Çocukluğumun tümü asansörsüz bir apartmanın, annemin sivri aklı ile en üst katında alınmış tatsız bir dairesinde geçti. Daha doğrusu; bu daire ve içinde yer aldığı apartman ile, benzerlerinin sürreal bir kanyon oluşturduğu dar, dik yokuşta. Yokuşta futbol oynadınız mı hiç? Tek kale oynanır. Kaleci iki takımın da üyesi olamayacağı için o da üçüncü bir “raakip”tir. Bir top, üç kutuplu dünya ve arada gelip geçen arabalar. Bu hastalıklı çocukluğun görünürde o kadar sürreal olmayan bir ögesi daha vardı: Bakkallar alemi…
Göte “göt” dense alınan, ölüm diyemeyip “vefat” diyen nazik ve rafine halkım
[1] her akşam belli bir miktar ve türde alkol içmek zorunda olan orta yaşlı erkeklere de alkolik diyemeyip “akşamcı” diye bir terim uydurmuştur götünden. Neyse; alkolik pardon, “akşamcı” olan babam için, almayı unuttuğu ya da evde apansız bittiği günler bakkala gidip rakı almak gerekirdi. Sokağın köşesindeki güler yüzlü ve temiz bakkalımız inançları gereği alkollü şeyler satmıyordu. Bu inançlar onu üretim tarihleri üzerinden günler geçip ekşidiği için şişmiş ayran kutularının alüminyum üst kapaklarını iğne ile delip eski haline getirmekten, fingirdek karısının da, mahalle gençlerinin önünden geçerken kıçını kıvırtmasına göz yummaktan alıkoymuyordu ama, mümindi işte. Mümin müminliği yapınca bana da taa yokuşun dibindeki diğer bakkal bilmemkimamca yolu görünüyordu. Teneke kapakları yukarı doğru açılan bisküvi kutuları, duvardaki Galatasaray Futbol Kulübü 1961 ilk on biri fotoğrafı ve soluk mavi iş önlüğü ile bilmemkimamca çok modern değildi belki ama rakı filan sattığı için cehennemde yanacağını da düşünmüyordu en azından. Üzerinde kıranta iki beyefendinin kıllı bir içki sofrasının hemen sonrasında, muhabbet ederken resmedildiği
[2] şişeyi tezgah üzerinde maharetle gazete kadına yuvarlar, elime tutuştururdu.
Şu gazete kağıdına içki şişesi - sonraki yıllarda bira tenekesi - sarma adeti üzerinde biraz duralım: Sadece ve sadece Türkiye’ye özgü olduğuna inandığım bu ilginç ve zarif adet bence başka bir Türk geleneği olan; elinde siyah naylon torba ile otoyolda karşıdan karşıya geçmek, ya da paspası yol ortasına atıp, üzerinden muhtelif motorlu araçlar geçmesi sureti ile tozunu silkmek gibi, koruma altına alınması gerekli etnografik bir figür.
Muhtemelen bilmemkimamca’nın babamın rakısını gazeteye sararak elime tutuşturması hani yolda gören mören olur, milletin canı ister, bir yeri şişer, ben de şişeyi çıkarıp limon kolonyası gibi ele avuca serpmek zorunda kalmayayım türünden incelikli bir düşünüşten
kaynaklanıyordu… Yoksa, on yaşlarında bir oğlan çocuğu tam akşam yemeği öncesi bakkaldan elinde kağıda sarılmış ne şişesi ile çıkar? Nişantaşı’nda şarküteriden Chivas Regal alınca da sarıyorlar mıydı kağıda sorusu o yıllarda aklıma gelmiyordu tabii. İnsanımızın zarafetine, inceliğine veriyordum. “Mahalle Baskısı” denen, Şerif Mardin’in tavassutu ile çoook yıllar sonra tanıştığımız kavram bilinmiyordu o zamanlar.
Yıllardır içli dışkılı olduğum bu zarif, nazik, göte “göt” bile diyemeyen bu nazik toplum nedense bazı konularda pek umursamazdı. Mesela, 1960 yılında çoskulu bir darbe neticesi neş’e
[3] ile alaşağı edilerek asılan Egeli zengin toprak ağası başbakan’ın evli kadınlarla (evlilik müessesi kutsal tabii bu coğrafyada, başvekil’in de evli olduğunu söylemiş miydim?) cinsel maceraları, maceranın figüranlarından birinin yakın zamanda ölümü üzerine “Romantik Devlet Adamının Aşkları” olarak gazlanabiliyordu.
Devlet adamı demet demet çiçek, sepet sepet yumurta gönderiyor, hamfendi’nin eşini makamına çağırıp “erkek erkeğe” hasbıhal ediyorlar, eşinden istiyor hamfendi’yi filan. Bu romantik aşkların bir tanesi ile olanında, ki - konu ile ilgili görüşüne başvurulan muhterem tarihçi-yazar onunla bir kere karşılaşmış - “şehvet fırtınası”
[4] hamfendi başvekil’in arabasını evin penceresinden tesbit edince, kocasına “Hadi Ferit sen arka odaya geç”
[5] diyor. Kan ter içinde, orgazm sonrası sigara dumanı bir romantizmdir gidiyor bindokuzyüzellilerin sonlarında. Ama ve fakat, devlet adamı zarif, devlet adamı rafine, ilişki kurduğu evli kadınlar da öyle basit kadınlar değil, sanatçı.
“Genç bir kadın. Henüz 25 yaşında. Bir gece, bir davette başbakanla tanışıyor. Daha doğrusu başbakan onu uzaktan görüyor, elinden tutuyor ve bahçeye çıkarıyor. Sonra saatlerce dolaşıyorlar. Film gibi değil mi?” Başvekil böyle kadınları beğeniyor işte,
“Eskiden bir siyasetçi, üst düzey bir bürokrat vasfı olmayan bir kadınla birlikte olmazdı. Hepsi vasıflıydı kadınların”.
[6] Bu vasıflı kadına ayaklarını yıkatmak da ayrı bir incelik.
Aslında anlatılanlar öyle şeyler ki, Claude Chabrol filmleri, Kemalettin Tuğcu romanı gibi kalıyor. Ama şaşırmıyoruz bile. Vasıflı kadınlarla zina yapan siyasetçinin yaşadıkları mahzun, masum aşkları okuyoruz gazeteden. Geçen pazar annemin evinde, elimde bu gazete ile kala kaldım. Bin kere şükürler olsun, hamdolsun, ben çocukken içinde böyle “aşklar” geçen gazetelere rakı şişeleri sarılmamış, bakkal amca (mümin olmayan) beni ve mahalleliyi daha masum gazetelerle cansiperane koruyabilmişti. “Vefat” ettiyse Allah rahmet eylesin, yaşıyorsa Allah uzun ömürler versin…
Konu ile ilgili haber, eğer merak ediyorsanız, bakınız nah tam burada:
Menderesle yattım, kocamı kurtardım ! (Gazete Vatan 01.03.2009)
[1] Bu halk o kadar naziktir ki: Poşet, torba her ne boksa, ona “koymaz”. “Bırakır”. Çay “döker”. “Koymaz”, aslında bence şöyle çatır çatır bir koyabilse… Rahatlayacak, tüm bu incelikler umurunda olmayacaktır ama bir türlü olamaz işte.
[2] Bu rakıların temasız olanı da vardı ki, üzerinde Sümerbank pijamasını andırır, sıkıcı bir hurufatla “Yeni Rakı” yazardı.
[3] Bu coşkuya inanmıyorsanız, 1960 Mayısından sonraki Hayat dergilerine bir göz atıverin derim.
[4] Tamamı şöyle: “Hafif göğüs çatalı göstermeye meraklıydı. Seksi görünen bir kadın havasından çok, sakin görünen bir şehvet fırtınasıydı. Çok güzel omuzları vardı. Dorothy Lamour’a benzerdi...”
[5] Burayı pek kavrayamıyorum: “Sen arkaya geç” denen Ferit, koskoca emniyet müdürü. Beylik silahı falan var. Nasıl yani? Olay Kemal Tahir’in Yediçınar Yaylası’nda geçiyor gibi. Hikayede “Kavat Abuzer” tadı var bir parça.
[6] Bunu öğrenince nasıl bir ferahlık çöktü üstüme bilseniz. Şu, "vasıflı zina" olayını biraz şeydeyim diyorum. Mesela, tüp gaz bayiinin eşi ile adamcağız kapı aralığında beklerken, halvet olsak? Vasıflı mıdır? Vasıfsız mı? Bir skalası ne bileyim matrisi falan var mı? Burada birkaç değişken var sanki ama benim aklım pek ermiyor. Siyasetçi olacaksın, evli olacaksın, zina yaptığın hamfendi evli ve sanatçı olacak, bir de omuzlar iyiyse tamam… Peki, bakkalın (mümin) ortaokul mezunu eşi hamfendi çatal falan göstere göstere televizyon tamircisine verse? Vasıflı bir veriş olur mu bu?
Edited By Miki
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder