Emsallerine faiktir

Kasım 10, 2013

Rabindranath Tagore Caddesi ve Limbo


Altına anlamlı, usturuplu bir şey yazmak için çok uğraştım... Ama olmadı !

Şu bloğu yazmaya başladığımdan beri dehşetle fark ettiğim hususlardan biri de, yazdığım o saçma sapan şeylerin okunuyor olduğu!  Hem bu okuyanların önemli bir kısmı belli ki akıllı uslu, okumuş etmiş  kimseler. Dahi manasına gelen “de” yi , soru kipi “mi” yi filan ayrı  yazıyorlar.  Bazen öyle şeylere parmak basıyorlar, öyle taleplerde bulunuyorlar ki insanın hamiyetinden gözleri yaşarıyor. Mesela, Bompay Segundo isimli şahıs Ankara’da o kadar acayiplik varken belli bir yapıya  takmış kafayı, onunla ilgili ahkam talebinde bulunuyor. Yahu hemşerim, bu nasıl iştir? Elbette görmüşlüğümüz, kafa yormuşluğumuz var da, ya hiç bilmediğimiz bir yerden geleydi… O zaman ne halt edecektik? Hem, nebleyim bu işlerin belli bir programı var, şeyi var. Programı dahilinde yazıyoruz işte. Ama yine de; okuyanımızdır, velinimettir  demek sureti ile, iki çift laf edelim:

Atakule’den yukarı, Or-An’a doğru çıkan bir cadde var.  Zenginleşen lümpen taşralılığın yapıtları ile bezeli Turan Güneş Caddesi. Yollara bürokrat, devlet adamı ismi vermek Başkent’te oldukça sevilen bir uğraş. Örneğin Turan Güneş, “Ziya-ür Rahman Caddesi” ile “Simon Bolivar Bulvarı”nın kesiştiği yerden başlıyor!   Cinnah, Konrad Adenauer Caddeleri gırla. İnsanın gözleri “Dean Gooderham Acheson”(hem Konrad’ın ruh gibi ahbabı bu dışişleri bakanı) veya   “Robert Strange Mc Namara” bulvarları da arıyor ya, heyhat. Fakat Turan Güneş Caddesine paralel başka bir yol var ki, akıllara zarar başka bir mühim şahsiyete atfetilmiş:  Rabindranath Tagore !

Esas olarak  iyi niyetli ve  soylu denebilecek çabanın artık sanki bu onurlandırma ile iyiden iyiye boku çıkmış görünüyor.  Son nüfus sayımında 3.203.362 kişi olarak hesaplanan Ankara merkez nüfustan kaç kişinin “Rabindranath” adını telaffuz edebileceğini merak etsem, nefret suçu işlemiş sayılır mıyım? Adamcağızın kim olduğunu, ne iş yapmış olduğunu hiç sormamak en iyisi…

Parlak şairin adını taşıyan bu güzide caddede, alt başlarda bir yapı var. Sığ taşra beğenisinin bir adım ötesi ile lunapark korku tüneli girişinin hemen dışındaki o mimari limbo’da duruyor. Binadan söz etmemi isteyenin damağında Gaudi tadı bırakmış olsa da maalesef gerçek bu. İşverenin“Azizim, apartmanımız Rabindranath Tagore caddesinde olacak, yani  buraya öyle dümdüz bir şey yapamayız. Kendisi  şiirin ölümsüz ismiyse, Biz de sanatın başka bir dalının evrenselliğini, vazgeçilmezliğini vurgulayalım. Mimari en uygunu. Mesela… Hah,  Gaudi’yi çağrıştıran bir şeye ne dersiniz?” demiş olamayacağını hepimiz biliyoruz. 

Türkiye’ye özgü bir rant liberalizmi içinde – aslında -  dağın başına inşa edilmiş, kendininki gibi beş para etmez apartman yığınları arasında farklı olmaktan, dikkat çekmekten başka bir kaygısı yok. Fakat, nasıl anlatılabilir, tuhaflığın neresine oturtulur bilemiyorum. Anlam üretmek için kullanılabilecek yöntemler yetersiz kalıyor.  Şey de diyebilirim tabii:  “cephe ve kütle kurgusunda formellikten kaçınarak, bir cephe dilinin oluşmasında çözümü kütle hareketleri ile zorlamak yerine yüzeylerde aranmış!” Ama demeyeceğim.  Bir taraftan bakıldığında “Fantastic Four” daki  “Şey”in garsoniyeriymiş gibi duruyor. Daha uzun süre bakılırsa merkez aksı omurga gibi görüp,  yatayları da kaburgaya benzetme imkanı var.  Bazen de, alışveriş merkezlerinin çocuk eğlendirme bölümlerindeki “Yağmur Ormanları”, “Dinozorlar Çağına Yolculuk” temalı para tuzaklarının giriş cephesi sanki. Ağaç gövdeleri, yeşillikler, filan…. Her şey yeterince tuhaf değilmiş gibi, işi daha da içinden çıkılmaz hale getiren şu  pencereleri de su, şelale vb. olarak ta hayal mümkün.  Yani; anlamlandırma, yorum ve aşırı yorumdan kaçınmak lazım bu “eser” karşısında.  Mimarın amacı, ürünün gerçeği  neyse ne. Fakat  bildirişim kuramı da (information theory)  anlamın niteliğiyle değil, niceliği ile ilgili değil mi?  

Yapının anlam ve amacı mimari eğilimlerle değil de (mimari bir ürün değil çünkü)  Türkiye’deki genel kültürel zemin üzerinden değerlendirilecekse, ideolojisi  mevcut kültürel kaosta “denişik” olarak var olabilme çabasının yarattığı bir anlamsızlık  olarak görülebilir. Ya da basitçe, tarıma dayalı bir ülkede tarım teknolojisine geçişin gecikmesi ile köylünün kente göçü sonucu kırsal yapıdan kurtulamamış  bir kentin absürd  kültürel-mekansal  alaşımları olarak değerlendirin.  O daha sakinleştirici…

Belki de bina ile ilgili  tek –acı-  gerçek/anlam, cephenin bir bölümünün işgal eden “Çocuk gelişimi ve eğitimi danışmalığı” tabelası. Böyle bir mekanda mukim uzmanlarla çocuk gelişimi hususunda “istişare” eminim ilginç olurdu.

Hadi, Allah rahatsızlık versin.

BvP

Edited By Miki 

Fotoğraf: BvP 

Hiç yorum yok: