. Abdülhamid HanSebili, külliye IV. Vakıf Han yapılmak üzere yıkılınca, Evkaf Nazırı Şeyhülislam Hayri Efendi tarafından yirmi birinci yüzyıl başlarında çiklet, gazoz satılsın diye Alemdar Caddesi’ndeki Zeynep Sultan Camii’nin avlu kapısına taşıttırılmıştır. Ona çok benzeyen,  Kabataş’taki az daha geç -1785- Koca Yusuf Paşa sebilinde ise menemen söylemek, hatta bir yandan duvardaki “Ediba sen de yaz itmamına tarih-i zibasın / Söz olmaz tarhına a’la sebil-i dil küşadır bu” beyitini okuyarak sahanda ekmek gezdirip, afiyetle gövdeye indirmek mümkündür. Ancak, tuhaf bir yaklaşımla yine aynı sırada Dolmabahçe’ye doğru,  Bezmi-alem Valide Sultan Camii karşısındaki 1740 tarihli Mehmet Eminağa Çeşme ve Sebili yıllardır boş durur… Halbuki bir zamanlar o da çay ocağıydı. Hayır, bu ayrımcılık, bu zulüm neden? Hem, Rokoko üslubunun yurdumda ilk defa bir bütün olarak kullanıldığı, daha eski, daha güzel bir yapı. Kubbesi, cephenin sürekliliği ile seyrine doyum olmaz. Oralara yolunuz düşerse dikkatli bir bakın.
 
Laleli Çeşme | Şişhane
| 1903? | 2013
Derdim fevkalade nadirattan, yeryüzünün başka hiçbir yerinde eşi benzeri olmayan Osmanlı rokokosu yapılarının korunma(ma) ve varlıklarını sürdürüşlerine ilişkin sorunları şeyetmek değil. Madem çeşme, sebil; muhteşem ecdat filan konuşuyoruz, bir iki laf edeyim dedim. Hem, en azından bu sebiller oldukça şanslı: yol mu genişletilecek, yaslandıkları duvar mı yıkılacak? Hoop al oradan,  sökülür takılır çocuk karyolası gibi götür başka yerde kur. Mesela yine bizim şu menemen sebili’nin sırasında, duvar dibindeki Silahtar Yahya Efendi Çeşmesi yol genişletme çalışmaları sırasında bulunduğu yerden sökülür ve kaybolur. Uzun yıllar sonra parçaların bir kısmı Feriköy’deki İ.E.T.T. garajında bulunur da, eksik parçalar tamamlanarak şimdi bulunduğu yere yeniden köternelenir.
On sekizinci yüzyıl sonlarının “ecdat yadigarı” bu eserlerinin;  barok, rokoko filan, haline üzüldünüz değil mi bir parça? O zaman, daha geç dönem mimarlık akımlarının temsilcileri olan ve aslında sayıları şu saydıklarımdan bile az başka örneklere bakalım:
Bunlardan en dikkat çeken ve sıra dışı olanı, Şişhane’den Galata’ya doğru inen ve nedense tüm dükkanların külliyen adına "elektrik" dediğimiz o esrarengiz şey aksamı ticareti ile uğraştığı caddenin, adına yaratıcı bir biçimde “Laleli Çeşme Sokağı” denmiş sokaklarından birinin köşesinde yer alır. Bölümünün uzmanlık alanı endüstriyel “anaktar”, “sikörta”, priz ve kablodur. Mesela, caddenin karşısındaki sokaklar abajur, avize mavize satar (90’ların başında oradaki her dükkan tavanları halojen molekülleri ile bombalayarak endirekt aydınlatma yapan ayaklı lambalarla doluydu, hep korkardım “ulan zayıflayan demir ve beton yüzünden tavan günün birinde başımıza çöker mi? ” diye. Öyle çok elektrik harcayıp öyle çok ısı yayarlardı ki,  hem aydınlanmak, hem de ısınmak mümkündü) Arada buradan geçip güncel zevk(sizlik) trendini yakalamak, hangi pahalı ve acayip tasarımın ucuz kopyalarının ve onların kopyalarının yapılmış olduğunu görmek mümkün olabilmektedir. 

Laleli Çeşme | Şişhane
| 1903? | 2013
Mukarnas Yorumu
Neyse, başka şey anlatıyoruz burada. Sokağın köşesinde iki cepheli çeşme, üzerinden arsızca geçen telefon kabloları,  hazne çatısının yağmur oluğu, tam önündeki girilmez tabelası ve etrafındaki keşmekeşle cinnetüstü bir yer ve konumda. Öyle ki, hafta içi mesai saatlerinde etrafında nakil vasıtası, homo sapiens,  vs olmadan fotoğrafını çekmek pek mümkün değildir. Üstelik Çelik Gülersoy gibi, “sokağın süsleri, ağaçlar, asmalar ve çardaklarla bitmezdi: Şimdilerde bile, sağda solda tek tük yaşayan bir dizi ‘aksesuar’ sokağa bir kişilik ve onu öbürlerinden ayıran özellik, renk ve tad katardı. Nelerdi bunlar. Hepsi sayılamaz ki. Yılların birikimi ile bir köşede mekan tutmuş,  oranın ayrılmaz parçası haline gelmiş ‘tabloyu tamamlayan’ değişik figürler: Çıkrıklı kuyu bileziği, bir namazgah, köşe mezarlığı, malta taşı ile kaplı bir set, meydan çeşmesi, ünlü bir fırın, akşam olur olmaz ampullerini yakan, gümüş rengi deniz ürünlerini kırmızı tablalarda resim gibi sergileyen köşebaşı balıkçısı, turşuları ve kıpkırmızı turplarıyla, mor lahanaları ve yeşil salatalarından resim yapan lakerdacı…” [2]  gibi şeyleri aramaya kalkarsanız, işiniz daha da zordur.

Şeyh Zafir Türbe ve Kitaplığı |Yıldız Caddesi, Beşiktaş
| 1903 | 2013

Denk gelir de karşısında durup birkaç dakika geçirebilirseniz, bir süre sonra tuhaf ve tekinsiz gelmeye başlaması kaçınılmazdır (biraz ince olun, şaşırın böyle şeylere). Evet, art nouveau ya da Osmanlı mülkünde söylendiği üzere “Tarz-ı Cedid” [3]  olduğuna eminsinizdir ama; sanki köşe bileşiminde, o üstteki ampir madalyonla az “eklektiğimsi”dir, çeşme aynasını oluşturan basamaklı nişin içi de mukarnas yorumuyla Osmanlı mimarisine de göz kırpar (hani pseudo egzotik mi, yerel historisizm mi demeli, bilemedim şimdi). İstanbul’daki hiçbir şeye benzemiyor gibi görünmekle birlikte; Beşiktaş’tan Yıldız’a doğru çıkarken cep telefonunuzla oynamak yerine sağa bakarsanız, tam parka gelmeden göreceğiniz şeyle arasında bir bağlantı vardır. Hatırladınız değil mi Şeyh Zafir Türbesini? [4]. 
Solda, Dergah-ı-Hakim Bahçeleri içinde  Abdülkadir Hakimüddin Türbesi |   Burhanpur, Hindistan | 18.Yüzyıl |
| Sağda, Şeyh Zafir Türbe ve Kitaplığı |Yıldız Caddesi, Beşiktaş | Müellif Tarafından Çizilmiş Perspektif

Hiçbir şeye benzemez de, belki biraz her şeye benzer…  Kare Planlı türbenin geometrik  formu az Olbrich kütüklüğü taşır, üzerine oturan dilimli/kaburgalı kubbe (sanki) hint hibridi’dir. Şimdilerde öyle değil tabii.  Yanındaki kütüphanenin ana pencerelerine, duvarlarına da biraz Mackintosh “değdirmiş” gibidir. 
Ezcümle, bu tuhaf şey de  çeşme kadar garip ve ilginç. Adamı, yapıyı münasip gördüğü coğrafyayı, esinlendiklerini; tüm bunları bir araya katarsanız iş iyiden iyiye içinden çıkılmaz hale gelir. Amma,  kötü de değildir haaa !

 Solda,  Şeyh Zafir Tekkesi Kitaplıkta Pencere | Raimondo D'Aranco  1903
Sağda, Glasgow Sanat Okulu Ana Girişte Pencere | C.R. Mackintosh  1897 -1899
İkisinin de Mimarı Art Nouveau’ya İslam motiflerini ustaca katışı ve sıra dışılığı  ile Türkiye’de iz bırakmış diğer İtalyan mimardan daha yaratıcı ve fantastik bulunan Bay Raimondo D’Aronco [5]. 
1893’de Osmanlı Milli Tarım ve Sanayi Fuarı’nı tasarlamak üzere Türkiye’ye çağrılan ama, Temmuz 1894’de İstanbul depremi yüzünden fuar işleri yalan olmasına rağmen (Tarım Orman ve Maadin Nezareti Binası; bugünün Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’nü yapıyor en azından) 1903’e kadar kalan, II. Abdülhamit’in saray mimarı bu zat ayrıca Türkiye’de bilinen ilk Art Nouveau örneğin de mimarı olma şerefini taşıyor.  II. Abülhamit’in terzisi Hollanda uyruklu Bay Botter için tasarlanan, İstiklal caddesinin sonundaki Botter Apartmanı. 1900 tarihli bu yapı, dönem itibarıyla öncel  Brüksel-Paris/Nancy eksenli eğrisel ve çiçeksi dönemine ait. 
Siz kısaca “floral” stil deyip geçebilirsiniz. Çizmenin oralardakine doğal olarak İtalyan “Floreale”si de deniyor [6]. Yapılarının çoğu ayakta:  Yıldız Sarayı dış bahçesindeki Yıldız Porselen Fabrikası (o da çok acayip)  Cumhurbaşkanlığı Yazlık Konutu olarak kullanılan Huber Köşkü, İtalyan Elçiliği Yazlık Sarayı ve Vallaury ile yaptığı Haydarpaşa Numune Hastanesi, şu anda Maçka Parkında bulunan ama orijinal yeri Tophane olan (yukarıdaki çocuk karyolası örneğini tekrar okuyun) Abdülhamit Çeşmesi halen duruyor. Maatteessüf yerinde yeller esen bir yapısı var ki, insanın içi acır. Menderes “imarı” çok bilmişliği ve hevesine kurban giden, yıkıldığı ile kalan, Karaköy, rıhtım’da Osmanlı Bankası’nın arkasındaki o çok acayip  1903 tarihli Karamustafa Paşa Mescidi… Ama durun! Yöreye yaptığım son seyahatte İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu eseri (maatteessüf) tekrardan bize kazandıracağını öğrendim. Şu,  “eser ihya etmek”, “yeniden ayağa kaldırmak” tutkusu, kibri nasıl bir şeydir arkadaş? Üstelik; yıkılmasına sebep olanın politik kimliği, o kimliğin son elli yılda  dillendiriliş biçimi  göz önüne alındığında iyice sıkıntılı bir "görünür kılma"  ameliyesi.  Neyse, İş iyice tatsızlaşmadan esas diyeceklerimi edeyim.  

 Karamustafa Paşa Mescidi | 1903 - 1958 
Soldan  Sağa, Yapının  Eski Fotoğrafı,  Yeniden Yapıma İlişkin Canlandırma,  
İnşaat Alanı ve Çevreleyen Panolar | Eski Fotoğraf  Pano Üzerinden  | Mayıs 2015

Yapım tarihi bilinmeyen çeşme, biçimsel benzerlikleri dikkate alındığında 1903 tarihli türbe ile birlikte  tasarlanıp yapılmış olmalı. Ama şu tarihsizlik, mimarın bilinememesi konusu sizi fazla üzmesin, zaten az yukarıda epey sıkıldınız. Yüzyıl başında ülkemize girmiş,  epey de yaygınlaşmış bu tarza ait diğer yapıların da çoğunlukla ne mimarı ne de yapım tarihi biliniyor zaten. Halen yetkin ve yeterli katalog çalışması bile  yapıl(a)mamış bu çok ilginç yapılara, tarza  ve diğer çeşme hikayelerine  arada sırada tekrar döneceğim. Hem, bunun bir de daha da   "cedit" olanı, "Art Deco" tesmiye edileni var ki...
Bu yazıyı nebleyim, bir nev’i girizgah olarak okuyun. Aslında yine sadece şu ilginç çeşmeden bahsedecektim.

BvP,

Dergah el- Hakim Fotoğrafı Wikipedia'dan.  Çeken zat  : Md iet
Glasgow Sanat Okulu Fotoğrafından ayrıntı : Steve Cadman, Flickr
Diğerleri BvP

.............................
[1] Düşülmüş tarih ? Var tabii, olmaz mı, hatta onun tarih beyiti daha da güzel: Yazdı tarihini anın getürdi lali / Kevserin aynı değil mi bu sebil-i ziba 1191

[2] Gülersoy, İstanbul Estetiği, 1983. s.63.

Tüyler ürpertici “Gülersoy Romantizmi” nin panzehirini, o mekanları bizzat yaşayıp görmüş, her yönü ile anlatmış Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanlarında arayıp bol miktarda bulmak mümkündür ya, kısaca fikir sahibi olunması için, bu çok ilginç konuya ait ve fakat oldukça  kötü edisyon hataları ile dolu bir kitaptaki  örneklere bakılmasını önereceğim:

Taştan Zeki – Oto, Elif Duran: “Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanlarında Mahalle Hayatı”. Kitapevi, İstanbul, 2014.

[3] Endüstri devrimini gerçekleştirememiş, sıkıntılarını yaşamamış Osmanlı ülkesinde yeni sanat akımları ve özellikle makineleşmeye tepki olarak doğan bu sanat akımına talep, parasal ve toplumsal koşulların oluşumu çok ilginç ve tuhaf. Aslında her zamanki gibi talep saraydan geliyor.  Konuya ilişkin tartışma ve saptamalar için Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi içinde Afife Batur’un “İstanbul Art Nouveau’su isimli makalesine bakılabilir (cilt 4, 1086-1088). Konu ile ilgili daha yeni tarihli, daha anlaşılabilir başka bir kaynak ise Haziran-Temmuz 2005 yılında düzenlenen ve İstanbul Art Nouveau’sunu merkez alan “Yeni Sanat (1890-1930) Avrupa’dan İstanbul’a Art Nouveau Sergisi” için Mimarlar Odasınca basılan Katalog. Akımın Türkiye ve Dünyadaki örnekleri ile tanım açısından zengin bir kaynak.

[4] II. Abdülhamit tarafından, Tarikatın Şeyhi Muhammed Zafir Efendi için kurulan tekkenin Kitaplık, çeşme ve türbeden oluşan bölümü. Kütüphane, Türbe ve Cami onarılmış (1974’deki onarım sırasında türbenin kubbesi nazikane bir tabirle “disfigüre” edilmiş. Gerçekten de, yapının perspektiflerde görünen haline hiç benzemiyor ve yine nazikane tanımlamak gerekirse, bir parça tuhaf)  Yıldız caddesine genişçe cepheli diğer müştemilat bugün harap halde.  Caminin mimarı bilinmiyor, 2010 yılında restore edilmiş.  Yapı grubunun oldukça geniş bahçesinin bir bölümü park,  bir bölümü ise Conrad oteli.
[5] Diğer  zat  burada daha fazla vakit geçirmiş  ve – görece- az görkemli yapılarına rağmen bence  uzun vadede etkileri ve katkısı daha fazla olan Giulio Mongeri.  İki Mimarı da Doğu Dünyasındaki motiflerin yapı üretimlerinin niteliğine ve üsluplarına katkıları açısında inceleyen ilginç bir makale: 

Alfieri, Bianca Maria "D'Aronco and Mongeri: Two Italian Architects in Turkey" Journal of the Islamic Environmental Design Research Centre, 142-153. Rome: Carucci Editore, 1990

[6] Evet Botter apartmanı;  hatta Mimarı ve tarihi belirsiz Sirkeci’deki güzelim Vlora Han da floral stilde, ama bu yapılar İtalyan ve Fransız floralindeki gibi tüm cepheyi saran, yayılan bir bezeme anlayışının uzağındalar. Öyle üstünkörü kopyalar değil yani.



Hiç yorum yok: