Emsallerine faiktir

Ağustos 23, 2009

Güdül'üm

Gereksiz turistik seyahatleriniz oldu mu hiç? Benim var. Öyle bir tane falan da değil. Sevdiğin insanların pek övdüğü yerlere gider, bir de bakarsın ki, senin kafandaki bazı kavramlar ile onunkiler arasında diametral bir husumet varmış aslında. Bazen de gazetelerin Pazar ekleri geyik tanrısına kurban eder seni. "Ebesinin dibindeki saklı cennet: Kazuratkaya!” türü yazıları okuyup kendini farklı yerleri keşfe çıkan seyyah olarak görürsün. Bir heyecan, bir heyecan. Sanki, El Dorado’yu tarif etmiş sana o yazıyı yazan. Bilmezsin ki aynı yazıyı o pazar bilmem kaç bin avanak daha okumuştur. Devrisi hafta sonu bir daha gazetelerin yarım akıllı akıl verenlerine inanmamaya yemin edersin.

Yaz başlarında bir ara, durup dururken bize de rahat battı. Hem gidip Ankara’da oturan akrabaları görürüz, hem de bahçelerindeki meyveleri talan ederiz diye İstanbul’dan kalkıp “Güdül”e gittik. Burası, güzide Başkentimize doksan kilometre uzaklıkta bir orta Anadolu kasabası. Sakarya’nın kollarından Kirmir’in aktığı dar bir vadi boyunca ilerleyerek ulaşılıyor. Çayın kıyısında, bir kum ocağında terk edilmiş sallama kepçelere rastlıyoruz. Çok güzeller. Durup fotoğraflarını çekmemek olmaz. Miki'ye emeklilik evimizi yapacağımız yer civarına bu tür paslı iş makinelerinden bir miktar serpiştirmeye söz veriyorum. Evi bunlara göre tarif edeceğiz.


–“O, 1962 Bucyrus Erie’den sağa dön. Hah, biraz gidince, karşına filizi yeşil bi...”

Güdül bir zamanlar oldukça hareketli olan yün ticareti uzun süre önce tavsayınca yoksullaşıp unutulmuş. Aslında; doğa, moğa idare eder. Eder de… Bu ve benzeri silik yerleşimlerinde var olan bir tür kompleks var havada. Toplam nüfusu on bini geçmeyen garip yere girişte TOKİ tarafından yaptırılan, kimin oturacağını pek anlayamadığım çok katlı konutlar yapıyor. Halbuki ortada pek alan sorunu yok, yassı Orta Anadolu tepeleri göz alabildiğine uzanıyor her yönde. Ama Güdül Belediyesi tarafından bastırılmış tanıtım şeyinde [1] ilçeye yapılmasına, Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından verilen talimatın sebep olduğunu öğreniyorum. Boşuna günahlarını almışım Güdül’lülerin. Modern ve tıkışık yaşamın merkezine ışık yıllar mesafede olsa da, uyanık bir belediye başkanının iktidarın nimetlerinden nasıl kıyasıya yararlandığı ve çarçur ettiği apaçık. Zaten, “eser”in içindeki gazete küpürlerinde bu “gerçek” arsız bir gururla deklare ediliyor.

Hafta sonunu geçireceğimiz yer gayet hoş, büyük eski bir ev. Eşyalardan kurtulduktan sonra ilk iş bahçedeki kirazları keşfe çıkıyorum. Biraz ufak olmakla beraber; eh, potansiyel var. Boşuna gelmemişiz o kadar yolu. Bizim akrabaların akrabaları ve arkadaşları da gelmiş Istanbul’dan (Aaa ne güzel, böyle yerlerin tadı kalabalıkla çıkar elbette). Biz, akrabalar, akrabaların akrabaları ve arkadaşları yine de dolduramıyoruz evi. Bu arada, ev sahiplerimiz vakit teyze ve “az müsaade et” beyamca ile tanışıyorum. Vakit teyze, hakkaten hoş ve tatlı bir hanım. Mangalda közlenmiş patlıcanla bizlere akşam bir iki figür göstereceğini de öğrendiğim için daha bir sevgi kabarıyor içimde vakit teyze’ye karşı. Amca, “tot homines, tot sententiae” [2] deyişini haklı çıkarırcasına devamlı fikir beyan ediyor. Onun nedense birden fazla kanaati var her konuda. Bunca lafın arasında, yararlı bilgiler de veriyor. Dedesinin ve babasının meyve bahçesinin köşesinde gömülü olduklarının söylüyor. İlgi ile, hangi köşe olduğunu öğrenip, aklımın bir köşesine not ediyorum. Geldiğimizden beri devamlı bira içiyorum çünkü. Hava karardıktan sonra bahçeye işemek gibi bir planım var. Bu sevimli beyefendi’nin atalarının üzerine yapmak istemiyorum doğal olarak.

Biraz dolaşmaya çıkıyoruz. Bakımlı ve temiz sokakları, evleri çabucak geçip, kasaba’nın merkezine ulaşıyoruz. Tahmin ettiğim gibi bi bok yok. Bir kahve, bir büyücek bakkal, kasap falan filan. Kahve’nin önünde bir amca, hemen hemen herkesin bahçesinde en az birkaç kiraz ağacı olan bu kasabada kiraz satmaya çalışıyor. Orta Anadolu İnsanı'nın bu kararlılığı yüreğimi sevinçle dolduruyor.


Eve dönüp, mangalda pişen ne varsa silip süpürmeye kararlıyım. Yemekte, “az müsaade et” amcanın yanı münasip görülüyor. Ama, bu zorlu görevi Efes Biracılık ve Malt Sanayii’nin yardımı ile atlatıyorum. Biz yemeğe devam ederken, Ankara’dan başka akrabalar geliyor. Arabalarını yemek yediğimiz açıklığın içine kadar sokup, masanın hemen önüne park ediyor cihazın idaresinden “sorunlu” akraba. Herhalde Burdur 58. Piyade alayı’da sabaha doğru intikal edip, evin önündeki açık alanda konuşlanacak. Yemekten sonra, kahve faslı da sona erince, ezilmeden sağlimen kendimizi odamıza atıyoruz. Çok şükür bizim başımızı sokacak bir odamız var! Toplumun geri kalanı nerede kalacak sahte kaygısına takılmadan uyumaya çalışıyorum. Gece tuvalet yolunda, holde “az müsaade et amca” gürültüyle bana tuvaletin nerede olduğunu anlatıyor. Hemen tuvaletin yanında, holde bir kerevette uyuyor o da. Uyku sersemi, hades’i bekleyen cerberus gibi olduğunu düşünüyorum.

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra, akrabaların hepsiyle vedalaşmak çok zaman alacağı için ortaya bir hoşçakalın patlatıyoruz. Amca bize güzel leblebiler hediye ediyor. Leblebiler ve bol miktarda kirazla mücehhez arabamıza binip ayrılıyoruz oradan.

Saygılar sunarım,


Güdül’üm
Küçüklükte Başkentin birincisi,
Güzellikte Türkiye’min tek incisi,
Kenetlenmiş, sağcısı, solcusu, dincisi,
Sümbüllerle Kekiklerle kokuyor Güdül’üm…

Beypazarı dır önü, İstanbul yolu arkası
İyi ki yok, iyi ki yok, sanayisi, fabrikası,
Burada yaşanır Anadolu kültürünün hası,
Sapanlı’yla, Karacaören ile bakışır Güdül’üm...

Başka güzel, üç beldesi, yirmiüç köyü,
Dağlardan, yeraltından çıkar suyu,
Dürüstlük, mertliktir, insanının huyu,
Tarihinle, soyunla yolun çakışır Güdül’üm…
Batı ülkelerine özenmedi, özenmez,
Yaktığı Cumhuriyet ateşi asla sönmez,
Yeşilidir yatırımı, bu yoldan dönmez,
Yeşil, bir ilçeye bu kadar yakışır Güdül’üm…

Kırları kekik, sokakları leblebi kokulu,
Oksijen deposu, bozulmamış dokulu,
Türk kültürünün son okulu,
Secdan yürekten yüreğe akışır Güdül’üm…

Göletlerinde lezzetli sazanın var,
Mis kokulu pekmez kaynar kazanın var,
Nizo diye değersiz bir ozanın var,
Sana her güzellik yakışır Güdül’üm…

Nizamettin ÜNLÜ


[1] “Şey” dememek lazım aslında. Magentası fazla kaçmış renkli resimlerle bezeli falan altmışdört sayfalık bir “eser” bu. İçinden bir de “Güdül Kültür ve İnaç Turizm Haritası” çıkıyor ki, eser onsuz zaten tamam olamaz. Olmamalı da. Detaylı olarak incelemek bir vatandaşlık görevi benim için.
[2] Ne kadar insan varsa, o kadar kanaat vardır.

Edited By Miki

Hiç yorum yok: