Cumhuriyetin ellinci yılında on yaşındaydım. Türlü sosyal ve politik çalkantılar içinde
çaresiz, dünyaya kapalı, parasız ve
silik ülke elinden geldiğince, karınca
kararınca kutlamıştı bu önemli dönemeci. İlkokulda “bayrak töreni”
sırasında İstiklal marşından sonra bir
de gırtlağımız parçalanırcasına “Müüjjdeleeer vaaar
yurdumun taşınaaaatoprağınaaaa” diye, çok uzun olan 50. Yıl Marşının
– sanırım - ilk iki kıtasını
söylüyorduk. Oldukça eğlenceli bölümleri bu vardı bu
marşın: “Yılları bir çığ gibi aşarak hafta hafta koşuyoruz durmadan kadın-erkek
bir safta”[1] gibi… Ama benim favorim, “Tekniğin dev nabzında her adım, her dakika, çarklarda aynı tempo, yüreklerde aynı marş…" tı.
Maalesef bir 1933 coşkusu yoktu ortalıkta. Marş ta öyle Faruk Nafiz Çamlıbel ile Behçet Kemal Çağlar’ın yazdığı 10 yıl marşı kadar güzel değildi. Zaten devlet de bu defa gazetelere ilanlar filan verip, “Cumhuriyet Bayramının heyecanına sesiyle de karışacak her vatandaş bu marşı öğrenmeye gelmelidir” diye Halkevlerine davet etmemişti [2]. “Toprak alma töreni” de yapıldı mı bilmiyorum. Ekim 1933’de Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Merkezinden vilayet ve kazalara gönderilen bir yazıda nasıl alınacağı detaylı bir şekilde anlatılarak, kutlama yapılacak meydanlardan alınacak birer avuç toprağın Ankara’ya gönderilmesi istenir. Alınan toprakların bir kısmı aynı yıl içerisinde Ankara’ya ulaştırılamamış olduğu veya, gelenlerin bir kısmı usulüne uygun ! olmadığı için geri gönderildiği bilinmektedir [3].
Maalesef bir 1933 coşkusu yoktu ortalıkta. Marş ta öyle Faruk Nafiz Çamlıbel ile Behçet Kemal Çağlar’ın yazdığı 10 yıl marşı kadar güzel değildi. Zaten devlet de bu defa gazetelere ilanlar filan verip, “Cumhuriyet Bayramının heyecanına sesiyle de karışacak her vatandaş bu marşı öğrenmeye gelmelidir” diye Halkevlerine davet etmemişti [2]. “Toprak alma töreni” de yapıldı mı bilmiyorum. Ekim 1933’de Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Merkezinden vilayet ve kazalara gönderilen bir yazıda nasıl alınacağı detaylı bir şekilde anlatılarak, kutlama yapılacak meydanlardan alınacak birer avuç toprağın Ankara’ya gönderilmesi istenir. Alınan toprakların bir kısmı aynı yıl içerisinde Ankara’ya ulaştırılamamış olduğu veya, gelenlerin bir kısmı usulüne uygun ! olmadığı için geri gönderildiği bilinmektedir [3].
Maalesef 1973’de böyle tamimler gönderilmedi. Yine de Türkiye Cumhuriyeti geleneklerine uygun olarak yaptı hazırlıklarını. O yılın
Martında Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşunun 50nci yıldönümünün kutlanması
hakkında 1701 numaralı kanun yürürlüğe
girdi [4]. Çok miktarda kamu yapısı, özellikle okul Ekim 1973’e yetiştirildi. Keban Barajı, İstanbul Boğaz Köprüsü’nün açılışları yapıldı [5]. 29 Ekim gecesi öyle kolayca gaza gelmez, çok üşengeç babamla Ortaköy’e gidip, Köprünün
ayaklarına yakın bir yerde bakkaldan aldığımız füzelerle “bayram” yaptığımızı hatırlıyorum.
Daha rafine kutlamalar da oldu. Ankara ve İzmir’de 20 –
30 Eylül tarihleri arasında, X. Klasik Arkeoloji Kongresi yaklaşık 650 katılımcı ile gerçekleştirildi. Katılanların 500’ünü 33 farklı ülkeden
gelenlerin oluşturduğu toplantıda, 137 uzmanın sunduğu bildirilerin 122 tanesi bir
araya getirilerek daha sonra 3 cilt halinde basıldı [6]. Türkiye’de bir daha
böylesine zengin bir toplantı yapıldı mı?
Bilmiyorum işin açığı. Ellinci
yılda kültür ve sanata yönelik faaliyetler de ihmal edilmedi elbette. Mesela, programı
klasik müzik ağırlıklı İstanbul Festivali’nin birincisi ilk defa o yıl
düzenlendi.
Kültürel ağırlıklı kutlamalarda başka bir sanat dalı da
unutulmadı: Heykel! 50. Yıl kutlama kurulu İstanbul’un çeşitli park alan ve
yollarına serbest sanat eserleri konmasını kararlaştırdı.
Türk halkı yeni bir yaşam biçiminin, kentleşmenin
modernleşmenin bir parçası ve ulusal bilinci pekiştirmeye yarayacak bir unsur
olarak ele alıp tartıştığı plastik sanatların
bu dalını, özellikle Cumhuriyet ile
birlikte daha da önemsemeye başlamış olduğunu zaten hep
biliyorduk [7].
Afyon| Krippel |
Bu ilgi genel olarak erkek
figürünün skine, taşağına, kadın figürlerinin orospu olup olmadığına, orospu gibi giyinip giyinmediğine, belediye başkanlarına “teklif edecek”miş gibi durup durmadığına yönelik olsa da, gerçekti hakkaten. Mesela Krippel’in Afyon’daki Zafer Anıtında, yerde yatan düşmana hücum ederken tasvir edilmiş
Türk’ü simgeleyen çıplak erkek figürünün
erkeklik organı ahlaka aykırı bulunarak 1950’li yıllarda kesilmişti ! (Osma
2003:105)
Bu eylemin ardında sanki daha pratik kaygılar varmış da, iş “Ahlaka
aykırı”ya bağlanmış gibi gelir bana hep:
Heykel’deki takım taklavatı gören Afyon’luların kadınlı erkekli canları çekmiş; “bizlere
niye böylesi kısmet olmadı” demişlerdir belki kim bilir?
Nasıl kestiler acaba? Belediyede var mıdır bu işin uzmanı? Perde gerip “tak”, “tak”, “tak”… O kesilen “şey”e ne oldu? Boru değil Türk’ü simgeliyor heykel. Takımlar bir demirbaş numarası ile ambara filan mı kondu? Mesela 2.000 yıl sonra Afyon’da yapılan arkeolojik kazılarda: “zafer kazanmış ulusun düşman karşısındaki zaferini simgeleyen erkek figürünün cinsel organı yaklaşık beş kilometre uzaklıktaki yapı kalıntılarında bulundu”! Al sana çözülmesi imkansız bir arkeolojik sır. Sırf üzerine kırmızı yağlı boya ile yazılmış o altı, yedi haneli demirbaş numarası için ne doktora tezleri, ne sempozyum bildirileri hazırlanır.
Nasıl kestiler acaba? Belediyede var mıdır bu işin uzmanı? Perde gerip “tak”, “tak”, “tak”… O kesilen “şey”e ne oldu? Boru değil Türk’ü simgeliyor heykel. Takımlar bir demirbaş numarası ile ambara filan mı kondu? Mesela 2.000 yıl sonra Afyon’da yapılan arkeolojik kazılarda: “zafer kazanmış ulusun düşman karşısındaki zaferini simgeleyen erkek figürünün cinsel organı yaklaşık beş kilometre uzaklıktaki yapı kalıntılarında bulundu”! Al sana çözülmesi imkansız bir arkeolojik sır. Sırf üzerine kırmızı yağlı boya ile yazılmış o altı, yedi haneli demirbaş numarası için ne doktora tezleri, ne sempozyum bildirileri hazırlanır.
Uzatmayalım; 50. Yılda 50 yere, 50 kişiliğini kabul ettirmiş
ve İstanbul’da yaşayan 50 heykel ısmarlanması düşünülür [8]. Bu öyküyü Tan
Oral, Yaza Çize adlı kitabında tatlı tatlı
dalgasını geçerek anlatır:
“Ne var ki, ortaya
konulan para elliye bölününce azalıyordu, onun için 50 kişiğini kabul ettirmiş
sanatçı yerine ve kalanların lehine sayı yirmiye indiriliverdi. Para da on
binden yirmi bine çıktı. (…) Yine de her şey yolunda idi. Bir bakanın
başkanlığındaki kutlama kurulu karar veriyordu.
Vali muavini sanatçılara mektupla durumu bildiriyordu. Sanatçılara avansları
veriliyordu. Eh her ne kadar süre azlığından sanatçılar 50. Yıl onuruna çalışma
yapmıyor da ellerindeki eski işleri bu işe gönderiyorlarsa da, ne yapalım olur
o kadar, serbest deniyordu ya gönderilen mektupta. Sonra vilayet ve belediye
temsilcilerinin de katıldığı bir toplantıda il kutlama kurulu eser projelerini
onaylıyor. İstanbul valisi ‘Eskizleri gördük ana müdahalede bulunmadık. Jürinin
taktirine bıraktık’ diyor. Eskizler Ankara’ya gidiyor orada da onaylanıyor. Eserler
yapılıyor. Ve yavaş yavaş yerlerine konulmaya başlıyor. İşte Cumhuriyetin 50.
Kuruluş yılını kutlamak üzere yapılan serbest eserler, ‘bekçilik eden ince uzun
bir kadın formu’, tavus kuşu, soyutlanmış bir kadın figürü, soyut figürlerle
bezeli dörtgen bloklar, bakır form, negatif form, balonlar, form (yalnız form),
yuvarlak form, yağmur, yankı adlı beyaz
form, duygusal kabartmalarla bezenmiş anıtsal sütun, kompozisyon çalışması, kubbemsi
form vb. Yazarlar ve eleştirmenler de memnundur. Röportajlar, fotoğraflar,
aferinler... Sonra, yorumlar, konuşmalar, ‘Ben anlamam zaten’ler, ‘Ben
demiştim’ler, ‘Ben karışmam’lar, ‘Ben de sizin gibi düşünüyorum’, heykel
kaldırmalar, ‘Nasıl kaldırırsın’lar vb. Peki yanlış nerde, yanlışı buldunuz
mu?” (Oral
1998:138-141)
Bu yer yer komik, sonrası acıklı hikaye ile ilgili internet
fazla bir şey söylemiyor. İstanbul’un çeşitli yerlerine konmuş 20 heykelin toplu
listesini bile bulmak pek olay olmadı. Sanırım tam liste bu.
1973
|
Muzaffer Ertoran
|
Tophane
|
İşçi Heykeli
|
1973
|
Gürdal Duyar
|
Yıldız Parkı
|
Güzel İstanbul
|
1973
|
Ferit Özşen
|
Arnavutköy Akıntı
Burnu
|
Yağmur
|
1973
|
Metin Haseki
|
Gümüşsuyu Parkı,
Dolmabahçe
|
Soyut: Negatif
Form
|
1973
|
Bihrat Mavitan
|
Hilton Oteli önü,
Harbiye
|
Soyut: Yükseliş
|
1973
|
Namık Denizhan
|
Taksim Gezi Parkı
|
İkili figür
|
1973
|
Haluk
Tezonar
|
Maçka
|
Soyut
|
1973
|
Ali Teoman
Germaner
|
Bebek Parkı
|
Soyut
|
1973
|
Hakkı
Karayiğitoğlu
|
Yıldız Parkı
|
Bahar
|
1973
|
Zühtü Müridoğlu
|
Fındıklı Parkı
|
Soyut: Dayanışma
|
1973
|
Hüseyin Anka Özhan
|
Gümüşsuyu Parkı
|
Soyut: Yankı
|
1973
|
Füsun Onur
|
Fındıklı Parkı
|
Soyut
|
1973
|
Yavuz Görey
|
Taşlık Parkı,
Beşiktaş
|
Soyut
|
1973
|
Mehmet Uyanık
|
Barbaros Bulvarı,
Beşiktaş
|
Birlik
|
1973
|
Nusret Suman
|
Saraçhane Parkı,
Fatih
|
Mimar Sinan
|
1973
|
Seyhun Topuz
|
4. Levent
|
Soyut
|
1973
|
Zerrin Bölükbaşı
|
Orduevi Bahçesi,
Harbiye
|
Figür
|
1973
|
Tamer Başoğlu
|
Yenikapı
|
Soyut: Bediha
Muvahhit Anısına
|
1973
|
Kuzgun Acar
|
Gülhane Parkı
|
Soyut
|
1973
|
Kamil Sonad
|
Gülhane Parkı
|
Kadın figürü
|
(Ece 2011)
Yeri gelmişken, ellinci yıl heykellerine dair bir yanlışı da
düzelteyim. Şadi Çalık’a ait,
Galatasaray Meydanı’ndaki 50. Yıl heykeli ( granit zemin üzerinden yükselen ve
elli paslanmaz çelik borudan oluşan o çok güzel heykel) bu listede yok. Çünkü
heykeli Yapı ve Kredi Bankası parasını kendi cebinden (çatır çatır) ödeyerek
sipariş ediyor! [9] Şimdi anladınız
mı, en güzel ve görkemli 50. Yıl heykelinin neden Yapı Kredi binasının önünde
olduğunu? Yılın üç yüz altmış beş günü itilip kakılmasına, başına türü şeyler
gelmesine rağmen hala parlak, görkemli ve vakur. “Komite” tarafından seçilmemiş
olmakla beraber, listede onun da olması lazım. Çünkü yapılma amacını, neyin
kutlandığının ruhunu sanırım en iyi o
yansıtıyor.
“Komite”nin “Halk” için münasip gördüğü, bir kısmı pek güzel
bu heykeller sunuldukları, yaşamlarını zenginleştireceği umulan kütlenin pek skinde değil doğal olarak… Yapımlarının
üzerinden ancak kırk yıl geçmiş olmasına rağmen çok azı konuldukları yerde ve
ilk günkü durumlarında.
Yerlerine konulduklarından beri hep ilgimi çektiler ama zamansızlık, tembellik ve genel yaşam hayhuyundan; kalkıp gidip dikkatlice bakamadım çoğuna. Fotoğraflarını çekemedim. Zaman zaman dolmuşun, otobüsün penceresinden bakmakla yetindim. “Nasıl olsa oradaydılar”... "Hep orada kalacaklar” salaklığı benliği sarmıştı gençliğimde. Yaş kemale erip, bu kentte her şeyin tarumar olduğunu, hiçbir şeyin kenti sahiplendiği söylenen o primatların gazabından kurtulamadığını anladığımda da iş işten geçmiş, bazıları yok olmuştu bile. Son on yılda gelişen kesif aşağılık duygusu kokulu, batı uygarlığını temsil eder ne varsa cahilce yadsımaya dayalı kendini beğenmişlik yüzünden geri kalanı da muhtemelen kısa sürede yok olacak ve oluyor…
Kolayca ulaşabildiklerimi listeledim. Ama öylesine önemsenmiyorlar/ önemsenmemişler ki,
haklarında bilinenler çok az. Onlar da
sade suya tirit, her gazetenin sanat
meraklısı bir iki yazarınca üfürülmüş, birbirinden kes yapıştır şeyler. Bu
yüzden, kırk yıl sonra hafif esrarlı bir efsaneye dönüşmüş durumda çoğu.
Yapıldıklarında beri en büyük ilgiyi Cumhuriyet gazetesi göstermişe benziyor.
Nisan 1974’te Sennur Sezer'in, on yıl
sonra, Nisan 1984’de Yalçın Pekşen'in ne
durumda olduklarına ilişkin birkaç günlük yazı dizileri, 29 Ekim 1996’da, yine güncel
durumlarını ele alan Mehmet Demirkaya imzalı, kültür ekinde yayınlamış genişçe
bir haber var. Fakat, işin garip
yanı çoğu hayatta olan eser sahiplerinin
feysbuk sayfasında, kişisel sitelerinde, bokların püsürlerinde de yok, bu
yapıtlara ait resim, doküman vs. Eğer benim ıskaladığım varsa ve bir insan
evladı çıkıp bilgilendirirse çok güzel olur.
Fırsat buldukça diğerlerini, belki de sadece Ellinci Yıl
için dikilmiş olanları değil, oraya buraya konmuş diğer çağdaş heykelleri
de fotoğraflayıp kaydetmeli. Hatta galiba
bu işi bir an önce yapıp, tümü yitip
gitmeden acele etmekte de yarar var.
Muzaffer Ertoran, İşçi
Muzaffer Ertoran | İşçi | Haziran 2013 |
Güzel miydi? Emin değilim. Orta okul talebesi aklımla bile politik mesaj
kaygısını pek kaba saba bulmuştum. Göbeği hizasına kadar çekili pantolonu, belden yukarısı
çıplak gövdesi ile bir yandan Mel Ferrer’e, yaslandığı çark, elindeki çekiç ve
sert köşeleri ile de, otuzların Stalinist heykelleri çağrıştıran bu heykel gönül tellerimi titretmezdi
pek. Ama ne olursa olsun şu anki durumun
müsebbibi orospu evlatlığını da hak
etmiyordu elbette… Ne istediniz zavallı
heykelden mına koduklarım?
Aslında bulunduğu yer dikkate alınınca bu hale gelmesinde bir
tuhaflık yok. Taaa başından (yetmişlerden beri) esas tuhaf olan, yaya hareketinin az olduğu,
ziyaretçilerinin sadece optalidon
müptelası keşler ve Karaköy’deki kerhanelere gidip gelen ameleler
olduğu o boktan parka koymak… Eser sahibinin civardaki İş ve
İşçi Bulma Kurumu’na gidip gelen işçilerden esinlendiği için oraya konduğu
hikayesi doğru ise, o da ayrı bir nahiflik. [10] Çikolatadan
“yeniden inşa” işine hiç girmesem daha iyi... Nicedir plastik, enstelasyon, hepıning, sanat galerisi insanı Tophane
civarına ünsiyet kesbetti de gündeme
filan geldi, bir iki gazete bahsetti ama kulak asmayın, can çekişe
çekişe ölüyor. “Önce çekici, ardından bileği, daha sonra arkasındaki çarkın
dişlileri…” –Muzaffer Ertoran (Cumhuriyet, 15 Nisan 1991).
Konu ile ilgili gerçekten edecek lafı olan, onu da iyi eden
bir yazı için: http://www.red-thread.org/tr/makale.asp?a=46
Haluk Tezonar, Soyut
Haluk Tezonar | Soyut | Nisan 2013 |
Akaretler’den Maçka’ya çıkarken eski
Spor Caddesi, şimdinin Süleyman Seba Caddesinin bitiminde solda duruyor.
Karşısında İTÜ İşletme Fakültesi var. “Yuvarlak Formun kitle dengesi konulduğu
köşede hiç kaybolmuyor” diyor Sennur
Sezer heykelleri tanıtan yazısında. Eh, yalan da değil. Sonra ekliyor,
“Maçka
Kavşağından her geçişte gözünüze çarpan formun yeşilsizlikten başka bir
şikayeti yok” (Cumhuriyet, 23 Mart 1974). Heykel adına bu masum şikayeti seslendiren muharrir yıllar sonra çağdaş belediyecilik anlayışının elinde bunun uğursuz bir kehanete dönüşeceğini
bilemezdi tabii. Şimdilerde eciş bücüş bir bordürle çevrili pembe renkli lale
tarhının ortasında duruyor. “Yeşil mi
istedin? Al sana yeşil”!
Ama en azından dikildiği yerde göze batmadan,
park ve bahçeler müdürlüğü dışında rahatsız edeni olmadan durup duruyor
şükürler olsun.
Hüseyin Anka
Özhan, Yankı
Hüseyin Anka Özhan | Yankı | Nisan 2013 |
Çoraplı Adamlar Nerede? |
Park olarak kullanılan oldukça dik bir sırttadır. Yukarı, Gümüşsuyu’na doğru uzanan bu alan Kentin uyuşuk ve mutlu olduğu yıllarda ayakkaplarını çıkarıp yana koymuş, yüzünde gazete, ayağında çorapları ile uyuyan, dinlenen insanlarla dolu olurdu hep. Artık civar o kadar hareketli, genişleyen yollar o kadar yakından geçiyor ki; ne bu adamların, ne de Yankı’nın huzuru kaldı. Gazetelerin haberine göre, 2011 yılı Eylülünde “yontu” projesi kapsamında, “Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı” ve “Yapı Kredi Gönüllüleri Platformu” tarafından bakımı ve restorasyonu! yapılmış.
Restorasyon ! Nisan 2013 |
Ali Teoman Germaner, Soyut
Ali Teoman Germaner | Soyut | Haziran 2013 |
Ahşap üzerine bakır kaplama bu güzel heykel en iyi korunmuş, en orası burası kurcalanmamışlardan. Sanıyorum bu durumu niteliğine veya değerinde değil, İçinde bulunduğu ortama fevkalade uymuş oluşuna borçlu. Heykel’de zaten Sennur Sezer tarafından “Park gibi ağaç formlarının sık olduğu bir alanda bakırın ve kitlenin ışık imkanlarını bir araya getiren bir çalışma” olarak fevkalade anlamlı bir şekilde tanımlanıyor (Cumhuriyet 23 Mart 1974).
Aloş | 1973 ? |
Bakır ve Çiviler |
Heykel bugün köpeğini ve dar gri eşofman altı içinde sıkı
kıçını gezdiren taş gibi karıların, pazar gezintisine çıkmış civar evlerin
bakıcılarının, parkın içindeki kocaman çocuk parkına gelen piç kurularının ve
hepsinden önemlisi park ve bahçeler müdürlüğü amir, memur ve işçilerinin dikkatini
çekmeden yaşayıp gidiyor.
Hakkaten Fuzuli | Haziran 2013 |
Bir tarafta bin dokuz yüz yetmişlerin komiteler kurdurup "toplumcu sanatı
halka indiren” dürtüler, diğer tarafta şimdilerin klasik
dönem ( bu da epey sorunlu bir kavram aslında) Osmanlı sanatını, o sanatın yapısal ve plastik öğelerini, sorunlarını yarım yamalak bilgisi ve algısı ile halka
– aslında her zaman cahil olan ama artık
cehaleti ile gurur da duyan halka – dayatma dürtüsü...
Evet; ikisi arasında kırk yıl ve yirmi metre ya var, ya yok.
Evet; ikisi arasında kırk yıl ve yirmi metre ya var, ya yok.
Bvp.
Edited by Miki
………………………….
[1] Milli
Eğitim Bakanlığı Sitesinde bu mısra;
“Yıllan bir çığ gibi aşarak hafta hafta,
Koşuyoruz durmadan kadın - erkek bir safta...”
olarak yazılmış. http://www.meb.gov.tr/belirligunler/29ekim/index.html Marşı artık
kimse umursamıyor, okumuyor olsa da, bu tür umursamazlıklar çok rahatsız edici. Benzeri
bir tanesi Türkiye Cumhuriyetinin Brezilya
Büyükelçiliği ile ilgi olanı. Ve hala duruyor. En basit, sıradan olanın bile yanlışsız kayıt
edilemiyor oluşu, genel olarak bilgiyi,
özel olarak da kendi ilgi duymadığı bilgiyi “takmamak” ile açıklanabilir belki. lhttp://brezilya.be.mfa.gov.tr/MissionChiefHistory.aspx
[2] “Her gün saat 18.30’da Ankara’da Halkevinde
Cumhuriyetin Onuncu Yıl Marşı
öğretilmektedir. Cumhuriyet Bayramına
sesiyle de karışacak her vatandaş bu marşı öğrenmeye gelmelidir.”
Hakimiyeti Miliye, 4 Ekim 1933. (aktaran; Bolat 2012)
[3]
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi , Fon Kodu, 490.1.00, 1 Büro, Yer No, 3.10.3,
24.03.1935. (aktaran; Bolat 2012)
[4] “Kanun esasları içinde”
bayram kutlayan başka bir ülke var mı dır ki?
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc056/kanuntbmmc056/kanuntbmmc05601701.pdf
[5] Cumhuriyet Bayramında açılışı yapılan kamu yapıları demişken; Ankara’da yapılan Türk Kuşu Paraşüt Kulesinin 28 Ekimde, Ankara Garı’nın da, 30 Ekim 1937’de hizmete açıldığını araya sıkıştırayım. Gar’ın cephesinde kabak gibi yazar bu tarih zaten.
[6] Bu “uzmanlar”ı ve bildirileri küçümsemeyelim lütfen. O sıfat lafın gelişi. Öyle boktan televizyon kanalları veya gazetelerin (boktan), internet sitelerinde havalar bir parça ısınınca, evrenin sırrını açıklıyorlarmış gibi “özellikle öğle saatlerinde kalp, şeker ve tansiyon hastalarının sıcaktan kaçınmalarını” isteyen skindirik “uzman”lar değil. Kurt Bittel, Rudolf Naumann, Rodney Young katılımcılardan bazıları. Halen üç cildi de satışta olan , kitap fuarlarında, TTK standında zaman zaman – her zaman değil - ortaya çıkarılan bu kitabı tükenmeden almak insan evladının kültürel gelişimine epey katkıda bulunur o kesin.
“The
Proceedings of the Xth International Congress of Classical Archaeology. Vols ı
– ııı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1978.
[7] Burada “Tükürürüm böyle sanatın
içine” veya “ucube” türü tekil
vecizelerden bahsetmenin anlamı yok.
Türk halkının ve yöneticilerinin heykel sanatı ile ilişkisi çok daha
zengin olaylarla dolu. Başlamak için: http://www.doganhasol.net/Articles/saldiriya-ugrayan-heykeller_11039.html
[8] Projenin uygulanmasıyla ilgili karar, 1972 yılının Mayıs ayında İstanbul Valisi başkanlığında toplanan “İstanbul İli Cumhuriyetimizin 50. Yılını Kutlama Komitesi”nde alınmıştır. Kutlama Komitesi’nin İstanbul Şubesi Başkanı, Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Başkanı Prof. Mustafa Aslıer’dir. Komitede İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Başkanı Prof. Hüseyin Gezer ve danışman üye olarak Prof. Şadi Çalık da vardır. (İstanbul’da Kamusal Alanda Sanat Uygulamaları için Öneriler, Yayıma Hazırlayan: Özlem Ece, İKSV , Temmuz 2011)
[10] Maalesef doğruymuş! Zamanın çalışma bakanı 500 bininci işçiyi
yanağından öpüp bu yurtdışı gurbete çıkmadan önce Kabataş parkında bekleşenlerin Kabataş
Parkındaki görüntüsü etkilerdi beni”…“Bu yurda her yıl döviz kazandıran yurt
çocuklarına bir heykel yapmayı hep istedim. Bu yüzden o heykeli yaptım.
Konacağı yeri de ben seçtim” (Cumhuriyet, 22 Mart 1974)
……………………
Bolat Salman, Bengül; Milli Bayram Olgusu ve Türkiye’de Yapılan Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları (1923-1960), Atatürk Araştırma Merkezi. Ankara, 2003.
Ece Özlem ;İstanbul'da Kamusal Alanda Sanat Uygulamaları İçin Öneriler, İKSV. İstanbul, 2011
Oral , Tan.; Yaza Çize, İris. İstanbul, 1998.
Osma, Kıvanç; Cumhuriyet Dönemi Anıt Heykelleri (1923-1946), Atatürk Araştırma Merkezi. Ankara, 2003.
5 yorum:
Yahu resmen kültür doluyorum senin yazılarını okuyunca. Utanmasam izdivaç'a çıkıp senden elektrik alacağım.
O elektrik karşılıklı beyefendi. Ama bir süredir güzel yazılarınızdan, fikirlerinizden, şeylerinizden mahrumu. Hayır, nedir yani?
Uzun zamandır benzer bir yazı kaleme almak istiyor ama tembellikten bir türlü başlayamıyordum. Benzer bir projeyi bir araştırma enstitüsüne önerip olumsuz yanıt almam da yazıya bir türlü başlayamamam üzerinde çok etkili tabii ki (yazar burada kendini kandırır). Elinize sağlık, hiçbir yerde rastlanmayan güzel bir derleme olmuş. İyi ki yazıyorsunuz.
SŞH
Teşekkür ederim.
Bence kurumları filan boş verip yazın. Birikim ve akademik olgunluğunuzla, ortaya çıkacak olanın çok daha kapsamlı ve nitelikli olacağına eminim.
özenle hazırlamış olduğunuz bu sayfa için teşekkürler. Ve haklısınız kurumlar ancak hem bilimin hem de insanın içini kurutur.
EG.
Yorum Gönder