Emsallerine faiktir

Ağustos 28, 2012

Galata Rıhtımındaki O Üç Yapı



En Solda  Merkez Rıhtım Han, Ortada Karaköy Yolcu Salonu, Sağda Çinili Rıhtım Han. 23 Ramazan 1433
Miki ve MKD kısa bir süreliğine yazlık olayına girdiler. Olduk mu sana “yaz bekarı”... Fırsattan istifade ben de her orta yaşlı, sağlıklı yaz bekarı ne yaparsa onu yapayım dedim. Bizim de tutkularımız, şeyimiz var. Eh, sağlığım, gücüm kuvvetim yerinde, param da var. Ben de farklı helecanlar yaşamak istiyorum… Mesela ne zamandır Karaköy’den başlayarak, Eminönü tarikiyle belki daha yukarılara tırmanıp ortalığı kolaçan etmek, Karaköy Meydanına yaptığı binanın üzerinde “G. MONGERI, ARCHITECHE” yazısı halen duruyor mu falan bakmak istiyorum. Bu amaçla 23 Ramazan 1433[1] sabahı bindim Kadıköyünden vapura, ver elini Karaköy. Yolda denizden Ayasofya’ya da bakmayı, 1475 yıldır orada durup duran şu muhterem ve muhteşem yapıda parmağı olan bizim hemşeriler Aydın’lıyı da, Milet’liyi de her zamanki gibi iyilikle anmayı ihmal etmedim elbette.
 
Yeryüzünde Var mı Böylesi ?

Vapur hemen ulaşıyor karşı kıyıya ve arkalarındaki kargaşaya rağmen hemencecik dikkati çeken üç yapının denizden seyri pek güzel. 19. Yüzyılın sonunda yapılan Galata Rıhtımına ilk gemi 1895’de yanaşınca ekmeklerinden olacaklarına inanan kayıkçı taifesi zorlu bir nümayiş yapmış. Bir tanecik, skindirik geminin hayatlarını allak bullak edeceğini, ekmeklerini ellerinden alacağını görmüşler. Tabii o zamandan bugüne köprü altından çook sular akmış ve artık şanslıysanız, ancak önlerine duvar dibine bırakılmış bok gibi kat kat yolcu gemileri sıvaşmamışsa, bu yapıların, özellikle de Karaköy Yolcu Salonu’nun keyfine varabilirsiniz. Hatta, varınız. 

Kat Kat, Böyle Rakı Bardağı Gibi...
Yurtdışına çıkışların, girişlerin deniz yolu ile yapıldığı kırklı ellili yılların yıldız kapısı (sıtargeyt), deniz tarafından çıkışın başka dünyalara atılış anlamına geldiği bu hafifçe eskimiş güzel yapının üst katında bin dokuz yüz seksenlerde, hatta doksanlara kadar, biz ölümlülerin de gidebildiği; inanılmaz bir manzara, sıradan bir mutfak ve kalın eskice masa örtülerini küçük gümüş fırçalar, faraşlarla temizleyen yaşlı garsonlarla mücehhez bir yer, “Liman Lokantası” vardı.
 
Her şeyin, ama her şeyin ilk yapıldığı dönemden kalmış olduğunu hatırlıyorum. Vestiyerde silindir şapkaların konulabileceği bölümler filan vardı. Meşhur ama kendi halinde, Ankaradaki Gar Lokantası benzeri köhne bir yerdi işte. Daha sonra, işletme guruları işe burnunu soktu ve yeni kent burjuvazisinin insana pis pis küfretme lüzumunu hissettiren o züppelik standartlarında yenileyip işletmeye soyundular. Biz ayak takımı da aldık üçün birini [2] 

Aynı kıyı üzerinde biraz ötede sanatın, hem de modern olanın beline vurulan antrepolarda da pahalı yemekler, kocaman ve zarif ve pahalı şarap bardaklarından yudumlanan kırmız şarap eşliğinde benzer bir manzarayı tarassut olası. Adamlar hiç olmazsa gümrük ambarı içinde değil, yolcu salonunu üstünde geçiriyor. Bir ye, bin şükret. 
Çok ciddiye alınan bu yapı için 1936’da Ticaret Bakanlığı ve İstanbul Liman Müdürlüğü tarafından açılan mimari yarışmaya 21 proje katılır fakat, zamanın İstanbul Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ başkanlığında ve Yunus Nadi, Reşit Satvet Atabinen, G.S.A. Hocalarından Bruno Taut gibi tanınmış isimlerden oluşan jüri, nedense anlamlı ve kesin bir sonuca varamaz. Mimar Seyfi Arkan ve Mimar Rebii Gorbon ile birlikte, Arkitekt Dergisi’nin tuhaf bir şekilde isminden bahsetmeye gerek görmediği “Bir de Budapeşteli mimarın eseri” birinciliğe, dört proje de ikinciliğe layık görülür. 2.500 ve 1.000 tl. lik ödüllerin de derece alan proje sahipleri arasında paylaştırılmış olduklarının söylemeye gerek yok.
 
Biraz Sıkıcı Hakkaten.
Ama, Hayatta ne Değil ki?
Jürinin ve projelerin seçimi, sonuçların açıklanması epey sıkıntılı olmuş olmalı ki, Arkitekt Dergisi Türk Mimarlar Cemiyeti tarafından Jüriye dahil edilmek istenen iki mimara “Liman Direktörlüğü”nün itirazından dem vurup, “Gerek teknik komisyonun raporu ve gerek jüri heyeti raporunun neşrine muvaffak olamadığımız için seçimin bu surette yapılmasına hangi saiklerin sebep olduğu malum değildir. Liman Direktörlüğüne jüri heyeti raporunun neşri için tarafımızdan müteaddit defalar müracaat edildiği halde raporun neşrine müsaade edilmemiştir” diyerek dönemin sahte nezaketine yakışmayan bir tarzda  alenen posta koyuyor [3].
Mevcut yapı gerçekten de zarif kulesi, ustalıklı oranlara sahip ferah deniz ve sıkıcı arka cepheleri ile, Rebii Gorbon’un “Yalı Rumuzlu” projesine hiç benzemiyor. Yarışmaya sunulan diğer projelere de…

Ama sonuç çok daha güzel bence. Uygulama projelerinin kime çizdirildiği, nasıl bir tasarım süreci yaşandığı konusunda net bir bilgiye, yazılı bir kaynağa ulaşamadım, ancak “konunun uzmanı” internet sitelerinde nedense yapının mimarı, tasarım ekibinin başındaki kişi olarak Rebii Gorbon gösteriliyor [4]. 
Rebii Gorbon Projesi
Uygulama projeleri yarışma sonucunda elde edilenlerin ışığında geliştirilerek ona çizdirilmiş olabilir gerçekten. Boyut Yayınları’nın Mimarlık ve Kent Dizisi’nden İstanbul'un 1900-1950 arası yapılarını konu alan rehberinde de bunu doğrular bilgiler var. Tasarım süreci sonundaki ürünün yarışma projelerinden fikir ve detay anlamında epey değişiklik gösterdiği ve 1940’larda hayata geçirildiği yazıyor. Müellif olarak Rebii Gorbon ve “Débés” isimli bir mimar gösteriliyor. Bu “Débés” bey’in kim olduğuna dair bilgi sahibi değilim. Arkitektin o esrarengiz "Bir de Budapeşte'li Mimar"ı olabilir mi acaba?  Fakat Seyfi Arkan'ın adı nedense bu yapı ile ilgili olarak geçmiyor hiç.

İstanbul’da maalesef erken dönem Cumhuriyet mimarlığına ait fazla kamu yapısı yok [5]. O dönemde hız ve kaynaklar doğal olarak yeni Başkent Ankara’ya ve ülkenin diğer bölgelerine yönlendirilmiş. Ancak, yeni cumhuriyetin Dünyaya açılan kapısı olarak düşünülmüş bu yapı dönemsel özellikleri ve özeni ile göz alıcı.  Ne müelliflerinin ne de inşa tarihinin tam biliniyor olmasındaki sefalet  bu gerçeği değiştirmiyor.  
 
Çinili Rıhtım Han Arka Cephe
Merkez Rıhtım Han Arka Cephe
Hemen yanında, deniz tarafından bakılınca sağdaki yapı, halen İstanbul Gümrükler Baş Müdürlüğü olarak kullanılan, cephesi toprak tonları – ağırlıklı olarak sarı – piramidal, daire ve eşkenar dörtgen fayans çıkıntılarla bezeli Çinili Han. Beş katlı olarak yapıldığı, sonradan bir kat daha eklendiği belli. Pervititch’in Aralık 1927 tarihli haritasında da adı “CHINILI RICHTIME HAN” olarak geçiyor. Bunca yıldır adında falan bir değişiklik yapılmamış olması çok tuhaf tabii. Ama asıl tuhaf olan, yapıdaki bu çevredeki binaların hiç birine benzememe isteği. İyi de değişik olmak adına ne yapılabilir ki? Han yapıyorsun altı üstü. Yüzeyi süsleyeceksin işte. Yola bakan cephesi o kadar olmasa bile deniz cephesi nasıl bilemiyorum ama göz alıcı. Neogotik desem değil, neoklasik desem; iyon başlığı altındaki akantus yaprağını andıran kıvrımlar, süsler uzun süre izlendiğinde bulantı yapabilir. Mustafa Cezar’ın yerinde bir saptaması ile, Eklektisizmin terk edilmek üzere olduğu bir dönemde orijinal olma çabası içinde ortaya konmuş eklektik bir yapı [6].
 
İnmeye yakın yaşanan harala gürelenin ortasında bir yandan fotoğraf çekmeye, bir yandan da bakmaya çalışıyorum. Üç yapının da deniz cepheleri vurgulu.. Soldaki, Türkiye Denizcilik İşletmelerine ait yapı sindirime daha bir müsait ve aynı haritadaki adıyla, “MERKEZ RICHTIME HAN”ın işi daha zor. Bir tarafı Rıhtım caddesine açık ve uzunca bir mesafe boyunca izlenebildiğinden, deniz tarafı kadar özenle vurgulanmak zorunda.. Benzer fayans süsleme elemanları bu defa mavi renkli olarak daha usturuplu ve Çinili Han’ın aksine, arka ve yan cepheleri de güzel, incelikli tasarlanmış. Cephelerindeki üç kat yükseklikteki sütunçeler, pencere önlerindeki balkonumsu çıkıntıları, düz ve eğimli çizgilerin bir arada ağırbaşlılıkla kullanışı ile gayet güzel. Yazın kullanılan mavi renkteki tentelerin bile, binaya yakışan hoş bir dokunuş olduğunu düşünüyorum.
 

Merkez Rıhtım Han
Arka Cephe Ayrıntı
Bir "dünya kenti"nin kıyısında, 21. Yüzyıl başlarında gerçekleşen lodos fırtınasının teker meker sulara gömdüğü iskelenin yerine yapılan oynak gecekondu iskeleyi bir çırpıda geçip, köprüye doğru seyirtiyorum. Hemen başında ilginç bir başka yapı var: Ziraat Bankası Karaköy Şubesinin ve Diğer idari birimlerinin yer aldığı bu yapı üslup ve biçimsel özellikleri ile diğerlerinden ayrılan tuhaf, ilginç bir bina. Üzerinde daha dikkatli durmayı hak ediyor.
Ondan ve civardaki diğer yapılardan daha sonra söz edeceğim.



 


  


Edited By Miki, Fotoğraflar BvP, Yarışmaya ait maket fotoğrafı: Yazıda bahsi geçen, 1937 tarihli  Arkitekt Dergisi.
.............

 
[1]  Yani, 30 Temmuz 1427 Rumi veya 11 Ağustos 2012 Miladi.

[2]  Hayatları, Mesela Milano – Mardin – New York üçgeninde geçerken arada bir İstanbul’da soluklanan bu çok paralı çok rafine modacılar, moda fotoğrafçıları, içmimarlar, (pardon, reklamcıları unutuyordum az daha) ne idüğü belirsiz çok zengin çok genç, çok güzel/bakımlı karılar, 3. Kuşak sanayiciler, onların ne idüğü belirsiz çok zengin, çok çok genç, güzel/bakımlı karıları, vs, vs., kentin gerçekten ilginç güzel mekanlarına ince zevklerini ve paralarını kesif şekilde pompalayarak atmosferi kendileri için yaşanabilir hale getiriyorlar. Beyoğlu çevresinde, şimdilerde Altıncı Daire’nin oraya kadar uzanan ve menüleri ithal biralar, deniz taraklı penne tabakları, keçi peynirli salatalarla dolu sayısız çok şirin “cafe”, çok şık “brasserié” yi, Cihangir’i, Doğan Apartmanı civarını ve bir parça aşağıların değişen sosyal coğrafyasını bi gözünüzün önüne getirin: Sonuç kötü mü? Belki hayır, ama bence kentin bir bölümünün bu şekilde yabancılaştırılıp, bütünden kopartılması yetmiş ve seksenlerde yaşanan kırsallaşma süreci kadar berbat bir iş. Lümpen burjuvazinin yerini dilettant burjuvazi alıyor. Yerleşemiş, oturmamışlık duygusu olduğu yerde duruyor. Aktörler (o da bir parça haaaa, kazıyalım bakalım bu insanların dibini ufaktan, bakalım neler çıkar?) değişiyor, o kadar. Şimdilerde kanaat önderlerinin kaygısı Büyükada’da midye tava ve bira keyfi yapılacak yerlerin Ortadoğu ülkelerinden gelen çarşaf ve Ipad donatılı yaratıklar yüzünden ucuz hediyelik eşya dükkanlarına dönüşmesi. Eh, Beyoğlu civarında bol turşulu tombik döner yiyip, taze portakal suyu içilebilecek büfe kalmasın, her yer mürekkebinde pişmiş bebek sübye ve suşi satsın, asıl o zaman çok pis küfredeceğim kafe sahibi şu işsiz güçsüz karılara ve kanaat önderlerine.

[3]  Arkitekt : Mimarlık, Şehircilik ve Süsleme Sanatları Dergisi Cilt: 1937 Sayı: 1937-02 (74) Sayfa: 41-56

[4]  Bu sitelerden biri konunun o kadar uzmanı ki hakkaten, Yarının işveren bölümünü “Bilinmiyor” olarak doldurmayı tercih etmiş! Ulan, İstanbul Limanı'na Yolcu Salonu yapılıyor, İşvereni Türkiye Jokey Klübü falan olabilir mi? Liman İşletmesi ve onun bağlı bulunduğu bakanlık olacak işte.

[5] Aslında, o kadar dağil galiba: İlk ağızda Robert Mallet Stevens'in Mecidiyeköy'deki Likör Fabrikası, Seyfi Arkan'ın Florya'daki Cumhurbaşkanlığı Deniz Köşkü, Arif Hikmet Holtay'ın İstanbul Üniversitesi Gözlemevi, Georges Débes'in Fındıklı'daki Namık Kemal İlköğretim Okulu (Düzeltme için Sn Zafer Akay'a teşekkür ederim. Yorumları okumakta fayda var), Rüknettin Güney'in Kadıköy Halkevi sayılabilir.

[6]  Cezar, Mustafa. XIX. YÜZYIL BEYOĞLUSU. Ak Yayınları Kültür ve Sanat Kitapları:55 Yeni Dizi 9/1991. İstanbul 1991.





7 yorum:

Adsız dedi ki...

Kayıkçı taifesinin o dönemdeki dertleriyle şimdilerdeki minibüsçü adlı hız tutkunlarının dertleri ne kadar benzer. Bir diğer taraftan da Çinili Rıhtım Han'ı yapan zihniyetle, fotoğrafta sağında gözüken yapıyı yapan zihniyet ne kadar farklı. Ya da Çinili Rıhtım Han'ın üstüne 'aman canım bir kat daha çıksınlar ne olacak' diyen zihniyet.

SŞH

Elmoş dedi ki...

Su son fotografta Photoshop var mi? Bina digerlerinin ustune yapistirilmis, sanki fotograf bir kolajmis gibi duruyor.

Baronvonplastik dedi ki...

"Fotoşok" değil de, teleobjektifle çekildiği için "perspektif yığılması" denen şey var. Nesneler böyle karagöz perdesindeymiş gibi görünüyor.

Baronvonplastik dedi ki...

SŞH;Çinili Han'ın -sağında değil de- solunda, arada görünen maalesef Mimarlık Vakfı ve Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi'nin olduğu yapı!! Dikkatli bakıldığında zihniyet sorgulatabilir hakkaten... Benzer sorgulama Koolhaas'ın Mies'in IIT binaları karşısına "bıraktığı" McCormick Tribune Campus Center için de yapılabilir mesela!

Zafer Akay dedi ki...

Baron bey, sizin deyiminizle "birileri pis bi hata yapmış, herkes onu tekrar etmiş" durumu şurada var malesef: Germain Debre'nin Fındıklı'daki Namık Kemal İlköğretim Okulu,

Bu okul sizin merak ettiğiniz Georges Dèbes'in. Kaynak:
Ali Cengizkan, Modernin Saati, Boyut, 2002. (s. 109)

Bu arada Alfred Budapeşteli profesörün ilk adı olsa gerek. Soyadını bulursam söylerim.

Yolcu salonunun uygulama projeleri konusunda da konuşabiliriz.

Yazınız çok keyifliydi. Esenlikler diliyorum.

Not: Alttaki yazım konunuzla epey çakışmış: http://zaferakay.blogspot.com.tr/2014/04/istanbulun-farkedilmeyen-modernitesi.html

Baronvonplastik dedi ki...

Merhaba,

Düzeltme için çok teşekkür ederim. Debre'yi nereden uydurduğumu hatırlayamadım açıkçası. Halbuki bu tür bilgileri oldukça sıkı kontrol edip, emin olamadıklarımı bir kaç yerden kontrol ediyorum. En kısa sürede düzelteceğim.

Baysal-Birsel konuşmalarından maalesef dün (bloğunuza bakarken) haberim oldu. Kaçırılmayacak bir etkinlikmiş. Özelikle bir şeyler yazmayı düşünürken! Çok fena... Basılması düşünülüyor mu ?

Selamlar, BvP

Omer YILMAZ dedi ki...

İmalı yazmak yerine neden doğrudan Arkiv denmez bunu anlamak mümkün değil. Arkiv konunun uzmanı falan değil, öyle bir iddiası yok. Bugüne kadar elinden geldiğinde belgeledi. Bilmediğini de "bilinmiyor" olarak yazdı; kafadan atmadı, tahminde bulunmadı, öyledir işte zaten demedi.