Emsallerine faiktir

Mayıs 30, 2010

Okumak

Çocukluğumda uzun süre okumayı öğrenmeyi bekledim. Sonra, iç ezecek bir yavaşlıkla okula başlama zamanı geldi. Nasıl öğrendiğimi hatırlamıyorum, öyle mucizevi bir şekilde çabuk olmadığını kalmış aklımda. Pek sevmedim okulu. Uçuk mavi naylon önlüklü, yüzünde kocaman bir ben olan öğretmenimizi de. Ama, okumayı öğrenmek kıyak bir işti hakkaten.
                                                                                       …
Ablamın kitaplığındaki çoğu kitabı net olarak hatırlıyorum. Okumayı öğrenmeyi bu kadar istememin nedeni onlardı. Sabırsızlıkla bekledim. Bazılarını okudum, çok etkilediler beni. Bir bölümü umduğum gibi çıkmadı. Bazılarını okuyabilecek duruma geldiğimde anlamlarını - en azından benim için - yitirmişlerdi. Sadece kapaklarını sevdiğim, içlerinde ne olduğu bilmediklerim oldu. Ama hep çevremdeydiler. Yüce gönüllü Ablam yaşamını yerleşik olmayan bir biçimde, başka ülkelerde geçirmeye karar verdiğinde, altmışların sonu ile 1978 arası dönemde aldığı bu kitapları bana bıraktı. Artık çoğundan öğreneceğim fazla bir şey kalmadı. Bir kısmın yetersiz, ilgi alanlarım artık çok farklı, ama çocukluğumu ve gençliğimi zenginleştirdikleri için hala çok değerliler. Hulki Aktunç’un imzalayıp  hediye ettiği “Kurtarılmış Haziran” veya Tomris Uyar’ın “Ödeşmeler”i gibi.

Toplumların duyarlı oldukları konuları ve bunların neler olduğunu, zaman içinde nasıl farklılaştığını onlardan anladım. Çoğunda, Avrupa’nın geçirdiği ve 60’larda belleklerde henüz taze olan büyük travmanın izleri vardı. Düzene yabancılaşma, yalnızlık, altüst yaşantılar, savrulmuşluk hissi, devlet ve toplumla görülmesi gereken hesap… Toplumsal sorunlarla yüzleşme ve anlama dürtüsü. Bugün, çok yetenekli yazarların bile Dürrenmatt’ın “Yargıç ve Celladı” gibi bir şey yazabileceklerini sanmıyorum. Tüm o yazılanlar ancak savaş sonrası Avrupa’nın bilinci ile oluşturulabilirdi. Güzelim kapaklı bu kitabı önce yüksek mizah dozlu bir polisiye roman olarak okudum. İlerleyen yıllarda tekrar açtığımda; bunun çok ötesinde anlamlar, mesajlar içerdiğini, olay kurgusunun ve kişilerin yekten, kalın bir alegorinin görünen yüzü olduklarını fark edebildim. Kitabın neden çok ince olduğunu da kavradım. O kadar süssüz, yalın ve yoğun anlatıyordu ki, bu şekilde yazmayı birkaç yüz sayfa sürdürebilmek imkansızdı. Çok acayip bir yazardı bu İsviçreli. [1]

Hafızam oldukça zayıf; anlık çoğu şeyi, birkaç gün önce olanları, evimizin telefonunu bile aklımda tutamam. Ama, Antony Burgess’in kim olduğunu hiç unutmadım. “Otomatik Portakal”ı otuz yıl önce okumama rağmen Alex’in bıçaklı süt içişini, evini bastıkları yazarı hatırlıyorum. Bilgi Yayınevi’nin Temmuz 1973 Baskısı kitabının kapağı hiç silinmedi zihnimden. Kubrick’in filmini izlemeyi düşünmedim bile.

İlk okuduğum, okumam önerilen “72. Koğuş”tu galiba. Orhan Kemal’in diğer kitaplarından bir tek “Devlet Kuşu” kalmış aklımda. Onun da beni çok heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Bu türden başka bir yazar da, Selim İleri idi. “Pastırma Yazı”nın okuyup o kadar sevdim ki, daha sonra aynı yazardan okuduğum hiçbir şeyden aynı tadı alamadım.
Habora ve Ant gibi, şimdi olmayan yayınevlerinin kitapları da vardı o kitaplıkta. Ant’ın kapaklarına bayılırdım. Julien Basch’ın “Pentagonizm” kitabının kapağı aklımı başımdan alırdı, Amerikan Dolarlarının yiyen metal bir heyula vardı kitabın kapağında. Aradan yıllar geçti, kapağını açmadım o kitabın. Zekeriya Sertel’in “Mavi Gözlü Dev”ini yine bu kitapevi baskısından okuyup sevmiştim. Fakat en sevdiklerim Jules Romains’in “Dirilen Şehir”i ve E Yayınlarından çıkmış Carson McCullers’in “Yalnız Bir Avcıdır Yürek” kitabıydı. Uzun süre bir erkek olduğunu düşünüp ablama mektuplarımda, “Bay McCullers” den bahsetmiştim, nazikçe düzeltmişti beni (on yedi yaşında olduğumu ve internet neyin olmadığını unutmayın. Bir şeyler öğrenmek ne zordu yarabbi). Bu ikisinden, “Dirilen Şehir”in Ferruh Doğan tarafından çizilmiş kapağı ve içindeki resimler o kadar güzeldi ki, üniversite boyunca da yanımdan ayırmadım onu. Adam yerine koyduğum bütün arkadaşlarım da okumak zorunda kaldılar.

Unutulmuş yayınevlerinde bahsederken, “Yankı Yayınları”ndan söz etmemek olur mu? Willlam Saroyan’ın “Dünyanın Bir Öğle Sonrası”, Exupery’nin “Gece Uçuşu”nu Yankı baskılarından okudum. Cem Yayınlarından çıkan, Saroyan’ın çok güzel hikayelerinin olduğu bir kitap daha vardı. Orjinal adı “Little Children”. Tarık Dursun K. Tarafından “Altın Çağ” olarak çevrilmişti.

O zamanlar “Öteki Dünya” yazarlarına özel bir ilgi duyuluyordu sanki. Kitlesel iletişimin fazla olmadığı bu dönemde yapıtları basılabilen az sayıda yazar ilgi odağı oluyorlardı (feysbuk, yarak kürek yoktu. Değil Türk toplumu, diğer toplumlar bile, bir “besin aktivisti” [2] üretememişti bünyelerinde daha. Mobilya “showroomu”, ekşi sözlük, nebleyim bir “booonus kart” bile olmayan zamanlardan konuşuyoruz). Gürcü yazar Nodar Dumbadze’in [3] kapağında Kandinsky deseniyle  “Güneşi Görüyorum”u, veya Sander Yayınlarından, Arnavut yazar İsmail Kadare’nin “Ölü Ordunun Generali” çok ilginç ve güzeldi. Kadare’yi bugün hatırlayan var mı bilmiyorum. Ama ben Osmanbey’deki büyük “Sander Kitapevi”ni aslanlar gibi hatırlıyorum.  Aksi mi aksi  Bay Necdet Sander’i de, kasadaki yavru gibi ablayı da. O yavru ki, uzun süre aradığım, Ömer Asım Aksoy’un “Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü”nün 3. Cildi, “Dizin ve Kaynakça”yı para filan almadan tutuşturmuştu elime.
Başka şeyler de vardı o kitaplıkta. Tarih, özellikle Osmanlı toplumsal tarihi üzerine yazılmış, geri kalmışlığın nedenlerini sorgulayan, kalkınma çabalarında aşılması gereken tarihsel engeller üzerine kafa yoran bir sürü kitap. Stefanos Yerasimos’un büyülü “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”, Mustafa Akdağ’ın “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi”. Okurken en çok sıkıldıklarımın Akdağ’ın Celali İsyanları’nı konu ettiği kitabı ve Muzaffer Sencer’in “Osmanlı Toplum Yapısı” olduğunu hatırlıyorum. Sonraları tekrar okuduğumda, o kadar da sıkıcı gelmemişti. Bu kitaplarda öne sürülen tezler ve malzeme üzerine bir dönem o kadar ahkam kesildi, o kadar araklandılar ki, sözü edilenler sanki eski ve modası geçmiş gibi geldi pek çok budalaya. Oysa 1960’ların ortalarındaki bu üretkenliğin, canlılığın 1980 sonrasında yakalandığına inanmadım bir türlü.

Sağol, iyi ki ablamsın !
BvP


Edited By Miki
--------------

[1] Her konuda beyan edecek fikri olan insanlar olması ne güzel, “Kim der ki, sikim hıyar, bir tutam tuz alıp koşarım” fiiliyatının bu dijital ara yüzünü bir kavrayabilsem… Amına koyacağım ortalığın. Yer çekimi falan vız gelecek. Ama beceremiyorum bir türlü. Dürrenmatt’la ilgili fikir beyanlarında: “isvicreli yazaryemin, yargıc ve cellad, suphe, bashlıca kitapları arasındadır. kitapları turkiyede inklap kitapevinden chıkmıshtır” buyurmuş eleman. Erol Şadi Erdinç bir kitap müzayedesinde, salonu dolduranlara bakıp: “burayı bombalasak, Türk kültür hayatına çok büyük bir hizmette bulunmuş oluruz” demişti. Haklıydı Allah uzun ömürler veresi.

[2] Besin Aktivistleri müstehak bizlere.


[3] Ekşi Sözlükte Dumbadze hakkında henüz fikir beyanatı yok. Bildiğim, Türkçede yayınlanmış bir kitabı daha var: “Sonsuzluk Yasak” Yılmaz Yayınları, Mayıs 1990.

Tüm kitap kapağı taramaları, gazete küpürü taraması: BvP

Hiç yorum yok: