Kütahya yakınlarında Çavdarhisar İlçesi’ndeki Aizanoi Antik Kenti bilinmedik bir yer değil. Benzeri olmayan yapıları ile, ilginç bir yer burası [1]. İlk göze çarpan, hafif bir tümsek üzerine yerleşik, altında çok iyi korunmuş tonozlu kocaman bir yapı bulunan güzel pseudodipteros tapınak.
Bu tonozlu yapı neredeyse tapınağın oturum alanı genişliğinde (53x35 m.) ve pek benzeri de yok. Daha detaylı ve sağlam bir yazıyı hak etse de, şimdilik tapınağın altındaki tonozlu yapı ve buraya adını veren, Çavdar Tatarları’nın [2] tapınak duvarlarına çizmiş oldukları av sahnelerini gösteren çizimlerle idare ediverin. Ustalıkla kotarılmış taş duvarın üzerindeki bu resimler biraz at skine kelebek konmuş gibi duruyor. Doğru da, işte kültür mozaiği falan… yerseniz. Kendinizi onlara yakın hissetmediniz mi? Daha önce yerleşmiş olanlardan daha bir ilkel, daha bir zarafetten, görgüden, ustalıktan uzak olmalık şeyleri, yapılmış olana arsızca zarar vermek falan? Neyse.
Başka bir ilginç ve eşi benzeri olmayan yapı grubu, Stadion ve Tiyatro. İki yapı birleşik! Stadion’u tiyatrodan güzel, mermer kaplı büyük bir duvar ayırıyor. Bu duvar tiyatro tarafında, sahnenin görkemli fonu. Sahne arkası-skene, bugün orkestra ile oturma yerlerinin bulunduğu bölüme-cavea yıkılmış ve temizlenmemiş durumda ise de, yığınların arasındaki av sahneleri gösteren parçalardan yapının görkemi sezilebiliyor [3] .
Kentin içinden geçen ve artık çok yaratıcı şekilde, Kocaçay adı verilmiş Penkalas’ın üzerinde hala kullanılan Roma Dönemi Köprüleri var. Bunlardan en büyüğünde, hasbelkader korunmuş bir yazıttan, açılış tarihini ve kente bağışlayan olarak adını öğrenebildiğimiz için hakkında çok şey biliyormuş gibi yaptığımız Apuleius Eurykles isimli beyefendinin Atina seyahatini anlatan iki adet korkuluk taşı var [4].
Bu seyahat, Helenistik Çağ hayranı Roma İmparatoru Hadrian’ın [5] M.S.131/132’de Helen Kentleri arasındaki ilişkileri güçlendirmek, ticari ve kültürel bağlantıları sıklaştırmak, farklılıkları azaltmak ve belki de daha önemlisi, imparatorluğun bu parçasını güvenli topraklar haline getirmek için Atina’da kurduğu “Panhellenion” birliğinin Aizanoi temsilcisi olarak yapılıyor. Panhellen Birliği hakkındaki bilinenlerin çoğu epigrafik ve pek az temsilcinin adı biliniyor[6]. Birliğin baş yöneticisi “Archon” dört yıllığına, büyük ihtimalle İmparator tarafından seçilmekteydi. Eurykles de M.S.153-157 arasında temsilci olduğuna göre, muhtemelen diğer üyeler de dört yıllığına seçiliyordu.
Birliğe kabul edilebilmek için geçmişi ve kültürü ile bir ”Hellen” kenti olmak lazımdı. Ama bu Yunan geçmişi işini çok abartmayalım. Örneğin Burdur yakınlarında, bugünün “Gölhisar’ı” Cybria, kendine güzelce bir Yunan geçmişi uydurmuş ve bu sayede birliğe katılabilmişti. Muhtemelen başka kentler de bu türden tezgahlar çevirmişti. Yani o kadar da büyütmeyelim Yunanlılıkmış, bilmemneymiş.
Doğal olarak, Yunan Yarımadasındaki kentlerin çoğu ve Anadolu’dan da epey kent, bu birliğe üye. Kuzeyde Perinthos (Marmara Ereğlisi) ve Kyzikos (Erdek), Batı Anadolu’da Sardeis, Tralleis (Aydın), Miletos daha aşağılarda güneyde Soli ve Kıbrıs gibi. Temsilci, “Panhellene” seçilebilmek için de Roma Vatandaşı olmak, en az bir kere kent yönetimde önemli bir göreve atanmış olmak, okumuş, tanınan ve en önemlisi zengin – kısaca taşaklı - bir zat olmak gerekliydi.
Bugün köprü üzerindeki yerlerinden alınarak, akıllıca tapınağın hemen yanındaki okulun bahçesinde tutulan, beyaz mermerden, oldukça iyi korunmuş şu iki adet korkuluk taşından biraz etraflı bahsedeyim.
Bunlardan birinde iki adet adam gibi balık ve ortalarında epey ürkütücü bir canlı var. Bir deniz canavarı. “Ketos” veya Latinceşen hali ile “cetus”. Herhalde temsilcimizin küçük bir iç denizde bile olsa, yaptığı yolculuğun öyle ossuruktan bir tenezzüh, şakaya gelir bir şey olmadığını anlatmak için konmuş oraya. “Değerli vatandaşlarım, bakınız sizin için fevkalade zorluklara, tehlikelere maruz kaldık” dememin Aizanoi’cesi. Tekinsiz, karanlık sularda ve dandik, sandaldan biraz hallice teknelerle yapılan yolculuklarda karşılaşılan büyük köpekbalıkları, balinalar yüreklere korku salıyordu besbelli.
Poseidon’un kendisine para ödemeyi reddeden Truva’ya gönderdiği deniz canavarından başlayarak ilgili ikonografi epey eski. Roma Çağında bu yaratıkları betimleyen duvar resimleri, mozaikler gırla. 16. Yüzyılda basılmış kitaplar ve atlaslardaki şöyle semiz, detaylı canavarlar ile bu köprü üzerindeki yaratık şaşırtıcı benzerlikler gösteriyor. Ürkütücü biçimde açılmış ağzın içinde, alt ve üst çenelerindeki sivri dişler, boynundaki delikten püsküren su (yüzeyde ve sırtından su fışkırtan büyük bir canlı, umutsuz şekilde küçük bir teknedeki adama altına yaptırabilir hakkaten), suyun arkasında dorsal yüzgeci var… Yaratığın altında ventral yüzgeç olması gerektiği gibi iki adet. Canavar raconuna uygun olarak, yüzgeçten çok memelilerin ön ayaklarına benzetilmiş. Kuyruk yüzgeci iki parçadan oluşan homoserk tipte. İlginç olan; ucu incelerek kıvrılan standart tipteki kuyruğun üzerindeki dört adet yalancı yüzgeç. Bu korkulukları yontan kişinin gördüğü veya ona anlatılan ve Ege sularında avlanan en büyük balıklardan olan orkinos (thunnus thynnus) da benzer bir kuyruk yapısına sahip. Rölyeflerin zemini kalınca tarak ve murç işli bırakılmış. Canavarın gövdesine murç darbeleri ile yapılmış izler -herhalde - kaba ve pullu deri yapısını gösteriyor olmalı.
İkinci korkuluk biraz daha kötü durumda, ama sanki daha bi çekici. İki adet deniz atının “Hippocampus” arasında bir gemi bu. İsa’dan sonra II. Yüzyılda Roma Donanmasına ait gemilerin neye benzediğini gösteriyor bizlere ve muhtemelen hayatında deniz görmemiş Aizanoi’lilere. Bu konuda bilgiler epey geniş. Gemilerin yapısal özelliklerinin çoğu gerek edebi kaynaklardan, gerek görsel kaynaklardan ve kazısı yapılan batıklardan biliniyor [7].
Rölyefteki tekne oldukça amatör ve naif. Kürek güvertesi, kaplama kuşakları türünden dikkati çekebilecek yapısal ögeler ve işlemenin epey yorucu olacağı, kürek dizisi gibi elemanlar yok. Buna rağmen şaşırtıcı detaylara sahip. Temsilcinin Atina’ya deniz yolculuğunu Roma Donanmasına ait Askeri bir gemi ile yapmış olduğunu söylenebilir. Burnunda, altta kürekli saldırı gemilerinde kullanılan mahmuz “embolos” [8] görülebiliyor. Bu, ancak askeri gemilerde taşınabilen ve Klasik Dönemde epey iş gören kıllı bir silah. Fakat Roma İmparatorluğunun denizlerdeki gücü artıp, tehdit oluşturacak başka bir deniz gücü kalmayınca savaş gemileri, korsanlıkla mücadele ve önemli devlet görevlilerinin taşınmasında kullanılmaya başlandı. Silah olarak önemini kaybedip, Askeri gemilerin bir alamet-i farikası olarak görüldü (Casson - Steffy 1991: 69).
Mahmuz işi epey ilginç. Ortaya çıkışı çok eskilere dayanan, olağanüstü ustalıkla hazırlanmış, karmaşık bir kalıba dökülen, kocaman bronz bir parça bu. Yine, son derece karmaşık bir ahşap konstrüksiyon onu teknenin omurgasına sabitliyor. Mahmuzlar düşünüldüğü veya Hollywood filmlerinde görüldüğü gibi teknelere saplanmıyor. Ucu sivri değil aksine, düz! Narin kürekli savaş gemilerinin gövdelerine ustalıklı manevralar ile çarptırılarak kaplamaya ve iskelete zarar vermek hedefleniyor. Çıkaramayıp, kurban gemi ile denizin dibini boylamak kuvvetle muhtemel olduğu için, başka bir gemiye saplamak pek akıllıca değil. Yapımı çok zor ve çok miktarda pahalı metal kullanıldığından, takıldığı gemi kullanılmaz hale gelse bile, sökülüp başka bir gemide kullanılabiliyor.
Buradaki mahmuz klasik tipte, birden fazla tırnaklı gibi görünüyor. Oysa, M.S. I. Yüzyılın ikinci yarısından sonra Roma Donanması tek tırnaklı, sivrice mahmuzlar kullanmaya başlıyor (Casson 1986:146). Böyle gösterilmiş olması belki bilinçli değil veya taşçının işlediği, yeni bir gemiye takılmış eski bir mahmuz.
Dikkate değer başka nokta ucu yukarı doğru kıvrık kıç bodoslaması, “aphlaston” konstrüktif karakterli ve kökü çok eskilere giden bir özellik bu. Minos Uygarlığından (M.Ö. 2000’ler) kalan mühürlerde, Yunanistan’da Eleusis (Eleusina)’ da bulunmuş M.Ö. 9. Yüzyıldan kalma bir kabın üzerindeki desende bile bulmak mümkün.
Ayrıca kıç bodoslamasının ucunda, Lejyon sancağı olması muhtemel bir bezeme var.
Tek kare yelken kullanıyor gibi görünen geminin ana direği ve sereni fazla detaylı olmasa bile görülebiliyor.
Köprü korkuluk taşları hakkında yazacaklarım bu kadar. Aizanoi’ ye gidecekseniz, gidip görmekte yoğun yarar var.
Esasen, sanki detayları görmekte yarar var.
BvP
Edited By Miki
Fotograflar :
Aizanoi : BvP.
Ton Balığı Çizim : FAO / İnternet .
Para : Antigonus Gonatas M.Ö.253 Civarı , (Casson - Steffy 1991:71). Tarama.
Ostia’da bulunmuş heykele ait gemi mahmuzunu gösterir parça: Augustus Çağı [M.Ö. 27 – M.S.14], (Casson - Steffy 1991:71). Tarama.
Minos Mührü : (Casson 1986:resim 34) Tarama.
Eleusis’de Bulunmuş Kap : Ulusal Arkeoloji Müzesi, Atina, (Casson 1986: resim 30). Tarama.
Roma Kürekli Savaş Gemisi Rölyefi: [M.Ö. 1.yy – M.S. 1 yy] Pozzuoli’de bulunmuş, şimdi Napoli Arkeoloji Müzesi’nde. (Casson 1986: resim 121)Tarama.
Hippocampus ve diğer deniz canavarları : http://www.strangescience.net/stsea2.htm
---------------------
[1] Heyecanlanmayın hemen, “Dünyanın ilk borsa binası” maymunluğu değil ilginç olan. O, duvarlarına Diocletian Buyruğu’nun bir kopyası kazınmış yuvarlak bir yapı, alçak gönüllü Macellum’un bir parçası sadece. Sanki mevcut malzeme yeterince ilginç ve görülesi değilmiş gibi, ortalamanın ilgisini çekme amacıyla götten uydurulmuş bir şey bu.
[2] Selçuklular döneminde Anadolu’ya yerleşmiş, Osman Bey bölgenin kuzeyinde yayılmaya çalışırken ortalığı yağmalamakla uğraşan Tatar Boyu. Karacahisar Pazarını yağmalamaya soyunan bu sevimli insanların defterini Osman Bey dürüyor. Dürüyor dürmesine de, nedense daha sonra bu rezilliği sineye çekip belki de “olmuş işin kötüsü mü olurmuş emmi?” demek suretiyle yerlerinde kalmalarına izin veriyor! Yıldırım Bayezid döneminde “Osmanlı Hizmetine” girmelerine izin verilen dostlarımız Ankara Savaşında (1402) saf değiştirip Timur’un tarafında geçiyorlar! Çavdarhisar’a yerleşenlerin savaşın sonunda Timur’un götürdüklerinden kalanlar olduğuna inanılıyor.
Haklarında doğal olarak pek az şey biliniyor. Ama, Anadolu’ya 13. Yüzyılda İlhanlılar tarafından, askeri amaçla büyük miktarda Moğol-Türk aşiretleri iskan edildiği kesin. Kaynaklarda yedi olarak söz edilen bu toplulukların ancak üç tanesinin yeri ve yerleşim yerleri gösterilmiş. Aksaray, Kayseri ve Konya civarına Bisvutlar; Sivas taraflarına Uygurlar; Ankara, Eskişehir, Kütahya civarına da bizim bu Çavdarlar… KÖPRÜLÜ, Fuad 1999 (6. Baskı), Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu. Ankara, TTK.
[3] Yapının tiyatro cephesini gösterir restitüsyon ve yapılan çalışmalar hakkında: HOFFMANN, Adolf 1987, “Arbeiten in Aizanoi 1986”, IX. Kazı Sonuçları Toplantısı II, Ankara, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü.
[4] Guugılda “Apuleius Eurykles” veya “Aizanoi” yazdığınızda, hemen hepsi birbirinden kopya, Kültür Bakanlığı ile sit alanlarını deşip zengin olma hayalindeki sapıklar arasında bir skala ve 422 adet sitede bu isim “M. Apuleius Eurykles” olarak geçiyor. Ama kimse, baştaki şu “M” ne anlama gelir söylemiyor. Yazılar hep “…Kütahya şehir merkezine 58 kilometre uzaklıkta Çavdarhisar ilçesinde bulunan…” diye başlıyor büyük bir bilgelikle.
[5] Roma yakınlarındaki Tivoli’deki villasını, Antik Dünya’dan bulabildiği her tür ilginç ve güzel heykel ile dolduran antika meraklısı İmparator. Kapsamlı bir beğeniye sahip, Yunan kültür ve sanatı tutkunu bu zat Küçük Asya’dan gelme Antinous adlı bir oğlana aşıktı. Oğlumuz 130’da Nil’de boğulunca, Türk filmlerinde ölen aşığının şömine üzerindeki kocaman resmine bakıp ağlayan başrol oyuncuları gibi, o da Antinous’un çeşitli klasik pozlarda heykellerinden inanılmaz miktarda yaptırttı.
[6] Panhellen Birliği için işe yarar bi kitap: BOATWRIGHT, Mary, T. 2002, Hadrian and the Cities of the Roman Empire. Princeton, Princeton University Press.
[7] CASSON, Lionel, 1981 (First Princeton Paperback with Addenda and Corrigenda), Ships and Seamanship in the Ancient World. Princeton, Princeton University Press.
[8] CASSON, L., STEFFY J.,R., 1991, (ed.) The Athlit Ram. (The Nautical Archaeology Series, 3.) College Station, Texas A.M. University Press.
Kürekli savaş gemileri oldukça narin, kolay parçalanıp dağılabilir yapıda olduklarından ve ticaret gemileri gibi, su altında yerlerini belirtecek kargo (amfora, kiremit, mermer yapı elemanları) taşımadıklarından, bu tür bir gemi bulunup kazısı yapılamadı. Doğal olarak mahmuza da rastlanmadı… Taa ki, 1980’de büyük bir tesadüf eseri İsrail kıyılarında, Athlit’te şnorkelle dolaşan birinin dikkati sonucu bir tane bulunana kadar. Bugün Hayfa Müzesinde sergilenen bu mahmuz yeryüzünde bilinen tek örnek. İnternette bir bakınmanızı öneririm. Son derece karmaşık ve zarif bir buluntu.
3 yorum:
ben her zaman bu deniz canavarlarının bir zamanlar yaşamış olabileceğini düşünürüm. o resimlerin de, o uygarlıkları bilen kişiler tarafından aktarıldığını ve bu sayede mitlere girdiği, hatta mit dediğimiz şeylerin gerçekten yaşanmış olabileceğini, ama zamanla kuşaktan kuşağa aktırılırken abartılıp eksilebildiği, bunun olabileceğini düşünürüm. neden olmasın ki, şimdi bizim süper virüslerimiz var, belki atlantisliler virüslerle uğraşacaklarına bu tür şeylerle uğraştılar.
Galiba esas sıkıntı, o dediğin "kuşaktan kuşağa aktarılırken" aşamasında yaşanıyor. Görüleni abartmak, abartılmış olanı bir daha abartmak için oldukça uzun bir zamandan söz ediyoruz. Referans yoksunluğu ve rasyonel bir betimleme için gerekli karşılaştırma noktalarınının eksikliği de ciddi bir etken olmalı.
Bir de bazı ezoteristlerin çağlar dedikleri bi konu var. Bildiğim kadarıyla tapınak da "balık çağı"nda yapılmış. Bu nedenle de balık öğeleri görmek mümkün. İsa da, örneğin balık çağının ilk peygamberi olduğundan balık ile sembolize ediliyor.
Tabi bunlar tamamen bilimsel kanıttan uzak yorumlar :)
Sevgiler
Yorum Gönder