“Van minüt, van minüüüt” şeklinde haykırdı koltukta oturan bıyıklı zat. Çok öfkelendiği belliydi. Solundaki yaşlı beye gözüm takıldı bir an. Hafifçe geriye kaykılmış, olası bir darbeyi savuşturmaya hazırlanıyordu. “Hah, geliyor şanlı Osmanlı tokadı; yaşlısın maşlısın dinlemeyip, şimdi ekleyecek iki tane” dedim kendi kendime. Heyecan içinde ineceği anı bekledim. Şaaaak şuuuk. Fakat olmadı. Duyuramadık Türk’ün sesini. Bıyıklı, uzun boylu, kol düğmeli zat o meyanda yandaki yavşaa elense ile, Tevrat’tan bir şeyler okumak arasında git-gel gerilimi yaşıyordu. Elindeki enine tutulmuş adört kağıdı gördüm. Ben, “Ulan heyvah, İbranice’de biliyor: orjinalinden okuyacak sakın?” düşüncesi ile boğuşurken o, kafasını ve boynunu bir burgaç gibi saran kahpe kablolardan, zincirlerini koparan bir aslan haşmetiyle boğuşarak kurtuldu… Hemen yanında birkaç dakka öncesinin esen gürleyen İsrailli devlet adamı gitmiş, korkudan oturduğu sandalyeye büzülmüş bir iktiyar gelmişti (Bunlar böyle korkak olurlar işte). Hafif yükseltilmiş o yerden inerken esmer başka bir bey ayağa kalkıp kucaklar gibi şey yaptı. Yandaki diğer yaşlı da -çekik gözlü olan- el hareketi ile oturttu onu. Sekreter miymiş neymiş… Ne geceydi be!
Gerçekten ne geceydi. Doğu’nun Batı’yı anlamadığı, Batı’nın Doğu’yu anlamadığı, benim ise hiçbir şeyi anlamadığımı anladığım bir uyanış anı. Şükürler olsun medya var, düblüve düblüve düblüve davosfatihidotkom filan var da, aydınlanıyorum. Batı dünyası bence tüm bilgeliğine rağmen; o gece bir şeyde, hatta iki şeyde kısa kaldı.
Gerçekten ne geceydi. Doğu’nun Batı’yı anlamadığı, Batı’nın Doğu’yu anlamadığı, benim ise hiçbir şeyi anlamadığımı anladığım bir uyanış anı. Şükürler olsun medya var, düblüve düblüve düblüve davosfatihidotkom filan var da, aydınlanıyorum. Batı dünyası bence tüm bilgeliğine rağmen; o gece bir şeyde, hatta iki şeyde kısa kaldı.
Şey bir: Türk insanı şakır şukur öpüşür kola girmeyi mola girmeyi sever de, Konuşma sırasında el kol sürtünmesinde hoşlanmaz nedense “konuşurken elin kolun oynamasın arkadaşım” diye bir olgu vardır buralarda. Söz konusu olgu, liberaluygarvekuul radyo televizyon yorumcuları tarafından “Kimseee, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanına…” şeklinde günler geceler boyu elektromanyetik dalgalar halinde yayılıp, maalesef ses ve görüntü olarak evlerimizde geldi buldu bizleri.
Şey iki: Hiç kimse, hiçbir kuvvet bir Türk’e sesini, bulunulan ortamda o Beyfendi’nin eşi filan varsa yükseltemez. Olmaz böyle bişey. Kendisine söz verilmiş olan ilk on dakika agresif bir tarzda fikir beyanatlarında bulunmuş olsa bile. Bu konu da üzerinde enine boyuna tartışıldı. Hepimiz aynı kanaatteydik elbette. İlk on dakikalık konuşmada yükseltilen tansiyondan, provokatif tavırdan pek söz edilmedi ama olsun. Bizim için önemli olan hanımefendinin vücut kimyasının bozuluşu oldu. Hem, o da mevzuya fevkalade hassas. Yemek düzenledi, först leydileri topladı, şiirler okundu filan.
Gümbür gümbür ses getiren, Doğu dünyasındaki yığınları plastik terliklerle sokağa döken, Batının ise pek umursamaz göründüğü ama, hesabın sonradan çıkarılıp önümüze konacağından emin olduğum bu aslanlık konusunda ortak fikir pek olumlu. Devrisi gün, muhtemelen dışişlerindeki bazı bürokratlar dışında herkes yeniden doğmuş gibi hissetti kendini. Güneş bi başka doğdu yurdumun ve Ortadoğu’nun üzerine. Havaalanında çoşkuyla karşıladık, ossat internet siteleri kuruldu, ikibinin üzerinde vatandaş “duygu ve düşünce”lerini deklare etti.
Ama, sınırları oldukça dar bir dünya görüşü ve küt iç politik hesaplarla tertiplenmiş, gururla şakşaklanan bu efeliğin ilerideki sonuçları ile yaşamak zorunda kalacak olan bu ülkedeki yegane kişiyim anlaşılan. O yüzden yanlızca benim canımı sıktı bu durum.
Edited by Miki
1 yorum:
Davos sahnesinde arabulucu, isbirlikci bir cözümle saygin bir düsünce yerine, duygusal pehlivanlik gösterisini alkislayan halkin kitlesel düsünce tembelligine yattigi asikar,
Yalnizlik hissetmeye degil, yazmaya devam!
Yorum Gönder