Gezi yazısı yazmak anlamlı mı? Aslında şurayı daha ciddi konularla işgal, bir iki usturuplu laf etme, akıl adamı olma hevesindeyim d gel gör ki, tatil, gezi zart zurt yazısı yazmanın da gerçek bir cazibesi var. Belki o yüzden herkes aklı ve algısı kalınlığında tatil yazıları salgılıyor.
Bir ara Hürriyet, Sabah gibi gazetelerin ensesi kalın yazarları [1], Dini bayram dönüşlerinde “Mauritus’da denize girmedikçe adam olmayacak bir milletiz”, “Hala gidip Ougadougou’da bi zenci yarrra yemediniz mi?” [2] başlıklı yazılar üfürürlerdi. Yok, bu kadar hayvan değiller ne zamandır. Yaşlandılar artık, gazeteleri onları finanse edemez oldu. Ama hala yazılıyor bolca “gezdik”, “tatildeydik”, “illa şuralara gidin” yazıları şeyleri. Gazete, televizyon bok püsürde bu işe ücreti mukabili, internette de sevabına soyunanlar gani. Anlaşılan ben de onlarda biriyim.
Genellikle sonbaharda, okullar açılıp günler kısalmaya başlayınca tatil yapıyoruz Miki’yle. Hava güzel, deniz mutedil, akşamlar serince. Bu dönemde tatilin önemli bir avantajı da homo sapiens ile mümkün olduğunca az interaksiyon olasılığı. Fakat, bu türün yılın aynı döneminden hoşlanan üyeleri de var maatteessüf.
Bir teyze tipi var mesela, sürekli denk geldiğim. Öyle ki, yaz sonları dolaştığımız yerlerin nüfusu sadece bunlardan oluşuyor gibi gelmeye başladı ne zamandır.
Orta Avrupa’lı ve Türk olarak kabaca ikiye ayrılıyorlar. Avrupalı olanlar genellikle o kadar şişman ki, kıtada olası bir kıtlık durumunda kesilip yenmek üzere beslendiklerinden fevkalade eminim. Böylesi kolossal götleri, yeryüzündeki atmosferik basınç ve yer çekiminde gezdirmek olanaksız olduğundan yürüyemiyor çoğu. Hemen hepsinin kalçalarından kaynaklanan problemleri var. Türkler kilo konusunda bu kadar başarılı değiller gibi geldi. [3] Ama iki türün de ortak noktası; hayal edilebilecek en kötü gözlük çerçevelerine duydukları sapıkça ilgi ve işittirememe korkusuna bağlı işitme sorunları. Hep bu yüzden bağırarak konuşuyorlar galiba. Bir de cahil, kaba saba ve görgüsüz Avrupa’lı orta yaş üstü yat sahipleri var böyle. Hollandalı ve İngiliz olanlar hususi surette orospu evladı. Hayır, nedir ulan sizdeki bu alçak enlemlerdeki littoral bölge merakı? Ben gelip gürültü ediyor muyum Amstelween’de, pezevenk!
Yurtiçi teyzesi Bodrum’daki askeri kamptan akın akın çay bahçelerine, özellikle de şimdilerde yenilenen 18. Yüzyıldan kalma güzel, zarif ve alçakgönüllü Tepecik Camii yanındakine akıyor. Yanlarında kamp kantininden alınma kuru pastalar, boncuklu gözlükleri, boncuksuz güneş gözlükleri, porno yıldızı terlikleri ile çevreye filit gibi eternal rahatsızlık sıkıyorlar. Kampta kalacak yer bol, yemekler ucuz, mevsim onların dayanabileceği bir klima sunuyor. Kısaca: her şey bu yaşam formu için çok uygun.
Avrupalı olanların zoocoğrafik dağılımı daha bir geniş. Marinadaki sofistike ve pahalı bardan (öyle bi yer ki, al cigara satan ablayı ince akşam rüzgarında uçuşan şifon elbisesiyle, bindir üstü açık spor otomobile, sürsün Roquebrune-Cap-Martin’den Monaco’ya, say ki devran 1955, karşında da Grace Kelly Şerefsizim) çarşı içindeki süfli pidecilere, dönercilere (sebzeli Bodrum Döneri...Asrın icadı, bildin mi?), taklit LüiVüton dükkanlarına kadar her yere nüfuz etmiş vaziyetteler.
Artık yarı terk edilmiş koylardaki akşam yemeklerinde bile o kırmızı çerçeveli küçük gözlüklerinden, isterik kahkahalarından kurtuluş mümkünsüz. Sezon içinde ortalıkta mevcut garson, inşaat amelesi gibi türlerin etkili bir şekilde bu sesi kesip, boşluğu da aldıklarından eminim.
Teyze morfolojisi konusunda yeterli bilgiye sahip olduğumuza iyice inandıktan sonra dümeni Datça yarımadasına kırdık. Feribot marifeti ile yaklaşık iki saatte Yarımada’nın kuzey kıyısındaki Körmen Limanında olmak mümkün. George E. Bean limanın “bugün” (1970) çok az kullanıldığını, fakat antik dönemde kuzeyde gelen gemilerin burnu dönerek [4] Eski Knidos’a giden tehlikeli yolu kullanmak yerine daha uygun olan bu limanı kullandıklarını söylüyor.
Naklettiği başka bir şey daha var: Kıyıdan 800 metre kadar içeride inşa edilmiş camide, arkaik bir sütun başının üzerine “Limanın Sınırı” yazılarak sınır taşı olarak tekrar kullanılmış olduğu. Gezimizin buraya kadar olan bölümünde uslu durduğum, sanırım özellikle de kesilmek üzere beslenen o teyzelere saldırmadığım için Miki kendisiyle birlikte bu Camiyi aramama ses çıkarmadı. Ama kıyı boyunca böyle bir yer bulamadık. “Elin gavuru güneşin anlı kabağında rakıyı, birayı fazla kaçırıp serhoşlamış; arşını, endazeyi karıştırmış olmaya sakın?” diye düşünüp, birkaç kilometre ötede, tepe yamacında kurulmuş Karaköy’deki Cami’ye bile baktım. Oldukça sevimsiz, yan duvarlarından birine muhtarlık bilmemnesi iliştirilmiş bu yapı zaten 1976 tarihli. Bizim İngiliz görmüş olamaz. Dolayısıyla tantuna gitti güzelim sınır taşı. Üstelik Miki de yol boyunca taşak geçti benimle. “Sana bişi söölicem, ama üzülme bak. Aya da gittiler sanıyorsun ya sen hani…”
Yazıyı burada kesip, daha sonra biraz pansiyon anısı, ardında da ciddi, uzun ve sıkıcı bir Knidos yazısı yazmak istiyor deli gönül.
Edited By Miki,
Fotograflar:
Bodrum Kalesi, Tepecik Camii, Körmen limanı ve Knidos Feneri BvP. Diğerleri İnternet
------------
[1] İşin gerçeği, şu “yazar” sıfatını böyle uluorta kullanmak istemiyorum. Başka bir kelime lazım. Yazar olanların anasına küfrediyormuşum gibi geliyor hep.
[2] Ama şimdi dürüst olalım. “Türk Götü” diye bi şey de var.
[3] Biliyorum, sıkıldınız bu ve benzer süfli örneklerden ama gerçek tüm bunlar. Kusturana kadar tekrar etmenin faydası olur belki. Ne bileyim?
[4] Güneybatı Anadolu’daki bu en uzun yarımadanın uç noktasında kuzey tarafa yakın İskandil Burnu var. Kıyı boyunca ilerleyen eski çağ tekneleri ve bugün bile aynı şekilde hareket etmek zorunda olan küçük tonajlı tekneler için burnu güneyden kuzeye veya kuzeyden güneye aşmak, güneyden ve dönüş anında açıktan karaya esen güçlü rüzgarlar nedeniyle oldukça tehlikeli. Bölgede hemen hemen her dönemden pek çok batık var. Bunlardan birisi de burunun yaklaşık 50 metre kuzey doğusunda, 1981 yılında bulunmuş, MS. 6. yy sonu veya 7. yy başına tarihli bir Bizans batığı. Karaya yakın seyreden çok ünlü başka bir burun kurbanı ise daha güneyde: Kaş, Uluburun’da 1984’den başlayarak 11 sezon boyunca kazılan Bronz Devri batığı.
1958’de civarda mavi yolculuk yapan Azra Erhat ve arkadaşları da ufak tekneleri ile Knidos burnunu aşıp güneye doğru indiklerinde epey rahatsız bir denize yakalanıyorlar. Tekin sular değil kısacası.
[4.1] ERHAT Azra 1969 (2. Basım), Mavi Anadolu. Ankara, Bilgi Basımevi.
[4.2] LLOYD, Manuela. F. 1984, A Byzantine Shipwreck at Iskandil Burnu, Turkey: Preliminary Report. Texas A.M. University. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
[4.3] PULAK, Cemal 1988, “The Bronze Age Shipwreck at Uluburun, Turkey: 1985 Campaign”, American Journal of Archaelogy. 92/1988.
2 yorum:
Pansiyon yazısı istiyorum hemen!
Sen istersin de gelmez mi koçyiğidim! Şu Safiye Soyman'ın gelin alışverişi olayını bi hazmedeyim de, sonrası kolay.
Yorum Gönder